featured

THY’den “Ali Cengiz” oyunu

THY’de toplu iş sözleşmesi görüşmeleri süreci 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren başladı. Genel olarak; ­altı aylık bir süreci kapsayacak olan bu toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sürecinde, bu kez pek alışık olmadığımız yeni atılımlar yaşanıyor.
Hava-İş Sendikası ile THY arasında ­ başlaması gereken görüşmeler, THY’nin 3 ay önceden Hava-İş’e yaptığı bir çağırı ile; “Gelin toplu iş sözleşmesi çalışmalarını öne alalım” diyerek, bu sözleşmede vereceği rakamsal değerleri açıklamasıyla başlamış oldu. Bunu hepimiz biliyoruz.
Hava-İş Sendikası ise; bu beklemediği ve alışık olmadığı bir tarzda, zamanından önce gelen çağrıya bozularak; “Çağırıyı sen değil, ben yaparım…” diyerek mahkeme kanalıyla itiraz etti. Aslında, Yasaya göre; bu çağırıyı 3 ay önce de olsa, her iki taraf da yapabiliyor.
Mahkeme, sendikanın açtığı bu davayı, sürecin erken başlamasının çalışanların lehine olduğunu ifade ederek, temyizi kabil olma koşuluyla reddetti. Sendika davayı Yargıtay’a taşıdı, sonuçta dava Yargıtay’da sonuç bekliyor.
Bu olaylar, şu anda THY’de yaşanıyor.
Şimdi de gelelim THY/Teknik A.Ş’ye; THY/Teknik A.Ş, sürpriz bir gelişme ile “Teknik A.Ş’de yapılan işin hangi iş kolunda değerlendirilmesi gerektiğine karar verilsin” diyerek, Çalışma Bakanlığına başvurdu. Bu başvurunun hemen ardından da Hak-İş Konfederasyonuna bağlı olarak faaliyet gösteren Çelik-İş, aynı Bakanlığa THY/Teknik A.Ş’nin kendi işkolunda sayılmaları gerektiğini savunan bir başvuru dilekçesi vererek olayı sahiplendi.( Hava-İş in muhteşem gelirini almak istiyorlar sanırım)
Şu anda Çalışma Bakanlığının müfettişleri; harıl, harıl çalışarak, Bakanlığa bilgi iletmekle uğraşıyorlar. Bakanlık bu konuda öyle veya böyle bir karar verse bile temyiz hakkı her iki taraf için de olacak ve bu konu Danıştay’da sonuçlanacak gibi görünüyor. Ve tabii ki zaman geçecek.
Gelelim bu Ali Cengiz oyunu senaryolarına; THY işvereni THY ile Teknik A.Ş’nin sözleşmesinin aynı tarihte sonuçlanmasını istemiyor. Dolayısıyla, süreci uzatarak, her iki grubun toplu iş sözleşmelerinin farklı tarihlerde sonuçlanması isteniyor sanırım.
Bu oyun her ne kadar etik olmasa da, yasal kılıflar hazırlanmış. THY, Teknik A.Ş nin işkolu tespiti konusundaki davayı kaybetse bile, THY’nin öne sürdüğü toplu iş sözleşmesi sürecinin 3 ay önce başlaması gerekliliği konusunda kazanabilir. Bu da zaten THY’nin oynadığı oyunun bir bölümünü kazanmasına ve hedef olarak istediği her iki grubun toplu iş sözleşmesi bitiş sürecinin farklı tarihlerde bitmesini sağlamış olarak, THY ile Teknik A.Ş’nin toplu iş sözleşmelerinin bitiş tarihlerini farklı zamana yaymış olur.
Bunun yanı sıra, başka bir sonuç oluşur ve THY’nin açtığı “3 ay önce sözleşme isteği yaptık süre başladı” davası THY tarafından kaybedilse bile, Teknik A.Ş Metal-İş e geçerse, yine sonuç THY’nin istediği gibi şekillenecek ve yine toplu iş sözleşmeleri farklı tarihlerde veya farklı sendikalar tarafından bitirilmiş olması da THY’nin senaryosunun bir parçası olsa gerek.
İki sonuçta da; senaryodaki sonuçlar önceden planlanmış ve iyi değerlendirilmiş görünüyor. THY işvereni bu sefer baştan tedbirli görünüyor.
Bu iki konu, bu şekilde sürtüşme ile sürerken, THY müthiş ve gerçekten can alıcı bir atılım daha yaparak; gerek THY, gerekse Teknik A.Ş’de sendika aidatlarının THY tarafından kesilerek sendikanın hesabına yatırılmasını gerçekleştirmemis. THY ve Teknik A.Ş olarak, aşağı yukarı aylık 600.000 TL’yi bulan bu rakamın, neden bankaya yatırılmadığı sendika tarafından sorgulandığında; Ocak 2009 itibarı ile sendikanın her iki şirkette yetkisinin askıda olduğu söylenmekte.
Tam bir Ali Cengiz oyunu…
Hava-İş Sendika yönetimi, özellikle Yusuf Bolayırlı dönemlerindeki sendikacılık yapma kolaylığını özleyecek gibi görünüyor. Şu anda işverenin etik davrandığını düşünmemekle birlikte, yine de gerçek işveren ve gerçek sendikacılığı bu dönem göreceğiz sanıyorum.
Bildiğiniz gibi Sayın Bolayırlı benim Airport TV’deki Kara Kutu programıma katıldığında, sendika ile toplu iş sözleşmelerinde hiçbir zaman sürtüşme olmadan nasıl sözleşme imzalayabildiniz soruma; “Verebileceğimiz paranın tümünü baştan söyler ve gruplar arasındaki dağılımı onlara bırakır ve sorun yaşamazdık…” anlamında bir cümle kurmuştu. Ve Sayın Bolayırlı ve Cemil Kayahan dönemlerinde sendika yönetimi ile THY yönetimi arasında hiçbir zaman uyumsuzluk yaşanmamıştır. Bu dönem “Al gülüm Ver gülüm” dönemi olarak hatırlanır ve bu yaklaşım, iş gruplarının hakkaniyet ölçülerinde toplam pastadan kendilerine düşen gerçek değeri alamamasına neden olmuş olsa bile, çalışan için olmasa da THY yönetimin büyük başarısı olarak görmekte mümkün.
Ayrıca, THY’deki uçucu ekiplerin çoğu sendikasızken ve tabiidir ki aidat ödemezken, Bolayırlı döneminde sendikalı yapılmış ve sendikaya maddi ve manevi güç sağlanmıştır.
Tabidir ki Hava-İş Sendikası, çalışanların tümüne alacakları haklardan çok, kendilerine oy vererek tekrar iktidarda tutacak gruplara yönelik çıkar sağlamak üzerine çalışarak, her zaman delege ve kendilerine gelecek oy bazında değerlendirmeler yaparlar. Bu sistem hiçbir zaman delege sayısı az olan branşlarda iş yapanlara yaramamıştır. Ve tabiidir ki, hakkaniyet ölçüleriyle bağdaşamaz. ( Bu yaklaşımlara siyasi partilerde de sıklıkla rastlamaktayız)
Şimdi de gelelim aidat meselesine. Hava-İş Sendikası, çok öncelerden çalışandan kestiği aylık  %1 olan aidat miktarını bir genel kurulunda grev fonu kurulabilmek adına sürpriz bir istekle %1,5 a çıkartmıştı. Bu yarım puanlık artış hiçbir zaman kullanılmadığı gibi normal bütçe içinde değerlendirilerek üye itirazlarına rağmen senelerce bu şekilde sürdürüldü.
İşveren, sendikalı personelinin maaşlarından bu %1,5 luk ödeneği keserek sendikanın hesabına yatırmakta idi. Bu uygulama THY’de örgütlenmiş mesleki derneklerin de üyelerinden alması gereken aidatları kapsamakta iken, THY eski genel müdürlerinden Tezcan Yaramancı, sürpriz bir kararla dernek üye aidatlarının işveren tarafından kesilmesini ve dernek hesaplarına yatırılmasını yanlış bulmuş ve tüm derneklerin aidat kesintilerinin işveren tarafından yapılamayacağına karar vermişti.
Bu karar nedeni ile tüm dernekler, üyelerinden alması gereken aidatlarda büyük sorunlar yaşamış ve kendileri üyelerinden bu aidatları alma yoluna gitmişlerdi. Ben de o zamanlar UTED’in başkanlığını yürüttüğümden, bu sorunu Yapı Kredi Bankasıyla görüşerek, STS dedikleri bir sistem içinde tüm üyeleri tek, tek ziyaret ederek bu formları aylarca süren bir zaman diliminde imzalatmayı başarmıştık. (Şu anda bile UTED aidatları banka tarafından üyelerinin maaşlarından kesilerek dernek hesabına yatırılmaktadır.)
İşverenin bu uygulaması, bazı dernekleri tekrar işverenle konuşmaya, kısaca ricaya itmiş ve şimdi bazı derneklerin aidat kesintileri eskiden olduğu gibi işverence yapılmaktadır. Aslına bakacak olursak, aidat verme gönüllülük esaslı bir uygulama olması gerekiyor. 
İşverenden bu konuda yardım istenmesi, işvereninde bu konuyu elinde bir güç olarak kullanabilmesini sağlayacaktır. Kısaca bir tür bağımlılık söz konusu olabilir.  Bu nedenle, UTED ve bazı dernekler işverenden ricacı bir tutum sergilememiş ve kendi sorunlarını kendileri çözmüştür.
Sendikaların aidatları ise, her nedense, kanuna bağlanmış ve işverenler, sendika üyelerinden kesecekleri sendika aidatlarını sendikaların hesabına yatırmaya zorunlu bırakılmışlardır. Kişisel fikrim; güçlü ve üyelerinden destek gören bir sendikanın, işveren bu aidatları kesmese ve kanuna aykırı hareket etse bile bir güç gösterisi yaparak tüm aidatların üyelerinden bizzat tahsil etmesi “Nerede benim param?” seklinde bir muhataplık yapmamasıdır.
THY’nin yaptığı bu yaptırımlar üyesiyle bütünleşmiş(!) bir sendika yönetimi için hiç önemli değildir. Aidatını temsilcilikleri veya banka vasıtasıyla toplar ve bu sorunu en kısa zamanda çözer. Ve yine bana sorarsanız; THY ile Teknik A.Ş’nin Toplu İş Sözleşmelerinin ayrı, ayrı yapılması, THY ve Teknik A.Ş çalışanları için sendikanın konuya daha iyi odaklanılabilmesi adına daha da faydalı olabilir. Örneğin geçen toplu iş sözleşmesini kilitleyen ve THY’yi grev oylamasına götüren105.madde, sendikanın olmazsa olmaz maddesi olup Teknik A.Ş yi hiç bağlamazken sadece THY’yi değil Teknik A.Ş’yide beraberinde greve götürebilirdi.
Sonuç olarak; İşveren ve Sendika yönetimleri aralarında geçen mücadelede “Filler tepişir çimenler ezilir” özlü sözünün her iki yönetiminde akıllarından çıkmaması ve çalışanın her zaman ön planda tutulma gerekliliğinin unutulmaması dileğimdir.
İyi haftalar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir