“İşçiyiz, güçlüyüz” sloganını duymayanınız yoktur. Sendikacılarımızın sıklıkla kullandığı bu sloganı, özellikle toplumun birlikte hareket etmesini arzu eden sendikacılarca kullanılır. Peki, gerçekte işçi güçlü müdür? Şüphesiz ki Hayır!
Emeğini satarak geçimini sağlamak zorunda olan işçinin, bireysel olarak güçlü olabilmesi olanaksızdır. Bunun için örgütlü bir yapılanma ve güçlü bir lider gereksinimi vardır. Çünkü, Türk toplumu lider odaklıdır.
Özellikle belirtmek isterim ki, Türk insanının yapısı ile Avrupa ya da Amerikalı insan yapısı arasında dağlar kadar fark vardır. Türk insanının yapısını iyi bilen liderin, sevilebilmesi ve toplumu arkasına alarak yürüyebilmesinin en büyük koşulu; toplum mühendisliğini iyi bilebilmekten geçer. Ülkemizde bu konuyla ilgili eğitim-öğretim programı olan bir okul olup, olmadığını bilmiyorum. Bu konunun; sadece okuyarak değil, ancak hayatın içinde yaşanarak, gözlemlenerek öğrenilebileceğine inanıyorum.
Kısaca; toplumsal yapıyı bir mühendislik alanı olarak kabul ederek, şekillendirmeye yönelik projeleri uygulamak olarak özetlenebilmesi de olanaklıdır.
Türk halkının entelektüel yapısına baktığınızda; okumayı değil, dinlemeyi seven, duygusal, ajitasyondan etkilenen, sorgulamayan, derinliğine incelemeden başkasının etkisinde kalan, yardımsever, gelenek ve göreneklerine bağlı bir toplum olarak görürüz. Ancak, son zamanlarda insanlarımızın bu değerlerine yönelik toplum mühendislerince asimilasyona uğratma işlemleri uygulanmaya çalışıldığını görmemek mümkün değil.
İşte bu yapıyı ve değişikliği iyi gözlemleyen bir lider, tüm toplumu arkasına alıp istediği hedefe yönlendirebilir.” İşçiyiz-güçlüyüz” söyleminin altında yatan, aslında güçsüzlüktür. Hani gecenin bir karanlığında bir mezarlıktan geçerken sessizliğin ve karanlığın beyinde yarattığı ses ve görüntüleri önleyebilmek amacıyla, eller cepte, dudaklarda bir ıslık çalarak yürünür ve biriyle karşılaşıldığında “korkmuyorum, rahatım” havası verilmek istenir ya, işte öyle bir şey.
İşte bu ünlü söylem eşliğinde bağırarak yürümek, toplumu (sözüm ona) rahatlatır ve güçlülük duygusuna kaptırır. Toplumun hedefe kilitlenmesini sağlamak amacıyla; “toplum mühendisi” özellikleri olan sendika liderlerince ve yandaşları aracılığı ile bu sistem, sıklıkla uygulanır ve bu slogan eşliğinde yürütülür. Bu uygulamayı; maçlarda sıklıkla rastladığımız, amigonun taraftarlara yaptırdığı showa da benzetebilirsiniz.
Hatta stad içi anonslarda, ses tonu etkili bir çığırtkan tarafından 12 numara diye bağırılarak, seyircinin kendi kendine ”taraftar” diye bağırması sağlanır. Böylece seyircinin motive olarak maça odaklanması ve bağırıp-çağırarak coşkulu olması hedeflenir.
Hem işçi hem güçlü olunabilir mi? Şüphesiz (bu koşullarda) Hayır! Ancak, ıslık çalarak, yürüyüş yaparak ve biri birini etkileyerek, beraberlikten alınacak güçle, teke tek olmasa da toplumun birlikte hareketinden alınacak güçle, bazı durumlarda karşı koyma gücünü kullandığı da bir gerçektir.
Konumuz işçi sınıfı olduğuna göre; burada aslında bu konuyu biraz açmak gerekir. Ancak, bir şekilde hem işçi hem de güçlü olunabilir… İşçi sınıfının üretimden gelen oldukça da etkili bir gücü vardır. Bir an düşünelim; tüm işçi sınıfının bir anda ortalıktan çekildiğini düşünelim… Yaşam duracaktır! Ancak, bu gücü kullandırmaz işverenler. Hepinizin bildiği gibi işçinin birlik olması çeşitli oyunlarla, etkilemelerle, birliği bozacak tüm olanaklar kullanılarak engellenir. Varolan sendikal haklara ve sendikalaşmaya karşı uygulamalar, hep bu birliği bozmak içindir. Karşısında güç istemez işveren; yukarıda da değindiğimiz gibi, işçilerin sadece slogana indirgenmiş soyut bir söylemde kalması sağlanır. Buna günümüzde etkisizleştirilmiş sendikaların da aracı oldukları gözlenmektedir.
Sonuç olarak; işçi sınıfının var olan etkili gücü, çeşitli engellemelerle asla kulllandırılmaz!
Genelde sendikaların aracı edildiği bu sisteme karşı işveren yönetimleri zayıf kalmaktadırlar. Çünkü, onlar bu işleri bilememekte ve öğrenmek de istememeleri de işçiler için bir şanstır. Yönetici düzeyinde çalışanlar; emeklerini satarak geçinmelerine karşın, işçi olarak çalışmadıklarından, işçinin olaylara ve konulara bakışını kavrayamazlar. Çünkü, yaşam olanakları ve aldıkları çok farklı ücretlerle işveren safındadırlar.
Çalışma hayatım boyunca işverenin başarılı olduğunu gördüğüm ilk hareket; THY Genel Müdürü Tezcan Yaramancı’nın Hava-İş Sendikasına karşı yürüttüğü ve grev oylaması gibi işverenin kazanma olasılığı olmayan bir eylemde başarılı olması idi. Tezcan beyin, aynı sendikacıların uyguladığı tarzı gözlemliyerek başarıya gittiğini ve sonucunda Türkiye’de kamuda yapılan grev oylamalarında ilk defa işverenin kazandığını gözlemledim.
İlginç bir toplu iş sözleşmesi idi. Belleğim beni yanıltmıyorsa; sene 1993 idi. Bir tarafta sendika başkanı Atilay Ayçin; her zamanki klasik sloganlarını haykırıyor, diğer tarafta Tezcan Yaramancı, şirketin kendi ses hattından tüm çalışanlara seslenerek, aynı biçimde yanıt veriyordu. Sendika bülten dağıtıyor aradan bir saat geçmeden işveren o bültene karşı kendi düşüncelerini içeren bülten dağıtıyordu. Sendika temsilcilerinin hepsi gerev oylaması için var gücüyle toplumu “Evet’e yönlendirmeye çalışırken, Tezcan Yaramancı tüm genel müdür yardımcılarını (Yusuf Bolayırlı da içinde) evlerine yollamayarak, aynı sendika temsilcisi gibi 24 saat “Hayır” çıkması için çalıştırıyordu. Sonuçta, ne yazık ki, işveren kazandı. O toplu iş sözleşmesinde; Tezcan beyin o ünlü “ben ne dersem o olur” söylemi; yazık ki uygulama alanı buldu ve işveren başarısını getirdi.
Tezcan Yaramancı’nın,” kaybedersem istifa ederim” dediğini, ağzından duymuş biri olarak, UTED dergide, kaybeden sendika başkanımıza yönelik “sen de istifa etmelisin veya acilen olağanüstü genel kurula gitmelisin” diye bir yazı yazmıştım.
Ancak, o bağıran gürleyen arkadaşımız, bu hodri meydanı duymazdan geldi. Bunun ikincisini de son genel kurulda yaşanan tek ve şaibeli bir oyla verilen devam kararında izledik. Zamanında çekilmeyi bilememek bir gün mutlaka kovulmayı getirecektir. Kovulmadan,yenilmeden alkışlarla genel kurulu terkedebilmenin zevkine doyum olmaz.
Bu zevki, doyumsuz tüm liderlere tavsiye ederim.
THY-Teknik A.Ş ve TEC sözleşmeleri, bence mevcut sendika yönetiminin senelerce gevşeklik içinde olmaktan çıkıp, koltuklarının tehlikeye girdiğini görerek çalışmaya başlamaları nedeniyle başarılı geçmiştir. Bu nedenle; muhalefet yapan ve tartışmalı ve şaibeli bir oyla seçimi yitiren muhalif gruba tüm çalışanlar bir teşekkür borçludur.
Yarışma kaliteyi getirir. Yarışmanın olmadığı yerde, Tezcan Yaramancı örneğinde olduğu gibi, yenilgiler yaşanmıştır.
Havacılık topluluğunun, tümünün sendikal birlik içinde olması şarttır. THY’de var olan sendikalaşma, diğer havacılık şirketlerinde olmadığından, şirketler arasında haksız rekabet getirmektedir. Örneğin;Teknik A.Ş, müşteri uçaklarından birine “C” bakım için X ücret isterken, adam/saat ücretlerinin maliyetini hesaplıyarak önerisini sunmak durumundadır. Ancak, bir başka şirket aynı bakım uçağı için, adam/saat maliyeti Teknik A.Ş’ye göre düşük olduğundan, daha az bir fiyat öneriyor ve bakım işini alabiliyor. İşte burada şirketsel bazda haksız rekabet oluşuyor.
Bu konunun diğer bacağı olan işciye baktığımızda ise, onlarda da aynı yanlışın devam ettiğini gözlemlemek olanaklı. Örneğin; Teknik A.Ş, işçisine sendikal haklardan doğan 3 lira vermek zorunda kalırken, diğeri sendikal hakları olmadığından 1 lira verip maliyetleri düşük tutup, müşteri işini kaparken, aslında işçisinin hak ediş ücretinden kazanıyor. Kısaca hak yiyor. Bu sadece teknik departmanlarda değil, her branşta aynen seyrediyor.
Yasal bir engel olmamasına ve Türkiye Sivil Havacılık Sendikası isminin başındaki “Türkiye” geneli kapsadığını göstermesine rağmen Hava-İş sendikasının 22 senelik bu yönetiminin diğer havayolu şirketlerinde örgütlenememesini, ben tamamıyle beceriksizlik olarak yorumluyor ve sektördeki haksız rekabetin en büyük suçlusu olarak görüyorum.
Sonuç olarak; İşçi sınıfının gücünü temsil eden emekçilere bu konuda çok deneyimi olan biri olarak önerim; her zaman çalışanların haklı istemlerine dayanan güçlü bir muhalefeti, mevcut yönetimde kim olursa olsun, demoklasin kılıcı gibi başlarından eksik etmemelerini sağlamak olacaktır. Yönetimde kim olursa olsun, muhalefet çok önemlidir. Güçlü bir muhalefet, güçlü ve demokrat bir yönetimi getiririr. Ve hepsinden önemlisi, ancak o zaman <işçiyiz güçlüyüz> sloganının gerçek bir anlamı olacak ve içi doldurulacaktır.
NOT/ Kişisel blog’umda Polis helikopterinin düşmesi ve her zamanki gibi alt yapısal eksiklikleri tüm çıplaklığı ile yorumlamaya çalıştım.(Lütfen Tıklayın)