featured

Havadaki Yılbaşı

Köyün sokakları; çobanın güttüğü, salına-sallana yürüyen kara hindilerin bağırışları ile yankılanıyor. “Glu glu glu….glu glu….”. Çocuklar camlara, köy sakinleri  çobana kafaları uzatıyorlar.Dişiler hanım hanımcık, erkekler gürültücü, ikide bir kabarıyorlar. Pazarlık başlıyor; tartılıyor hindi, bir fiyat alındıktan sonra evin bahçesinde beslemeye başlıyorlar hindiyi.  Yok, Bolu hindisinin yumurtaları Kanada’dan geliyormuş, bunlar Kandıra’lı kara hindiler. 50’lerde hangi Kanada hindisi? Her gün adamcağız ayazda bahçeye çıkıyor, mısır yutturuyor hindiye, semiz olurmuş. Gırtlakta mısır yol alırken, parmaklarınla dışarıdan aşağıya doğru yavaşça, incitmeden ibiğini sıvazlayacaksın. Hayvanı da ürkütmeyeceksin, o yine bağırır, glu glu…
Vakit öğleye yaklaşırken, adam listeyi cebine yerleştirdi, bu kadar mı diye sordu karısına, sonra çocuğun elinden tutup hızlı adım istasyona yürüdü.
-Nereye gidiyoz bab-ba? Kara tren köyden Sirkeci’ye 45 dakikada ulaşıyordu. İnleye, oflaya, istimler sala sala gara vardıklarında, baba kız tramvayla Galatasaray’daki Balık pazarına ulaştılar. Meyhanelerin yanındaki dar yokuşu tırmandılar. Hristo kapının önünde, bacak bacak üstüne atmış, höpürdetiyor kahveyi. Telaşla ayağa kalktı.
-Ooooo… kalimera pasam (günaydın), hos gelmissin Memet beey, buyur otur. Kıza da bir sandalye verdiler, bacaklarını ileri geri sallamaya başladı.
-Ali…kap ordan iki çay yavrimu, Memet beey demli sever. Kız çayı içemedi, gözleri lakerda ve midye tavalardaydı. Çocuklar sokaklarda bir şey istemezlerdi, öyle öğretilmişti. Mehmet bey anladı, çocuk da çubuk midyeyi lüpletti. Lakerda alamazlarmış, annesi tarama yapacakmış, o yüzden balık yumurtası getirmelerini tembihlemiş. Bozuldu ama renk vermedi, köyde lakerdacı Erdoğan vardı nasıl olsa. Hristo kapıdan uğurladı….efharisto (teşekkürler) Memet beyciğim, mutlu yıllar!
Ellerinde paketlerle, Boğazkesen’den 8 kişilik dolmuşa bindiler, Sirkeci’den yine kara tren… Hava kararmıştı.
Eziyetli bir haftanın sonunda garibin çilesi doluyor, bıçak altına yatıyor. Kaynar suya batırıp telekleri aksi istikamette yolmak  bir eziyet, ince kılları alevde alazlamak ve ince tüyleri cımbızlamak   muvaffakiyet, ne o, hindi yenecek! Zeytinyağlı lahana sarması, tarama, Rus salatası (o zamanlar öyle denirdi sonra Amerikan oldu) haşlanmış hindi ve pilav, en sonunda cevizli kabak tatlısı, şööleee şerbeti aka, damlaya.
Tek eğlencesi radyo olan insanların skeçlerle, müziklerle geçirdiği yemeğin arkasından, fırdöndü oyunu geceye damgasını vuruyor.
*****
Bebek Belediye Gazinosu 1967.Yer gösterenler, masalarına yerleşenler, hafif bir müzik, tatlı-neşeli minik kahkahalar, etrafı kolaçan etmeler. Hoş, hafif parfümler eşliğinde hışırtılı kabarık etekler. Az sonra başlayacak yeni yıl kutlamaları için kıpır kıpır yürekler. Küçük grubun erkekleri İstanbul’un tanınmış yüzleri. Biri, Türkiye Petrollerinden gelmiş müdür yardımcısı mesela. Diğer ikisi;  eski meclis başkanının ve valinin.oğulları. Siyah saçları briyantinli olan genç adam Tünel’deki ünlü fotografçı. Hanımlar; belediyeden, iktisadi devlet kuruluşundan ve havacılık sektöründen. Grup menü ile ilgilenirken, garsonlar tepsilerle servise başlıyorlar. Tereyağı ve kızarmış ekmek ile kuver açılıyor. Peynir çeşitleri (o zaman Rokfor yok), tarama, pilaki, midye dolma, zamanın ünlü mezesi beyin salatası, arkadan sıcaklar gelecek!
İyi dileklerle başlayan tadımlıklar art arda tüketilirken, valinin oğlu karşı masada oturan beyefendi ile selamlaştı. Zat-ı muhterem, THY genel müdürü. Selamlaşma bitmiş de olsa, genel müdür kaçamak bakışlarla masayı inceliyordu. Hanımlardan biri rahatsız oldu, tadı kaçmıştı.
Hindinin but ve kanatları böyle yerlerde kime ikram edilir, bilen varsa beri gelsin! Dilimlenmiş göğüs etleri, iç pilav üzerinde yenmeyi bekliyordu ama soğuk ve kayış gibiydi. Zaten kimsenin hindi filan umurunda değil, as solist sahneye çıkmak üzere, ışıkların çoğu söndürülmüş.
Konfetiler, komik şapkalar, masklar eşliğinde gece biterken, kimileri topluca ünlü işkembeciye gidiyorlardı, biri hariç.
1 Ocak sabahı; kargalar gak demeden, Yeşilköy Hava Limanı’ndaki nöbet görevine gelen kabin memuru gözünü kırpmamıştı. Huzursuzluğu akşam  başlamıştı zaten. Herkes uçuşuna gelip, nöbetçiye ihtiyaç kalmadığında, kulaktan kulağa bir haber yayıldı; “genel müdür apronda”. Hıııı…bir bu eksikti! Baş hostes anında odada bitiverdi, karşılama telaşındayken kapı açıldı. Genç kız eşyalarını toplamış çıkmak üzere. Önce meteoroloji sonra da pilot odasına uğrayan genel müdür baş hostes ile tokalaşırken bakıştılar….sonrası mı? Bir şey olmadı da, kızın ağzı kurumuş, elleri buz kesmişti, koştu eve, anlatmaya başladı. Babanın yeşil gözleri gölgelendi (tamam, evlenince uçuşlar yasak ama bu kız da sözlenmeyecek mi yani). Sessizce dinledi.
*****
Hac zamanı dışında, Cidde’ye tarifeli seferler programlanmıştı. Önce DC-10 ardından A.310 İstanbul’dan direkt, bazı günler de Adana bağlantılı parkuru tam yolcu kapasitesi ile gerçekleştiriyor, her ulustan iş adamı, B/C uygulaması olan THY’nı tercih ediyor. İkram kuruluşu Abela tepsiler içinde mükemmel menüler sunuyor. *Poached Eggs a la Florentine’den başlayıp Ravioli’ye uzanan geniş bir yelpaze. 1974’de bir DC-10 İstanbul’dan havalandı. Kabin amiri kokpit’e girdiğinde, kaptan koltuğunun arkasında devasa bir demet bordo gül gördü. Yayla gibi uçak oldukça boş, belli ki kimse yılbaşı akşamı yola çıkmak istememiş.  Cidde’de kapı açılıp yolcular uğurlandıktan sonra, kokpit ışığı yandı ding-dong. Kaptan Nazif Demirkaya kabin amirine, ekibin orta kapıda toplanmasını söyledi. Öyle ya, 345 kişilik uçağın kapısı da bol olur. Yavaş adımlarla kokpit’den çıktı, kollarında mis kokulu kadife güllerle. Mahcup bir gülümseme ile hepimize birer gül uzatıp,  elimizi sıkıyordu.
-Yeni yılın kutlu olsun! Yeni yılın kutlu olsun! Sizin de………….
Gözler parlıyor, dudaklar kıvrılmış gülümsüyor… Saat gece yarısını beş geçiyor, yeni yıla kapıda girmiştik!
*****
Beynim uyku modundan çıkarken, gözlerim hafifçe aralandı. Günlük güneşlik günün ortasında koltuktaki şekerleme uzamış. Aralık ayının kısa günlerinden birinde, Saatli Maarif takviminin *Erbain”olarak tanımladığı en kısa, en soğuk zaman diliminde; güneş yerini kara bırakmış. Tembel tembel, koltuğuma daha da yayılıp, avare uçuşan kar tanelerini izlemeye koyuldum. Sanki dans ediyorlar… Neredeyim ben?
Eski köşk desem değil, Bursa Çekirge’de mi, ııhh… Cidde ya da İzmir? Uçakta mıyım yoksa ama ses yok! Onca zaman birikmiş yıl sonu anılarını hatırlayamıyorum. Havacının bayramı, yılbaşısı olmaz zaten! Yuvadan uzak bir yerlerde, boynu bükük dönüşü bekler.
Evin yanındaki otobüs durağında, yolcu alan otobüsün arkasına peş peşe sıralanmış, pervasızca, şımarıkça korna çalan özel arabalar zihnimi açtı. Otobüs de çok korktu ya, yolcular binmeden gaza basıp gidecek sanki… Bu manzara canım İstanbulum’da görülür ancak. Evet, yine köydeyim. Artık köylükten çıkmış bir köyde, evlikten çıkmış dairede. Yıl sonu yaklaştı, birkaç gün sonra yenisi geliyor yine. Doğrulup oturdum. Kaç yıl geçerse geçsin, ne kadar yaşarsan yaşa hiç bitmiyor. “Bitmeden bitmez ”derler ya. Yine umutlar var, istekler, beklentiler, Allaha yakarışlar. Gönül desen hep genç, yıllardan bana ne? Bu yılın sağlıklı, bereketli olacağına inanıyorum; benim için, ailem-yakınlarım, dostlarım, sizler… Hepimiz için!
 
* Ispanak üzerinde Mornay soslu poşe yumurta:(yumurta sarısı,krema,rende peynir ve beşamel karışımı)
 
 
 
 
 
 
 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

  1. 11 yıl önce

    Bu ne guzel bir anlatim. Oylece alip goturuyorsunuz o yillara.

    Cevapla
  2. 8 yıl önce

    O Nazif Demirkaya rahmetli dedemdi!
    Durduk yere hüzünlendim ben

    Cevapla