featured

LUFTHANSA REZALETİ..

LUFTHANSA’NIN YAPTIĞI IRKCI YAKLAŞIM…
 
İstanbul’dan San Francisco’ya olan yolculuğum 1,5 saat gecikmeli başladı. Uçak (LH 1771) Atatürk Havaalanı’ndan pistteki sıra nedeniyle geç kalkmak durumda kaldı. Kaptanın “Önümüzde 15 uçak var, kalkışımız biraz daha zaman alacak –sabrınız için teşekkür ederiz-“ dediğini çok net hatırlıyorum. Uçakta benim gibi Amerika’ya gitmekte olan pek çok insanın Münih’ten aktarması vardı ve bu durumda uçaklarımızı kaçıracağımız çok aşikârdı.  Doğal olarak herkes kabin ekibine uçuşları hakkında sorular soruyordu ve hostesler bize Münih’i durumdan haberdar ettiklerini ve bize de daha sonra durumumuzun akıbetini bildireceklerini söylediler.
Münih’e iniş yapmadan önce uçaklarımızı kaçırdığımızı fakat durumumuzla ilgileneceklerini söylediler. Hostesten duyduğuma göre uçakta San Francisco’ya giden 10-12 yolcu vardı ve bağlantı uçağını 20 dakika geciktirebilseler biz uçaklarımızı kaçırmayacaktık. Tabii ki bu durumda olan sadece ben olsam, böyle bir şey beklemezdim ama 12 kişi için olmayacak şey değildi.
Her neyse, hepimiz uçağımızı kaçırdık ve bizi Lufthansa Müşteri Servisi’ne yönlendirdiler. Münih’e indiğimizde akşamüzeri 4 idi (23 Ocak) ve çok fazla insan sıra bekliyordu (ciddi anlamda çok). Bu arada San Jose State University’de hocalık yapmakta olan Haluk hoca ile ve öğrencisi Furkan ile tanıştım. Hepimiz SF’e gidiyorduk, sıra numaralarımızı aldık ve beklemeye başladık. İlk başta her şey çok normaldi çünkü bizi tek kişilik otel odalarına yerleştireceklerini ve geceyi orda geçirip sabah uçuşlarından birine bineceğimizi öğrendik.
Ama asıl hikâye –eğlenceli kısım- buradan sonra başlıyor: Anlaşıldı ki, otel odalarını tabii ki Amerikan vatandaşlarına ya da vizesi, yeşil pasaportu olanlara veriyorlardı. Haluk hoca Amerikan vatandaşı olduğu için Frankfurt’a uçup, oradan SF’e direk uçmayı tercih etti çünkü sabah toplantıları vardı ve sabah orada olmalıydı. Ama benim Schengen vizem ya da yeşil pasaportum olmadığı için bana tek verdikleri 20 Euro değerinde bir yemek kuponundan ibaretti ve aktarma uçuşum en erken sabah 8’de mümkün olabiliyordu. Bu arada bana yeniden uçuş ayarlayan kadın bana yeni bir bilet ya da çıktı vermedi sadece bir yemek kuponu tutuşturdu elime. Aynı kadın Furkan’a 15 Euro değerinde iki yemek kuponu ve Air Canada’dan isterse 100 dolarlık indirim sağlayabileceğini söyleyen bir kağıt verdi. Tabii ki bu duruma pek bir anlam veremedik çünkü Kanada rotamızla pek bir alakasızdı.
Sonra Lufthansa’dan bir bayanla tartışan bir grubun yanına iliştim. Tartışmanın özeti şu idi:
Bizimkiler:
–  Uçaklarımızı kaçırmamız bizim hatamız değil, burada kalmamızın sebebi sizsiniz.
 
Lufthansa görevlisi bayan:
– Haklısınız.
Yani kendi suçları olduğunu kabul etmişlerdi dolayısıyla bu durumda bir şeyler yapmalılardı, biz de üst düzey bir yetkili ile konuşmaya gittik. Bir ödeme, telafi bedeli, herhangi bir şey hak ettiğimizden çok emindik. Fakat o yetkili kişi “ Hayır, bu sizin suçunuz, biz bir şey yapamayız ama uçak İstanbul’dan neden geç kalkmış sorayım” dedi ki zaten biz hava trafiğinden olduğunu belirtmiştik. Ama bizi dinlemedi ve bir yeri aradı, neresi bilmiyoruz, belki de aramış gibi yaptı ve geri geldiğinde hava muhalefetinden olduğunu söyledi. (Belirteyim İstanbul’da hava güneşliydi, tek bir bulut bile yoktu ve bunu söylemesi benim yetkili kişinin uydurma bir yeri aradığı ya da ne bileyim şarkı falan söylediği gibi teorilerimi kanıtlar nitelikteydi, neticede Almanca bilmiyoruz).  Nitekim bize yardımcı olmadı ve yemek kuponundan daha da fazla bir şey yapmayacağını söyledi. Bu arada bu yemek kuponu çok önemli çünkü 15 €’nuz varsa hepsini bir seferde harcamak zorunlu, dolayısıyla gecenin ilerleyen saatlerinde aç kalmak istemiyorsanız, şimdi ya da daha sonra yemek gibi bir karar çok stratejik bir hal alıyor. Zira bir daha kupon vermiyorlar.
Bu arada etrafıma bakındım ve bizden başka herkesin gitmiş olduğunu fark ettim. Peki bizi biz yapan özel durum ne idi? Hemen açıklayayım: 17-18 kişilik bir gruptuk ve hepimiz Amerika’ya ulaşmaya çalışıyorduk, grubumuzun yaş aralığı 17’den taş çatlasın 35’e kadardı, yani hepimiz genç ve Schengen vizesi olmayan insanlardık, ama en önemlisi TÜRKİYE VATANDAŞI idik. Evet, bu kısım durumumuzun en can alıcı noktası, yaşlı veya hamile değilsen bir Türk olarak orada kalmak durumundasın. Lufthansa ekibine bir takım önerilerde bulunduk ve geri çevrildik:
–       Bizi de Frankfurt’a uçurun böylece biz de geceyi burada geçirmek zorunda kalmayalım. OLMAZ
–       Bari salonlarınızdan birine giriş izni verin orada rahat edelim. OLMAZ
–       E peki günlük vize verin? OLMAZ, ÇÜNKÜ TÜRK VE HİNTLİLERE GÜNLÜK VİZE VERMİYORUZ.
Ve Lufthansa’da çalışan görevli bayan ekledi, “İsterseniz şu kapıdan göç etmeyi deneyebilirsiniz.”
Şimdi, hiçbirimizin Almanya’da kalmaya çalışma gibi bir girişimi olmadığı çok aşikâr çünkü elimizde öğrenci belgelerimiz var. E hiçbirimiz de Amerika’ya gidiyormuş gibi yapıp Almanya’da illegal bir şekilde çalışma ve hayat kurma hevesinde değiliz, olmamız da saçma. Ama bu cümleden sonra her şey bir anda daha da çirkinleşti çünkü yüzümüze baya, açık açık ırkçılık yaptıklarını söylediler ve tutumları da çirkindi, tabiri caizse b.k parçası muamelesi gördük.
Hepimiz havaalanında kalmak zorunda kalan ilk insan topluluğu olmadığımızın farkındaydık, şikâyetimiz daha çok tutuma idi. Söyledikleri şeyler, davranışları bizi hem üzdü, hem de sinirlendirdi. Doğru düzgün yardım etmeyi bırakın, bir şeyler talep ettikçe de tavır gördük ki taleplerimiz temel ihtiyaçlarımız içindi; uyumak için yastık, battaniye, gece için diş fırçası, su, verebilecekleri herhangi bir şey için otuz kere istememiz gerekti ve üstüne üstlük durumumuz için biz suçlandık. Air Canada aktarma uçağı bozulduğu için iki gündür orada kalan bir arkadaşımız vardı (Relin). Ve uçak yapılana kadar onun durumu hakkında hiçbir şekilde yardımcı olmaya çalışmadılar. Relin psikolojik olarak çok hassas durumdaydı. İki gün boyunca tek başınıza bir havaalanında kalmaktan bahsediyoruz, uçak ne zaman tamir edilir bilinmiyor, edilene kadar oradasın, kaba davranılıyor, aileni çok aradığın için tafra yapılıyor ve çok fazla şey istediğin için kızılıyor. Bir adamın şöyle bağırdığına şahit oldum: “ Burada olman senin suçun, benim değil. Ayrıca telefonu zaten çok kullandın, daha fazla kullanamazsın” (Bir müşteriyi uçağı bozmakla suçlamak çok şık bir hareket). Bir zamanlar müşteri daima haklı değil miydi? Ayrıca uçak bozulduysa bu Lufthansa sorumluluğunda değil midir? Nasıl bir müşteriyi suçlayabilirsin?
Bu arada, kaza eseri, tamamen tesadüfen oradan birine bize hiç yeni bilet verilmediğini söyledim. Bir baktık ki, bizimle ilgilenen hanımefendi bizi sabahki olup olmayacağı kesinleşmeyen “o” Kanada uçağına yerleştirmiş. Takdir edersiniz ki Furkan’ın indirim kuponunun esrarı o anda çözüldü. ( Bir nevi bulmaca gibi, doğru uçağa binmek için doğru ipuçlarını takip etmelisiniz ).  Bir de öğrendik ki saat 8’de olan uçak Kanada uçağı olduğundan, biz 11.30’daki Washington uçağına binip oradan SF’e aktarma yapabiliyorduk ve bu en kolay yoldu. Demek oluyordu ki biz o havaalanında 20 saat geçirecektik. ( Ha tabi bir de yaşasın ki yakalamamız gereken başka bir aktarma daha vardı ).
Münih Havaalanı’nın komik tarafları, bedava internet diye bir şey yok, otel yok, soğuk, her şey ama her şey akşam 10’da kapanıyor ve gece tamamen boş. Yani biz havaalanındaki birkaç güvenlik ve temizlik görevlisi dışında yaşayan tek canlı varlıklardık. “Bir grup genç kapalı kaldıkları havaalanında esrarengiz bir şekilde tek tek öldürülür” gibi bir korku filmi için mükemmel zemin.
Ama pek değerli Lufthansa ekibi bize gönüllerinden kopup bir kapının önüne trambolinimsi yataklar hazırlamışlardı. Verdikleri yastıklar ve battaniyeler de ayrıca gönülleri çeldi. Yani ya çocuk boyu, ya da özellikle ve sadece ayaklarımızı sıcak tutmak üzere tasarlanmış olabilirlerdi. Yataklarda hareket ederken çok dikkatli davranmalıydınız, zira sola döneyim derken kendinizi havada bulabilirdiniz çünkü neticede altınızdaki bir trambolindi. Çevresel faktörler de önemli idi, ışıklar açık, etraf soğuk ve biz uyumaya çalışırken, neşe dolu temizlik görevlilerinin şen kahkahaları ile de gecemiz ayrıca şenlendi. Münih havaalanında her geceniz ayrı bir hayat deneyimi, misal; ben bir kova sudan bu kadar ses çıkabileceğini orada öğrendim. Sabah olduğunda da bize 7 Euro verdiler ki kahve alıp, aç kalalım. Kahvaltılarımızı tabii ki biz ödedik ama Lufthansa bize bir güzellik yapıp kahve almış oldu.
Sabah 11.30, Münih, kalkışa hazırız. Washington’a gideceğiz. Tabii ki uçağı alkol ile yıkamaya karar verdiler ki biz diğer aktarmamızı da kaçıralım. Ciddi ciddi bir şakanın ya da psikolojik bir deneyin parçası olduğuma kendimi inandırmaya başlamıştım. Çünkü Washington’a iniş 15.45, yetişmemiz gereken uçak 16.30. Mümkün mü? Değil çünkü pasaport kontrolü yapılacak, valizlerimizi alacağız bir daha check-in yapacağız, çok uzun sırası olan bir güvenlik kontrolünden geçeceğiz ve uçağa yetişeceğiz. Elimdeki opsiyonlar şunlar idi:
Oracıkta ağlamaya başlayacaktım.
Bir Lufthansa görevlisine saldıracaktı
Her şeyden vazgeçip Washington’da bir otele yerleşecektim
Koşacaktım.
Koştuk, deli gibi koştuk ve başardık. Ama keşke bir kamera olsaydı da bizim o halimizi çekseydi istedim. Çünkü bu sefer film aksiyona dönmüştü, sıralar, valizler, D26 kapısını bulmamız ve oraya C1’den başlayarak koşmamız (maraton da diyebiliriz). Hatta koşarken düştüm, Furkan’a da “Beni
Sen koş!” dediğimi bile hatırlıyorum, dizim de hala acıyor. Uçağa bindiğimizde uzaylıya benzediğimizden hiç şüphem yok. Çünkü o anda kırmızı, terli, nefes alamayan, garip bir dilde konuşan, dizi falan yırtık, histerik kahkahalar atan bir insandım.
Bu deneyimden sonra eski ben, ben değilim, biliyorum. Sağ salim evime geldiğime çok memnunum çünkü bu yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve dünya üzerindeki herhangi bir havaalanında başka bir aktarmayı yakalamaya çalışırken öleceğimi düşünüyordum.
San Francisco’ya 42 saat sonra ulaştım. Evime 25 Ocak, saat 20.30’da ulaştım.
Şanslıyım ki yapacak önemli işlerim yoktu ama toplantısı, sınavı, dersi olanları düşünemiyorum. “Lufthansa bizi esir aldı.” önemli bir görüşme kaçırmak için yeterli bir mazeret olmayabilir.
Ama o gece benimle olan herkese teşekkür ederim, siz olmasanız yapamazdım. O havaalanında tek başıma olduğumu düşünemiyorum bile.
Lufthansa’ya teşekkür ederim, beni daha güçlü bir insan yaptığı için(!).
Münih Havaalanı’na teşekkür ederim, müşterilere böylesi olanaklar sağladığı için(!).
Almanya’ya teşekkür ederim, Türklere bu kadar insani ve kesinlikle ırkçı davranmadıkları için(!).
Münih Türk Konsolosluğuna teşekkür ederim, aradığımızda çok yardım ettikleri için(!).
Size teşekkür ederim, bu yazıyı okuduğunuz için.
İlgi Çandar
 
 
 
 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir