Havacılığa olan tutkumu görenler ‘’Pilot olmayı hiç düşündünüz mü?’’ diye sorarlar. ‘’İlk yıllarımda düşünmüştüm ama çok istemedim sanırım. Yoksa bir kez olsun denerdim’’ diye cevap veririm. Tabii iş sadece istemekle olsa güzel olurdu ama maddi manevi oldukça da zorlu bir süreçtir. Ama pilot olmayı isteyip, kabinden kokpite geçen çok arkadaşım oldu. Bu süreçte verdikleri emeği iyi biliyorum. Uçuşlarda konuşurduk ‘’Eğitimim var, sınavım var, uçuşum var’’ diyerek uzayan sohbetlerimiz olurdu. Sonunda onları ideallerine kavuşmuş olarak görmek gurur vericidir. Artık kokpite girip ‘’Kaptanım’’ dersiniz.
İlk zamanlar hitaplar karşılıklı biraz yadırganır ama düzen hemen oturur. ’’Tavır değişti mi?’’ diye sorarsanız çok daha mütevazı olmuşlardı. En azından benim bildiklerim öyleydi. Bazıları ilk alışkanlıklarını unutmaz, yanınıza gelip dolapları karıştırır hatta kendi kahvesini kendisi yapmak ister. Güzel sohbetler eskisi gibi akmaya devam eder. Sonuçta havacılık ekip işi. Hangi konumda olursak olalım ekip olabilmek emniyetli ve keyifli bir uçuşun anahtarıdır.
Gerçi havacılıkta tavır değişmesi olağan durumlardır ama her meslekte olabileceği gibi mevki ile gelen tavır değişikliği, karakterle ilgili bir durumdur.
Kokpit elbette uçağın en büyüleyici yeri. Pilot olmasam da kokpitin ruhunu farklı bir şekilde hissedebildiğimi düşünürüm. Oraya her girişimde beni ilk karşılayan pencereler, ruhunun aynası olur. Gece gündüz, kapıyı her açtığında sihirli bir kapıyı açar gibi başka bir sahne karşılar seni. O pencerelerden akan zamandan büyülenmemek elde mi?
Her kabin memuru gibi benim de o koltuklarda bolca çekilmiş fotoğraflarım var. Laf aramızda ellerim lövyenin üzerinde, duruşum sanki arabanın direksiyonunu tutuyor gibi pozlarımı ayrı bir severim.
23 Nisan çocuğu gibi o koltuğa oturmamıza her izin verdiklerinde heyecanlanmamak elde değildir. İlk zamanlar eğitim amaçlı olur. Ne kadar bilsen de aklından ‘’Şu ileri kolu neredeydi ya? ‘’Buradan mı geri yatırılıyordu? ‘’ diye aklından geçirir, elinle çaktırmadan kontrol edersin. Sonra etrafına bir bakar, dalar gidersin.
Uçuş esnasında kokpitten biri çıkıp, ekipten biri içeri girdiğinde ‘’Yerime otur ‘’diyenler çok olur. ‘’Yok kaptanım, böyle arka koltuklar da iyi’’ dersiniz ama ısrar edilir. Ben de bu ısrara dayanamamış gibi yapar, hızla geçerim koltuğa. Onlarınki bizimkilere göre daha konforlu, daha marifetli tabii. Koyun derisi kılıfı yazın serin, kışın sıcak tutar. Tüylü, yumuşak kılıflar ortamın mekanik havasına aykırı gibi dursa da sanki anne eli değmiş, koltuğa bir örtü serilmiş gibi rahatlık hissi de verir. Yani bizim garibim açılır kapanır, sert, bir numarası olamayan oturma yerlerimize göre berjer gibi asil durur.
Bana emanet edilmiş koltuğa her geçişimde, başlarım diğer pilotla sohbete. Yakın olduklarıma ‘’Bir iki düğme çevireyim mi kaptanım?’’ diye dikkat dağıtıcı bir soruyla sohbeti açar, meraklı sorularıma geçiş yaparım. Sağ olsunlar, meşgul değillerse her sorunuzu cevaplamayı severler. Ben de onları mutlu etmek için pişman ettirecek kadar soru sorarım. ‘’Yükseklik korkunuz var mı?’’ Bir iki kişide vardı. ‘’Hiç UFO gördünüz mü?’’ En sevdiğim sorum. Birkaç kişi ‘’Sanki gördüm’’ dediyse de tatmin edici hikâye duyamadım, bekliyorum. ‘’Onlara inanıyor musun?’’ dediklerinde, kocaman gülümseyerek cevabımı veririm. Beni yoldan geçerken alsınlar diye bu işe başladığımı bir bilseler…
Kokpitten gökyüzüne bakmak başkadır. Uzaylılara denk gelmiş kadar şaşırtıcı manzaralara, geçilen her sınırla değişen şehirlere, değişen mevsimlere, olağanüstü hava olaylarına hatta yakınınızdan geçen uçakları görünce, sanki sen hareket etmiyorsun da onlar hızla geçiyormuş hissine dünyanın en güzel ofisinden şahit olmak ayrıcalıklı bir deneyimdir.
Sanki görkemli bir sinemada fantastik bir filmi üç boyutlu gözlükle izliyor gibi hissederim. Aksiyonu, farklı kültürlerden insanlar tanımayı seven ruhum, kabinin büyüsünden hiç çıkmadı. Benim için kabin, bitmesini hiç istemeyeceğim bir filmin en heyecanlı sahneleri, kokpit ise filmi size daha çok sevdiren, aklınızdan çıkmayan film müziği gibi unutulmaz ve etkileyici…
Havacılık, bu dünyada deneyimlenmesi gereken en özel alanlardan biri. Metal kuşun kanatlarında geçen yıllarla, hayallerimin ötesine geçmiş gibi hissederken, bu muhteşem icadın kumandalarının sizde olması kim bilir nasıl bir duygudur? O zaman bir kez daha dünyaya gelirsem, ruhumu bu deneyimden yine mahrum bırakmak istemez, bu kez ellerimi dünyaya açılan kapılardan, dünyayı gezdiren kumandaların üzerinde tutarak hikayeme devam ederim…
Sevgili Arzu harika bir yazınızı büyük bir zevk le okudum ve çok beğendimi ifade etmek isterim. Aklına emeğinize sağlık yeni yazılarınızda görüşmek dileğiyle selam ve sevgilerimi sunarım
Güzel yorumunuza mutlu oldum. Çok çok teşekkür ederim :)
Yazınızı haftanın son günü işlerimin arasında bir fırsat bulup okudum. Haftanın tüm stresini aldı. Anlattığınız konu, kullandığınız kelimeler, anlatım şekliniz ister istemez yazının sonuna vardığımda suratımda huzur dolu bir sırıtmaya vesile oluyor. Çok istediğim halde havacılık sektöründe çalışmak nasip olmadı ama sizin gibi havacılıkla alakalı insanların (pilot, kabin memuru, uçak teknisyeni, dispatch vs.) yaşadıklarını okumayı çok seviyorum. Daha nice yazılarınızı kaleme almanız dileği ile…
Biraz fazla romantik bir havacıyım sanırım :)))
Çok teşekkür ederim:)
Her zamanki gibi çok güzel bir gözlem, çok güzel bir anlatım..
Hangarlarda ve atölyelerde doğru tabir ile o metal kuşları neredeyse iskeletine kadar söküp takanların içinden birisi olarak bakım sürecinde böyle bir romantizm yaşamadığımı söylemek isterim. Benim yaşadığım romantizm anı elimin değdiği, üzerinde çalıştığım bir uçağın pistten güvenli bir şekilde havalanıp gözden kaybolup gittiğini gördüğüm anlar sanırım. :) Ama siz çok güzel anlatmışsınız.