Dünyada yaşanan küresel kriz, tüm dünyayı kasıp kavururken, doğal olarak en büyük darbeyi dış borç batağına saplanmış ülkeler yiyorlar. Bu tür krizlerde insanlar öncelikli temel gereksinimlerini karşılama zorluğu yaşarken, seyahat, giyim, kuşam, eğlence vb.. gibi giderlerini de düşürme yoluna gidiyorlar.
Aslında krizin iki şekli var. Birincisi, gerçekten krizden etkilenerek üretim ve ürettiğini pazarlama, satma zorluğu çekenler, ikincisi ise, krizden tam olarak etkilenmese bile psikolojik kriz sendromuna girenler.
İnsanlar; ister gerçek krizin etkilerinde olsun, isterse krizi psikolojik karşılasın, anında tepki vererek yukarıda saydığım temel gereksinimleri dışındaki giderlerini anında düşürme yoluna giderler.
Buna bir örnek verecek olursak; 4 şeritli bir yolda normal hızda seyreden araçlar, ilerde yolun 3 şeride düşmesi durumunda arkadaki araçlar bunu kendileri 3 seride düşmeden birkaç kilometre uzaktan hissederler.
Veya normal trafikte birbirinin ardında seyreden araçlardan biri hafif veya gereksiz bir fren bile yapsa bu arkadaki diğer araçlarında sürat düşürmesine veya fren yapmasına yol açar.(yağmurlu havalarda yoğun olarak yaşanır)
Kriz ortamları için de aynı mantıkla düşünmeli ve olanları doğru anlamaya çalışmalıyız. Bir veya iki sektörün işlerinin bozulması bile diğer sektör kuruluşlarını da, aynen trafikteki araçlar örneğinde olduğu gibi etkilemekte, zincirleme etkilenme kaçınılmaz olmaktadır.
Bu nedenle, havacılık sektörümüz de aslında kendisiyle ilgisi olmayan bu küresel krizden dolaylı yönden etkilenmektedir.
Çünkü, insanlar iş görüşmelerine eskisi kadar sık gidemezse, tatil planlarını ertelerse, bu uçaklar nasıl uçacaklar ki… Mortgage nedenli Amerika’da başlayan kriz, aynı yukarıda verdiğim trafik örneğinde olduğu gibi, hızla arkadaki araçlara (sektörlere) fren yaptırıyor.
Havayolu yolcu bulamayınca; havalimanı işletmecileri beklenen karlılığı yakalayamıyor ve yap-işlet-devret sistemi içersinde devlete vereceği borç ödemesinde zorluklar çekmeye başlıyor. Havayolu uçamayınca; handling firmaları hizmet verdikleri uçak sayısı düştüğünden zarara giriyor ve zararını ne yazık ki işçi çıkartarak minimize etmeye gidiyor.
Havayolu yolcu bulamayınca; uçaklara ikram satan firmalarda beklenen hedef tutturulamıyor veya kalite düşüklüğü ya da onlarda sefer sayısı düştüğünden ilk olarak gözünü personeline çeviriyor. Uçaklar fazla uçmadığından bakım süreleri hemen gelmiyor, dolaysıyla motor ve gövde bakımları için gitmeleri gereken MRO merkezlerine uçaklarının bakım zamanı sıklıkla gelmediğinden bu merkezlerin de boş kalmasına neden olunuyor.
Zincirin halkaları gibi, adeta biri birinin içine girmiş havacılık sektörümüzde bu konuda biri birinden doğrudan etkilenen daha birçok örnek vermek mümkün.
Ülkemizdeki turizm ne yazık ki yaz ayları ile kendinden söz ettiriyor. Kış turizmine yönelik çok fazla tesis ve aktiviteler olmaması, ülkemizi turizm konusunda en fazla 6–7 aya mahkûm etmiş durumda. Bu nedenle havayolu şirketleri de bu gerçekler paralelinde kış aylarında uçaklarını ground etmemek için yabancı ülkelere filolarını wet lease şeklinde kiralayarak kendilerini korumaya almaya çalışıyorlar.
2008–2009 Ocak ayları karşılaştırmasında Antalya %29 trafik kaybetmiş bu rakamın Şubat ayında %35 e ulaşacağı söyleniyor. Lufthansa, British Airways gibi dev şirketler zarar açıklarken hatta daha da ileriye giderek personel çıkartabileceğini veya maaşlardan %20 kesintiye gidilebilinir sinyallerini verirlerken gayet tabidir ki bu sarsıntıdan ülkemiz havacılığının etkilenmemesi düşünülemez bile.
Kısaca, yerli olsun yabancı olsun, herkes uçaklarını almış; pazar, pazar dolaşarak birilerinin kendi uçaklarını kiralamasını bekliyor. Uçak almak ve kiralamak için tam fırsat deniyor, ancak, bu cesarete girerek filo büyütmek isteyenler için; ya aklı yok, ya da krizin ne zaman biteceğinden(!) emin olmaları gerekir diye düşünüyorum.
Bana sorarsanız, dünyadaki krizin ne zaman biteceğini söyleyemem ama ülkemizde gerçek krizin etkilerinin yerel seçimlere endeksli olduğunu net olarak söyleyebilirim. Yerel seçimler sonucunda, netice ne olursa olsun krizin en yüksek noktasına ülkece çıkacağız.
Krizde en önemli konu, sıcak paranın gideceği yer. Sıcak para girişi, düşen enflasyon neticesinde hükümetlere Show olanağı sağlıyor, ama sonuçta ülkeden de çok şey götürüyor. Şu anda IMF ile sıcak para girişinde bile büyük sorunlar yaşanıyor. Reel ekonomide büyük düşüşler ve issizlik oranlarında artış yaşanıyor. IMF, hükümeti köşeye sıkıştırıp, ümüğümüzü sıkıyor, ekstra öneriler ve dolayısıyla yaptırımlar istiyor.
Sonuç olarak; ülkedeki gerçek krizin boyutu, nisan ayında daha net görülecek ve bu tarihten sonra ileriye bakarken ak mı yoksa kara mı? yı görmek daha kolay olacaktır.
Elbette ki,yaşayıp göreceğiz…
İyi haftalar…