- Kadın Kahramanlarla Dolu Havacılık Tarihinde Gururla Ayakta Durmak
- Bedriye Tahir GÖKMEN ve Sabiha GÖKÇEN
- Toplu Sözleşme Dönemi ve Gerginlikler
- Yönetim ve Çalışanlar Arasındaki İletişim Sorunları
- Fazla Mesai ve Çalışma Koşulları İddiaları
- THY’deki İdari Sorunlar ve Sendika Engelleri
- THY Yönetiminin İddialarına Yanıt: Fazla Mesai ve Ücretler
- Çalışanların Beklentileri ve Uzlaşma İhtiyacı
- THY’deki Hassas Süreç ve Yönetim Yaklaşımı
Değerli Okurlar,
8 Mart 1857 ABD’nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında grev yapan işçilere polisin saldırısı üzerine işçiler kendilerini fabrikaya kilitler. Ardından çıkan yangın sonucunda kurulan barikatlardan dolayı yangından kaçamamaları sonucunda 120 kadın işçinin ölümü tarihin kanlı sayfalarına büyük bir kadın katliamı olarak geçer. Ardından 8 Mart 1908’de ABD’nin New York kentinde yine çoğu sosyalist olan kadın işçilerin öncülüğünde sendikal New York’ta 15 bin çalışan kadının daha kısa mesai süreleri, daha yüksek maaş ve kadınlara oy hakkı talepleriyle düzenlenen mitingler ile kadınların meydanlardaki eylemleri ve direnişleri devam eder.
Bu olayların ardından 1909 yılında Amerika Sosyalist Partisi 8 Mart’ı Ulusal Kadınlar Günü ilan eder. Bu özel günü uluslararası hale getirme fikrini ortaya atan ilk kişi Clara Zetkin’in çabalarına rağmen 1910 yılında herhangi bir kutlama yapılmaz. 25 Mart 1911’de New York’ta Triangle Gömlek Fabrikası’nda meydana gelen yangın sonucunda çoğu Yahudi, Almanya, İtalya, İrlanda ve Doğu Avrupa’dan ABD’ye yeni göçmüş 123 kadın ve 23 erkek işçinin ölümü ile yeniden çoğu kadın olan işçilerin hazin hikayesi hafızalarda çok acı bir travma olarak tekrarlanır.
Ardından Rusya’da Çarlığa son verilen 1917 Şubat Devrimi’nin 8 Mart günü kadınların protesto eylemleri ve grevleri ile başlamış, tüm dünyada kadın hareketine büyük bir ilham olarak kayıtlara geçmiştir. Birinci ve ikinci dünya savaşının ardından batı ülkelerindeki sosyalizmin yayılma kaygısıyla bu kadın hareketleri ve kutlamaları gündeme alınmayarak üstü örtülmeye çalışılmıştır. Birleşmiş Milletlerin 16 Aralık 1977 tarihindeki Genel Kurulunda 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak tüm dünyada kutlanmasına ve ölen kadın emekçilerin anılmasına karar verilmiştir.
Tüm dünyada bu gelişmeler karşısında ülkemizde 1933 yılında Türkiye’nin ilk kadın pilotu Bedriye Tahir GÖKMEN gurur kaynağımız olur. Ardından ünü dünyaları aşan, efsane hava savaş uçağı kadın pilotumuz Sabiha GÖKÇEN ile göklerdeki gururumuz büyüyerek dalgalanır. Artık jet uçaklarından paraşüte kadar her alanda havacılığımızın şanlı tarihinde kadınlarımız yerini alır. Amerika’da ise Phoebe Jane Fairgrave Omlie isimli bir kadın havacılığa olan ilgisiyle ve liseden sonra aldığı eğitimlerle 1927 yılında ilk kadın uçak bakım teknisyeni olarak kayıtlara geçer. Ülkemizde ise ilk uçak başteknisyeni olarak mesleğinde çok uzunca yıllar başarıyla hizmet veren Nursel Ünden ORTAÇ’ın ardından bugün yüzlerce uçak teknisyeni, 10 binlerce kabin memuru ve yer hizmetlerindeki havacılık sektörünün kadın kahramanlarıyla başarıyla hizmet veriliyor.
Anne olmak, insan yetiştirmek ve hayata filiz veren bir toprak gibi olan kadınlarımızın bu kutsal gününü canı gönülden kutluyorum. Bugünün gerek anlam ve önemini gerekse ülkemiz sektörümüzdeki künyesini bir kez daha dile getirerek hafızalarımızı tazelemek istedim.
THY’de kadın çalışanlarımızın bizlere ulaşan birçok sorun ve sıkıntısını her daim dile getirdik. Esnek çalışma modeli ve süt izinlerinin kullanılması servis imkanlarının daha güvenli sunulması gibi önümüze gelen her konuda onların yanında olmaya çalıştık. Sendikalarında bu konuya mümkün olduğunda pozitif ayrımla yaklaştıklarını biliyor ve bu konuda atılacak her adımı da destekliyoruz. Özellikle Sabiha Gökçende kreş ve anaokulu projelerinin muhakkak hayata geçirilmesine ihtiyaç var. Verilen kreş yardımları günümüz şartlarında çok yetersiz. Bu yoğun tempo içinde sağlıklı bireyler yetiştirmesi, evine ailesine karşı sorumluluklarını yerine getirebilmesi bakımından kadınlarımıza hak ettikleri değeri ve esnekliği göstermemiz lazım.
Diğer gündemimiz devam eden THY’deki toplu sözleşme dönemi. Karşılıklı gergin çıkışlar, ardından çekilen kılıçlar ve yapılan sert açıklamalarının bu süreci nereye taşıyacağını herkes merakla bekliyor. Bir taraftan sendika temsilci ve yetkililerin ekip odalarına alınmadığı ve engellendiği iddiaları bir yandan yapılan zam oranları ile ilgili iddialar yenilir yutulur cinsten değil. Açıkçası bizler her zaman başta çalışan, emek veren kesimin hak ettiği ücretlerin ve beklentilerinin karşılanması tarafındayız. Bu uğurda verilen her türlü onurlu ve haklı mücadeleyi sonuna kadar destekleriz. Özellikle artık herkesçe açık açık bilinen ve yargıya da taşınan bu fazla mesai ücretlerinin hesaplanması ve Pazar mesaileri konusunun gerçekten çözüme kavuşması gerekiyor. Açık açık toplu sözleşmelerde belirtilmiş olmasına rağmen bunun ihlali asla kabul edilebilir değil.
Hele ki THY gibi büyük bir kuruma ve bence çok başarılı işlere imza atmış yönetim kadrolarına bu tarz polemikleri asla yakıştıramıyoruz. Vardiyalı çalışan bir teknisyenin dinlenme günü olan Pazara fazla mesai için çağrılıp 8 saat çalışmasının ardından fazla mesai ödenmesi apaçık bir emek hırsızlığı ve hak gaspıdır. Ben bu konunun Ahmet BOLAT Bey’e üstü örtülerek açık açık anlatıldığına ve koskoca bir camianın kendi personelinin fazla mesai saatlerini kırpmaya muhtaç olduğuna inanmıyorum. Özellikle bayram ve resmî tatillerdeki fazla mesai hesaplamalarını öğrendiğimde bu kadar fırsatçı ve işgüzar bir düzenin nasılda sessiz sedasız yıllardır sürdürüldüğüne inanamadım.
Apaçık toplu sözleşmeye aykırı biçimde fazla mesai ödeniyor. Ne pazarı ne resmî tatili kimsenin sözleşmeyi taktığı yok resmen emekler gasp ediliyor. Ahmet Bey’in bu duruma mutlaka müdahale etmesi lazım. Sendikaların bu konudaki haklı tepkisini dikkate alması gerekiyor. Burada kabin memurundan vardiyalı çalışan teknisyenlere kadar her grubu incelediğinde çok açık biçimde buradaki haksızlığı görecektir. Uzunca yıllardır bu şekilde yapılan hak gaspının bir an evvel düzeltilmesi gerekiyor. Bunu istismar ederek çalışanı göreve çağıranlardan da bunu hiçbir hukuki gerekçesi olmadan uygulayanlardan da hesap sorulmalı.
Biz yıllarca THY gibi büyük bir camiadaki büyüklerimizden ‘’Kimsenin parası da hakkı da bu şirkette kalmaz’’ diye öğrendik. Ne bizi ne de bizden önceki nesilleri kimsenin yanıltmaya ve bu şirkete olan güvene zarar vermeye hakkı yok. Kendi şirketinin kendine haksızlık yaptığını düşünen biri nasıl gönül rahatlığı ile mesaiye gidebilir ki…
Gerilen ortamda herkesi geren açıklamaların, devam eden müzakerelere zarar verdiği çok açık. Haklı taleplerin savunulması ve bu konuda yasal normlar içindeki her türlü haklı direniş tabii ki çok önemli. Ama sorumluluk makamlarının temsil ettikleri kitleler ve mesul oldukları görevlere yakışır bir üslubun da korunması gerektiğini düşünüyorum. Neticede aynı masalara oturarak, bir şekilde uzlaşmak ve istişare içinde olmak zorundaysanız o masadan birbirinizin yüzüne bakacak şekilde kalkmanızda önemli. Profesyonel yönetim anlayışı hissi ve kişisel dili her zaman reddeder çünkü stratejik hatalara ve yönetim zaafına neden olur.
Bu süreçlerin bence hele ki böylesi hassas dönemlerde çok daha sağlıklı bir iletişim ile yönetilmesi lazım. Mücadele dili ve anlayışı çok önemli. Kabin ve kokpitteki çalışanların işlerini sağlıklı biçimde sürdürülmesi ve kurumun marka değerini de düşünerek hareket edilmesinde fayda var. Beklentilerin ortak bir yol ve akılda çözüme kavuşmasını diliyoruz. Ahmet Bey’inde Ali Kemal Bey’inde ortak paydası THY çalışanları olduğu için mevcut imkanların mümkün olan en yüksek düzeyde çalışanların lehinde bölüşülmesi gerekiyor. Uygulama ya da karar hatalarıyla yaşanan sorunlarının ivedi biçimde giderildiği bir çizgide ortak bir mutabakata ihtiyaç var.
Yine kimsenin külliyeye çağırıldık, bize bunlar dayatıldı ve racon kesildi klişesine ihtiyacı yok. Oturup masada sorunların konuşularak istişare edilerek çözülmesi bence her iki tarafında rolü ve fonksiyonu açısından çok daha kıymetli olacaktır. Aksi halde varlıklarını tartışmaya açıp, karar mekanizması ve rollerini pasivize eden bir durum ortaya çıkacaktır. Bu durumda çalışanlar madem öyle aidatları külliyeye ödeyelim, toplu sözleşme pazarlığını da cumhurbaşkanlığı makamlarında yapalım nasılsa hep orası karar veriyor bari bizde gerçek yetkililerle direk sonuca gidelim demeye başlarlarsa şaşırmayın.
Hepinize sağlıklı ve huzur dolu bir hafta dilerim…
Tis imzalandı ama istifaların ardı arkası kesilmiyor.Tecrübeli cs arkadaşlarımız peşpeşe istifa ediyolar.DHL,ryanair,Nayak,pegasus vb. gibi şirketler toplu şekilde THY TEKNİK ten teknisyen alımı yapıyor.Sadece son 15 günde 20 arkadaşımız istifa etti.Sorunlar sıkıntıların ardı arkası kesilmiyorken bu istifa furyası da durucak gibi gözükmüyor.Gel gelelim istifa edenler içinde MCC,Şef ve başteknisyenler bile var.Yaz operasyonuna sayılı günler kaldı,hangarlar uçak dolu ama teknisyen sayısı her geçen gün azalıyor.Bakımdan çıkan hemen hemen her uçakta arızalar meydana geliyor.Hat bakımda uçaklara tek teknisyen gönderiliyor ve mobbing ile gece vardiyasına getiriliyor,C bakımlar 5-6 teknisyen ile yapılmaya çalışılıyor ve ne mazeret ne yıllık izin veriliyor.Yönetim kulağının üstüne yatmaya devam ederse şirkette kaliteli teknisyen kalmayacak.Acil bir şekilde tüm teknisyen kadrolarına özellikle CS teknisyenlere seyyanen zam ve insani yönden iyileştirilmeler yapılmalıdır.Yaz operasyonu bu şekilde dönmez.Sayın yöneticiler mobbing yapmayı bırakın,insan faktörlerini hiçe sayıyorsunuz bu işin sonu tarihte onlarca örneği olan facialardan biriyle son bulacak yoksa.Sonra işler biz ne yaptık diye adaletin önünde hesap vericek noktaya geldiğince iş işten geçmiş olacak….
Her hafta hattan ayrı üsten ayrı istifa haberi gelirken Ö.T.Ç’in halen daha görevde olması tuhaf değil mi? Bir şeyler yanlış gidiyor, şirket kan kaybediyor. Aynı tas aynı hamam.
Zorla mesaiye cagiran izin istediginde dalga gecen vermemek icin alay eden baski ustune baski kuran sefleri istemiyoruz………