THY’NİN SECCADELİ BAŞKANI VE SİNYORİTE18 Ağustos 2014 Pazartesi
Bu hafta sizlere; THY’nin yeni yayınlanan ve KAP’a (Kamu Aydınlatma Platformu) yaptığı açıklama ile bildirdiği trafik verilerindeki %15 artışın yanı sıra, finansal olarak ne durumda olduğunu, yine her zamanki gibi sizlerin de inceleyebilmeniz için, belgeli olarak yayınlamak istiyordum.
Bu hafta sizlere; THY’nin yeni yayınlanan ve KAP’a (Kamu Aydınlatma Platformu) yaptığı açıklama ile bildirdiği trafik verilerindeki %15 artışın yanı sıra, finansal olarak ne durumda olduğunu, yine her zamanki gibi sizlerin de inceleyebilmeniz için, belgeli olarak yayınlamak istiyordum. Ancak, THY, benim beklediğim finansal verileri henüz yayınlanmadı. THY geçen hafta; 2014 yılı ikinci dönem geçici vergi beyannamesini duyurdu. Zarar; 296 Milyon 866 Bin TL idi. Tabii ki, bu bilanço uluslararası veriler eşliğinde yapılmadığından, THY’nin gerçek finansal tablosu ile ilgili yeterince bilgi sahibi olamıyoruz.
Bildiğiniz üzere, THY 2014 yılı ilk dönem (üç aylık verilerinde) vergi öncesi zararın 302 Milyon TL olduğunu ve bu rakamın 2013’ün ilk üç aylık verilerinde 27 Milyon TL olduğunu ve bu rakamın THY’nin 2013’ün aynı döneme ilişkin verilerinden 11 kat fazla olduğunu belirterek, her geçen gün kötüye doğru bir gidişatı olduğunu detaylı olarak belgeleri ile size sunmuştum. (THY ZARARDA YÖNETİCİLER KARDA İŞÇİLERİ İSE HİÇ SORMA)
THY’nin 2014 ilk altı aylık trafik verilerinde, geçen yıla göre %15 artış olması, tek başına bir şey anlatmaz. Çünkü trafik verilerinin yüksek olması, o şirketin karlılığını artırdığı anlamına gelmiyor. Umarım gelecek hafta bu önemli verileri, mali müşavir arkadaşlarımla sizler için değerlendirip objektif ve belgeli olarak, sizlerle paylaşmayı planlıyorum.
Gelecek hafta, yine 2013-2104 ilk üç aylık verilerinin analizi gibi, 2013-2014’ün ilk altı aylık verileri arasındaki farkları, THY’nin kendi sitesinden alıp sizlere ileterek, THY’nin gerçekteki finansal gidişini çok büyük bir aksilik çıkmaz ise, yine birlikte değerlendireceğiz.
SİNYORİTE
Bu haftaki yazıma başlamadan önce geçen hafta yazdığım Sarı Öküz’le, temsili olarak ne anlatmak istediğimi açıklamak istiyorum. Uçuş işletme eskiden beridir askeri-sivil pilot ayrımında abartıya kaçmıştı. THY’de Yugo’larla başlayan sivilleştirme sürecinden sonra, günümüze gelindiğinde askeri-pilot ayrımının yanına uçuş okullarından mezun olanlar ve yabancı pilotlar da girdi.
THY’nin kendi içinde kavga edip, dışarıdan, gruplarına saldırı duyumsandığında, bir anda aslan kesilerek, birlikte hareket eden kokpit grubu; sendika temsilcisi iken THY yönetimi tarafından işten çıkartılan kaptan pilot Bahadır Altan’a yapılan saldırıda sessiz kalarak “sarı öküzü” vermiş oldular.
Sarı Öküz verildikten sonra, yıkılmaz uçuş işletme kalesine saldırılar gecikmedi. Gün geçtikçe, saldırı stratejisinde değişiklikler yapan THY yönetimi, şimdilerde kokpit ekibinin sınırsız pass hakkına saldırdığı gibi, tüm uçuş ekiplerinde çok önemli saygınlık, prestij ve gelir kaynağı olan sinyorite’lere saldırıya başladı.
Sinyorite hakkı, bir tür kıdem anlamında da kullanılabilir. Kabin ve Kokpit çalışanlarında önem arz eder. Örneğin; pilotlarda kaptan olma tarihi, onların arasındaki kıdemi temsil ettiği için, iki kaptan birlikte uçma durumunda kalındığında, kaptanlığı diğerine göre daha önce kazanan kişi sorumlu kaptan olur. Kabin amirlerinde ve memurlarında da aynı kıdem geçerlidir. Sinyorite; askeri rütbe sıralamasındaki yüzbaşı ve kıdemli yüzbaşı tanımlamaları gibi de görülebilir; her ikisi de omuzlarında üç yıldız taşımalarına karşın, kıdemli yüzbaşı kim ise, o bölüğün komutanı olur.
THY’nin sınırsız pass bilet uygulamasına yaptığı saldırının ardından gündeme soktuğu sinyorite saldırısı, senelerin uygulamalarına aykırı olduğundan, THY yönetimi bayağı zorlanacak gibi görünüyor.
Nasıl mı? Örneğin; A320 Tip uçakta kaptanların bir üst seviyesinin A330-A340 veya B777 bandında seyretmesi gerekir. Her ne kadar; herhangi bir tip uçakta kaptanlık görevi yapan pilotun, kaç sene sonra daha büyük gövdeli bir uçağa geçmesi, sene ile sınırlanmamışken, o tip uçağın filosundaki kaptanlar, kendi aralarında sinyorite ve zamanı geldiğinde kimlerin büyük gövdeli uçakta kaptanlık yapabileceğinin sıralamasını çok iyi bilirler.
2013 tarihi itibarı ile, THY’de doğrudan kaptan olarak işe başlayan Türk kaptan 111 iken, yabancı kaptan sayısı 297 dir. Uçuş İşletme Başkanlığı, yabancı pilotların dışarıda uçtukları saatleri, sanki THY’de uçmuş gibi kabul edip, yeni bir sinyorite planı yapmaktadır. Pilotlarca benimsenmeyen bu plan, şimdiye kadar gelen sinyorite alışkanlığını kaldırmaya yönelik olduğundan, THY’deki pilotlar tarafından henüz düşünce aşamasında olmasına karşın, tepkiyle karşılanmaktadır. Üzerinde çalışılan yeni düzenleme ile THY’na dışarıdan direkt kaptan olarak giriş yapan pilotun, giriş tarihleri ile beraber, kıdem bekleme süresi olmaksızın bu kıdem listesine katılmaları istenmekte veya dışarıda kaptan olarak uçulan yıllar baz alınarak, bir teknik sinyorite yaratılarak, değiştirilmeye çalışılmaktadır. Hatta bu yeni uygulamanın geçmişe dönük uygulanması düşünülmektedir.
THY’nin yabancı hayranlığı ve bol miktarda kaptan transferi, sıralamayı altüst edecek gibi. Uçuş işletme; her ne kadar Sarı Öküzünü vermiş ve ardından sınırsız pass bilet haklarını kaybetmiş olsa da, sinyorite’lerinden ödün vereceklerini sanmıyorum.
THY’nin bu üstünde çok tartışılacak olan yeni yönetmelik çalışması, Uçuş İşletme Başkanı olan Kadir Dokuyucu tarafından, üst yönetime sunulacak gibi görünüyor.
Peki, kimdir bu Dokuyucu;
THY’nin ÖZAL döneminde, Cem KOZLU ile beraber; hem kökten değişikliğe girişmesi hem de asker hegemonyasını kırmak adına 1987 yılında vermiş olduğu bir emir ile üniversite mezunu veya daha üstü akademik kariyerli gençleri alıp pilot olarak yetiştirilmesini anımsarsınız. Bunlara, şirket içindeki çalışanlar; Yugo ismini takmışlardı. Bu uygulamadan sonra, tekrar bir grup da, eski Yugoslavya’nın YAT Airlines uçuş okuluna yollanmıştı.
THY’ye giren bu sivil grubu, o dönemin asker kökenli kaptan ve yöneticileri tarafından dışlanmışlar ve kaptan yapılmalarının önüne set çekilmişti. Bunlardan biri de, Kadir Dokuyucu idi.
Kadir Dokuyucu, THY’de kaptan olamayacağını anlamış ve soluğu Air Alfa’da almıştı. Daha sonra; önce Gulf Air, ardından da Qatar Air’de; önce A320, sonrasında da A330’larda uçmuştu. Uzun yıllar sonra THY, kapılarını direkt Kaptan alımına açınca, 02.11.2009 tarihinde tekrar THY’ye geri dönerek; A320 filosunda göreve başladı. Düne kadar dışlandığı için THY’den kaçmak zorunda kalan Dokuyucu, bugün Uçuş İşletme Başkanı ve Baş Pilot görevindedir. Kaptan Dokuyucu’nun; uçuş sırasında ön galeye veya kokpite seccade sererek namazını kıldığını iddia eden bir dolu pilot ve kaptan var. Umarım doğru değildir. Bu söylem doğru ise; Pass biletleri “uçuş emniyetini sarsıyor “diye kaldıran uçuş işletme başkanlığının bağlı olduğu genel müdür yardımcılığı, görev sırasında “galley’de seccade üzerinde namaz kılınmasına” ne der, bilemiyorum.
Şimdi birçok klavye kabadayısının “ne var namaz kılmakta” diyerek klavyeye sarıldığını görür gibiyim. Onlara tek, tek cevap veremeyeceğime göre konuyu biraz daha uçuş emniyeti açısından açmak lazım. Air France A-330 kazasını hatırladığımızda mesul kaptanın kokpit dışında olduğu sırada meydana geldiğini hatırlarsınız. Bu kaza olduğunda ve mesul kaptanın o an için kokpit dışında bulunduğunu duyduğumda acaba mesul kaptan kokpitte olsaydı bu kaza olur muydu diye düşünmüştüm. Unutmamak gerekir ki namazın kazası olur ama kazanın alternatifi yoktur. Bu nedenle zorunlu bir ihtiyaç dışında kokpitten çıkmayı uygun görmüyorum. Bu konuyu yolculara sorduğunuzda ise alınacak cevap zaten bellidir. Kokpitten çıkıp elinde seccade ile galleye geçip namaz kılınıyorsa bu tam bir SHOW dur.
Pilotlar ve kaptanlar arasında, neden üst tip revaçtadır?
Üst tip’te uçan kaptanlar üst tip farkı adı altında ek tazminat almakta olunmasını n yanı sıra uçuşlar uzun olduğu için, dinlenme süreleri uzamakta ve daha çok boş gün size kalmaktadır… Yani çok para az iniş kalkış.
Dokuyucu kaptanımız bu konuya da çözüm bulmuş; kendi ve Gürkan Ünal (Air Alfa’lı!) kaptandan başkasının başvuramayacağı ve sadece A-330 uçak tipine geçmek isteyenlerin kriterlerini içeren bir bülteni, 27 Temmuz 2014’de tüm pilotlara yayınlayarak, A330 tipine geçmek isteyenlerin ilgili kriterler eşliğinde başvurmalarını istemişti.( İşin komik yanı istenilen ilgili kriterler sadece Dokuyucu ve Gürkan kaptanda varmış) Bu ilan yerine kendi ve Gürkan ünal kaptanın ismini yazıp bu arkadaşlar A330 da uçacaklar dese daha mantıklı olurdu. Sonuç olarak; Dokuyucu kaptan işe başlar başlamaz ilk torpilini kendine yapmıştır. İşin daha ilginç yanı, bu bülten neden sadece A-330 tipini kapsıyor da B777’yi kapsamıyor? Anlayan beri gele…
Dokuyucu kaptan üst tipe geçip en fazla 2-3 Bin TL yi geçmeyecek minik bir rakam uğruna kendisi için bu bülteni çıkarttıysa bal tutan parmağını yalar misali bir uygulama içinde olduğundan yakışmamış. Çünkü baş pilot veya uçuş işletme başkanının en çok pilotun bulunduğu B-737 veya A-320 serisinde uçması ona daha büyük saygınlık yaratırdı diye düşünüyorum. Unutmamak gerekir ki gönüllerde elde edilen saygınlık, yönetimin verdiği makamdan çok daha üstün olup aynı zamanda kalıcıdır.
Bilindiği üzere aynı uygulamayı Zafer Baysal Kaptan’da zamanında yapmış ve uçuş işletme genel müdür yardımcılığına geldiğinde, uçmuş olduğu filo B-737 iken, bir anda A-340’a geçiş yaparak, var olan dengeleri altüst etmişti. Bu kişisel uygulama sonucunda oluşan dayanılmaz tepki sonucunda Zafer Baysal kaptan; yeniden geldiği yere, yani B-737 filosuna geri dönüş yaptırılmakla kalınmamış, genel müdür yardımcılığı görevini de yitirmiştir.( Hani, anımsatayım istedim..!)
Sonuçta, düşünecek olursak; yıllardır haksızlığa uğrayan, bu nedenle 10 yılını/tazminatını yakan bu kaptanımızı, zaman içerisinde kendine yapılan haksızlıkları unutturup, zamanında tepki gösterdiği malum karakterlere döndürürken Buzağının(*) ipini de gevşetmek üzere…
(*) Buzağının ipini gevşeten şeytan!
Bu konu ile ilgili kıssadan hisse çıkarmak amacıyla kısa bir öyküyü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Evin gelini, doğum yapmış bir ineğin buzağısını ağaca bağlamış, az ilerisinde de ineği sağıyormuş. Karnı acıkan ve az ileride sütü sağılan annesini gören buzağı, ipini kopartacak derecede huzursuz olmuş. O arada şeytan gidip buzağının ipini hafiften gevşetivermiş. İpi gevşeyen buzağı, birkaç hamleden sonra, kurtulmayı başarmış. Koşarak annesinin yanına süt emmek için gitmiş. Tam o esnada ayağı süt kovasına takılmış ve süt dökülüvermiş. Buna sinirlenen gelin, bir sopa bularak buzağıya vurmuş. Bunu gören inek de geline güçlü bir çifte atarak, gelini öldürmüş. Bu manzarayı gören gelinin kayınpederi de, eline tüfeği alıp gidip ineği öldürmüş. Gelininin kocası da dışarı çıkmış ölü eşini ve elinde tüfeği ile orada bulunan babasını görünce çılgına dönmüş ve karısının katilinin babası olduğunu zannederek o da babasını oracıkta öldürmüş ve hapse girmiş. Daha sonra bunalıma girmiş ve en sonunda o da kendini öldürmüş. Bu öyküyü duyan herkes, şeytana lanet etmiş.
Şeytan da demiş ki, “Hele şu işe bak, ben sadece buzağının ipini gevşettim. Gelen-giden bana lanet okuyor. Oysaki benim yaptığım onlarınkinin yanında devede kulak.”