Değerli okurlarım
Öncelikle tüm okurlarımın, Ramazan Bayramını kutluyor, sağlık ve afiyet içinde güzel bir bayram geçirmelerini diliyorum.
Yine bir bayram günü ve yine Avşa adasındayım. Bayramlar bu adada kendini daha yoğun hissettiriyor. Aile büyükleri ile sabah başlayan telefon trafiği öğlen saatlerinde, kendini bire bir bayramlaşmaya bırakıyor. Allaha şükür gelenimiz gidenimiz bayağı çok. Bilirsiniz, bu tür ufak tatil yörelerinde hemen hemen herkesi tanırsınız. Esnafla, yazlıkçılarla, müşterilerinizle, çalışanlarınızla tek tek bayramlaşmak gerekiyor. Yaşlanmanın, avantajlarını hissetmemek elde değil. Çünkü bayramlaşmaya gelenler, gittiklerimden çok fazla oluyor.
Bu hengâmeli ortamda, yazı yazmak çok zor oluyor. Malum hem müşterilerle ilgilenirken, hem de bayramlaşmaya gelenleri ağırlıyoruz. Bu arada etrafımda dolaşan çocuklarının bağırışları ve bilgisayarımda oyun oynamak istemeleri işin bir başka boyutu. Bu ortamda, kafamı toplayıp sektörümüzü ve çalışanları ilgilendiren ilgi çekici bir konu bulup yazmak zor olacağından bende köşem boş kalmasın diyerek, sizleri gülümseteceğini düşündüğüm ve UTED’in iftar yemeğinde eski meslektaşlarım ile sohbet ederken, “illaki yaz” abi dedikleri bir anımı sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Bildiğiniz üzere Rahmetli Özal zamanında maaşlı çalışanlar için vergi iadesi sistemi başlamıştı. Özal’dan sonra da devam etti. “Önce alışveriş sonra fiş” sözcüğü TV lerde en çok izlenen kamu spotu idi. Aslına bakacak olursanız güzel bir uygulama idi. Bu uygulamanın gayesi, esnafı müşteriye fiş veya fatura vermeye, bu yolla kayıt altına alınmaya zorlamasıydı. Bir diğer deyişle esnaf ve büyük firmalar, vatandaşların denetimine bırakılmıştı. Fatura ve fiş almadan alışveriş yoktu diyebilirim. Çünkü maaşlı kesim aldığı fiş veya faturanın karşılığında vergi iadesi almaktaydı. Ayrıca seyrek de olsa, vergi denetçileri mağaza çıkışı müşterinin yolunu keser, satın aldığın malın fiş veya faturasını gösterir misin diye denetim yaparlar, belge gösterilemezse hem alıcıya ve hem de satıcıya ceza uygularlardı. Uyanık satıcılar müşteriye “fiş almazsan % şu kadar indirim yaparım” derler ve bu yolla kayıt dışı kalıp vergi kaçırmaya çalışırlardı.
Alışverişlerde aldığımız fatura ve fişleri, özel bu maksatla basılmış zarflara tek tek nereden alındıkları ve miktarları ile yazar ve zarfın içine tüm fiş ve faturalarımızı koyardık. Her sene bayağı yüklü vergi iadesi alırdık da…
Tabii ki bazılarımız gerçekten yaptıkları alışverişlerin faturalarını koyarken, alışverişi fazla yapmayan bazı çalışanlar oradan, buradan fatura ve fiş toplar sanki kendi harcamalarıymış gibi zarfa koyup vergi iadesi almaya çalışırdı. Hatta bu sahte fişli uygulamalar bir ara o kadar büyük boyuta çıkmıştı ki inanılmaz. Örneğin; bir ton fasulye, bir ton nohut gibi temel gıda maddelerini fiş ve faturaları zarflara koyanlar bulunurdu. Bu uygulama, bazı kişiler tarafından illegal olarak ticari faaliyete dönüştürülmüştü. Tabii ki sahte fiş veya faturaları bedavaya verecek değiller ya… Kaç liralık fatura istiyorsan belirli oranda peşin parayı aracıya vermek zorundaydınız.
Tabii ki bende o zamanlar THY’de çalıştığımdan vergi iadesi için harcamalarımı yazar ve zarfa koyardım. Maliye bakanlığı sahte fatura ve fişlerle ilgili denetim mekanizması kurmuş ve çalışanların tüm fatura ve fişleri kontrol edilir hale getirilmişti. THY’de aynı uygulama başladı ve Maliye resmen genel müdürlüğe yerleşerek, çalışanların verdiği zarfları tek tek açarak yüklü miktarda vergi iadesi almanın önüne geçilmeye başlandı. Genel müdürlüğe isim, isim çağrılmalar başlandı. Maliye şüphelendiği fatura ve fişler için resmen zarf sahibi kişileri sorguya aldı.
Günlerden bir gün, benim ismim anons edildi. Maliye benim vergi iadesi için topladığım faturaları incelemeye almış ve aldığımız ücretin üstünde fatura vermem dikkatlerini çekmişti. Teknik departmandaki arkadaşlar anında olayı duymuş ve bana “sende mi Sefa bey” demeye başlamıştı. Belirlenen günde genel müdürlükte maliye temsilcilerinin önüne çıktım. Sert mizaçlı ukala diyebileceğimiz bir memurla konuşmaya başladık. Benim zarftaki faturaları eline almış bana tek tek bu ne diye soruyor, ben de ona cevap veriyordum. Sefa Bey sizin yıllık gelirinizin çok üstünde faturanız var. Sizin THY’den aldığınız maaş ile bu faturalalardaki eşyaları ve kıyafetleri alamazsınız tarzı bir konuşma başladı. Bende onlara alınan faturaların, çok büyük firmalardan alınmış olduğunu istenirse araştırabileceklerini söylüyordum. Adam bana takmıştı bir kere. Elinde büyük bir giyim firmasının faturasını sallıyor ve siz buradan mı giyiniyorsunuz diyordu. Bir nevi aşağılama söz konusu olur gibiydi.
İşte o zaman ben sinirlendim ve genel müdürlükteki odaya toplanan maliyecileri pencereye davet ettim ve tam genel müdürlüğün önünde duran bir hafta önce aldığım, son model xxx marka özel, spor arabamı göstererek buda benim arabam, gerci onun da faturası var ama araç faturaları geçmiyor diye yazamadım dedim.
Maliye memuru olan kişi bir bana bir arabaya bakarak sizin mi o araba dedi. Tabii ki benim dediğimde, kusura bakmayın Sefa Bey gidebilirsiniz dedi.
Bu konuşma anında teknikte ve THY genel müdürlüğünde yankılandı. Maliye memurları çok kişinin canını yaktı. İsmi bende mahfuz o memur ile benim diyalogum ve kusura bakmayın demeleri efsane gibi tüm şirkette uzun süre yankılandı.
UTED’in 2017 iftar yemeğinde illa da yaz sefa bey, maliye memurunu nasıl şey etmiştin onu yaz diye ısrarlı isteklerini yazacağımı söz verdim ve bayram dolayısı ile sektörde kayda değer bir gelişme olmamasını fırsat bilerek verdiğim bu sözü tutuyorum.
Madem bu bir anı yazısı oldu. O halde ben yine özel arabalarla ilgili farklı bir anımı daha anlatayım.
THY’de birlikte çalıştığımız tüm arkadaşlarım tarafından benim araba merakım bilinir. Bir zamanlar çok meraklıydım. Şimdilerde pek meraklı olduğum söylenemez. Eskiden ben 70 yaşına bile gelsem yine lüks spor araba kullanırım derdim ama öyle değilmiş. Benim yerime artık araç merakımı oğlum devam ettiriyor.
1990 lı yıllarda henüz Türkiye’de satışına başlanmamış bir araba dikkatimi çekmişti. Firması henüz satışına başlamamış ve lansman fiyatları belirlendiğinde ilk alanlardan biriydim. Bu arabanın kapıları uzaktan kumanda sistemi ile çalışıyordu. (Bugün için sıradan ama o günler için özel) aynaları ve camları elektrikli kumandalı idi. Çok beğendim. Almaya karar verdiğimde, firmanın satış müdürü benim meraklı olduğumu, maden bulduğunu anladı ve yanıma yaklaşarak, bu araç için ekstra bir donanım var. Özel olarak sipariş verirseniz o donanımla birlikte getirtiriz dedi. Donanım ne diye sorduğumda, uzaktan kumandalı motor çalıştırması diye cevap verdi.
Uzaktan kumandalı motor çalıştırması ne işe yarardı ki?
Soracağım soruyu anlamış gibi hemen cevap verme gereği duydu. Aracınızı kapısını açmadan önce motoru uzaktan çalıştırıp, iç mekan ısıtma,koltuk ısıtma, klima gibi sistemlerini çalıştırıp, yazın soğuk, kışın ise ısınmış aracınıza binebilirsiniz diye cevap verdi. Bu opsiyonel donanımın bedeli nedir dediğimde 10.000 Mark diye cevapladı. Sıfır ve tanınmış bir araba alıyorsunuz. Kimsede olmayan bir sistem size opsiyonel sunuluyor ve sadece 10.000 Mark isteniyor. ilginç geldi. Peki diye cevaplayarak, siparişi verip aracın Türkiye’ye gelmesini bekledim.
Araç geldi ve teslim aldım. Kontrol ettim, sorun yoktu. Uzaktan kumandasıyla motor çalıştırmayı denedim,problem yaratmadı. Pilin gücüne göre 20-25 metreden rahatlıkla çalışıyormuş. Plakaları takıldı aldım eve geldim. İlk testi aile bireylerimle yaptım ve araç çok beğenildi. Yeni aracımla işe gidip gelmeye başladım.
Arkadaşlar arasında sevilen ve muzip yapılı biri olduğumdan, arabamı görenlerin hayırlı olsun. Allah kazasız belasız kullanma nasip etsin iyi niyetlerini aldıktan sonra içimden bunlara muziplik yapma geldi ve benim bu yeni araba sahibinin sesini algılayarak motor çalıştırıyor. Start deyince çalışıyor, Stop deyince duruyor dediğimde dananın kuyruğu koptu.
Olur, mu öyle şey demeye başladılar. Deneriz dedim. Tüm vardiyadaki arkadaşlarım ile aracın yanına geldik. Hadi bakalım çalıştır şu motoru da görelim dediler. Benim elim cebimde tabii ki. Uzaktan START dedim ve motor anında çalıştı. Şimdi durdur bakalım dediler. STOP dedim durdu. Herkes birbirine bakıyordu. İçlerinden bir arkadaş bir anda Start diye arabaya bağırdı. Tabii ki çalışmadı tık yok. Bak her zaman çalışmıyor diyince ben cevabı yapıştırdım: Bu araç için özel olarak sesimin kaydını firmaya verdim. Yani, araçta ses tanıma sistemi var diye cevap verdim. İnsanlar şaşkındı. Bir daha çalıştırmam ve durdurmam istendi ve devamlı birkaç kere bu işlemi yaptım. Artık inanmışlardı…
Ertesi gün işe geldiğimde etrafımı yeni vardiyadan çıkan arkadaşlar sardı. Sefa Bey, sizin vardiyadaki arkadaşlar bu arabanın motorunun sesle çalıştığını ve durduğunu söylediler inanmadık. Biz de görmek isteriz. Çalıştırıp durdururmusunuz diyince işin büyüdüğünü fark ettim. Duymayan kalmamıştı. Artık kurtuluş yoktu her işe geldiğimde bu isteği alıyordum. Her seferinde elim cepte Start-Stop demek zorunda kalıyordum. (Tabii ki elim cebimde) Bu ses kontrollü arabam tüm THY çalışanlarına yayıldı.
Bir gün yine aracımla işe gelmiş ve vardiya şefliğinde, iş teslimi yapılırken, yani işten çıkacak olan vardiyadaki arkadaşların bıraktığı işleri teslim alırken içeri üst düzey bir yönetici girdi. Bana dönerek Sefa Bey siz bir araba almışsınız, sesle kontrol edebiliyormuşsunuz. Ben araştırdım böyle bir sistem yok. Tüm arkadaşlar odada ve benim cevabımı bekliyorlar. Ben şimdi, aracın motor çalıştırmasını kumanda ile yaptığımı söylesem beni tükürüğe boğarlar. Kandırıldıkları için çok kızarlar.
Bende evet efendim dedim. Hadi bakalım gidelim arabanın yanına dedi. Aracın yanına gittiğimizde ben yine Start-Stop demeye başladım. Ancak yönetici olan kişi bu dedikoduyu duymuş ve incelediğinde motor çalıştırmanın sesle değil uzaktan kumanda aleti ile mümkün olacağını okumuş olacak ki… Çıkar elini cebinden dedi. Bende çıkardım ama avucumda hala saklı kumanda var. Hadi çalıştır bakalım dedi. Start-Stop dememe kalmadan avucumu açtı ve kumanda aletini gördü. Sonra beni iyi bir fırçaladı ve “beni de kandırmak için buralara getirdin ya pes yani” dedi. Ben de “aman efendim, ben sizi kandırmak istemezdim ama siz arkadaşların yanında bunu sorunca ben onları kandırdım diyemedim, yalnız olsaydık size gerçeği söyleyecektim” deyip geçiştirsem de bu üst düzey yönetici ile o olaydan sonra pek de anlaştığımız söylenemezdi.
İş hayatım çok ama çok keyifliydi. 30 sene çalıştığım THY’de bedava tekrar 30 sene daha çalışabilirim.
Ancak bir şartla…
O dönemki arkadaşlık ilişkileri ile…(ne yazık ki, bu artık mümkün değil)
8 Yorum
- Yorumların Sıralanışı
- Yeniden Eskiye
- Eskiden Yeniye
Haziran Perşembe günü Thy ‘nin çeşitli birimlerinde iş aktı fesh edilen kişiler oldu… Sendika ile anlaşıldığı gibi gerçektende toplu çıkarmıyorlar 5-10 kişilik gruplar halinde cıkarımlar yapılıyor
Sefa bey nerede o senin camiaya yaşattigin o guzel günler
Başkanım harikasınız.sizin döneminize çok kısada olsa yetişebildim.harikaydı.sevgi saygıyla…
Sefa Bey senin zamanında dedikoduyu Hiç olmazdi değil mi Herkes On numaraydı ama ya şimdi bakHer şey nasıl Her şey nasılmis poh poh
sen bu anıları kitap yapsana. thy yönetimi ve onların adamları olan yeni arkadaşlar okurlar da thy bizden önce neymiş, muhabbetler nasılmış,arkadaşlık,dostluk ne demekmiş,iş ahlakı,hak,hukuk ne manaya geliyormuş öğrenirler belki…
şu ayakkabı muhabbetini de bir anlatsan da gençler doğrusunu öğrensinler.
o sana takan uğraşan maliyeci benle de uğraşmıştı. Kompleksli bir yaratıktı
Hangarda eski abilerin konuştuğu konuydu bu. Farklı farklı anlatılıyordu.Açıklık getirdiğin için teşekkürler. Sizin zamanınız pek keyifli imiş . Şimdilerde bu tür arkadaşlıklar muhabbetler mümkün bile değil.