Havacılık tarihindeki ilk uçak kaçırma eyleminin 21 Şubat 1931’de Ford imalatı tri-motor uçağının Peru’nun başkenti Lima’dan Arequipa’ya giderken Byron Rickards tarafından kaçırılması olduğu kayda geçmiştir. Ticari uçağın ilk kaçırılması ise 1948 yılında gerçekleşmiştir ve neticesinde Cathay Pasifik’in hava aracı Macao yakınlarında okyanusa çakılmıştır. Çok sayıda elim hadise dolayısıyla konunun hukuki düzenlemesinin yapılmasına ihtiyaç duyulmuş olduğu sarihtir. Peki uçak kaçırma ile ilgili düzenlemeler nerede yer almaktadır? Hava korsanı kime denir? Nasıl müeyyidelendirilir?
Konunun hukuki alt yapısına bakacak olduğumuz takdirde ilk olarak 29 Nisan 1958 tarihli Açık Denizler Hakkında Cenevre Sözleşmesi’ndeki düzenlemelerden bahsetmek gerekecektir. Sözleşme her ne kadar aslen açık denizlerle ilgili olsa da hava korsanlığı ile ilgili hükümler de ihtiva etmektedir.
Sözleşme uyarınca;
a) Bir özel geminin veya bir özel uçağın mürettebatı veya yolcuları tarafından :
i) Açık denizde, bir gemiye veya uçağa veya bunlardaki kişi veya mallara karşı;
ii) Hiçbir devletin yetkisine tabi olmayan bir yerde, bir gemiye veya uçağa, kişilere veya mallara karşı, kişisel amaçlarla işlenen her türlü yasa dışı şiddet veya alıkoyma veya yağma fiili;
b) Gemiye veya uçağa deniz haydudu gemi veya uçak niteliğini veren olaylara ait bilgisi olmak kaydıyla bir geminin veya bir uçağın kullanılmasına isteyerek katılma fiili;
c) a ve b fıkralarında tanımlanan fiillerin işlenmesini teşvik eden veya bunları kolaylaştırmak üzere işlenen her fiil korsanlık sayılmaktadır.
Peki Cenevre Sözleşmesi akid devletlere ne yetki vermektedir?
Sözleşme uyarınca akid devletlere korsanlık fiili ile ele geçirilmiş olan uçaklara açık denizde veya hiçbir devlet yetkisinde olmayan yerlerde el koyma yetkisi ile bu uçakta olan kişilerin yakalanması ve el koyulması ile ilgili yetkileri düzenlenmiştir. Ancak bu yetki keyfi olarak kullanılamayacaktır zira keyfi el koyma halinde sorumluluk ile el koyma yetkisi olan gemi ve uçaklar da yine Sözleşme’de sarih olarak düzenlenmiş olan hususlardandır.
Ancak maddelerin tetkik edilmesi halinde görülebilecektir ki işbu düzenlemeler her türlü hava korsanlığını ihtiva eder mahiyette değildir mesela kişisel amaçlarla işlenmemiş eylemler madde lafzı uyarınca kapsam dahilinde değildir ve bu nedenledir ki takip eden yıllarda münhasıran uçak kaçırma suçu için konvansiyonlar tanzim edilmiştir.
ICAO’nun Çalışmaları :
1963’te ICAO kaçırılmış uçağın indiği ülkelerin mümkün olan en kısa sürede hava aracı kumandanının hava aracının yönetimini yeniden alabilmesi ve yolcu ve mürettebatın yolculuklarını devam edebilmesi için gerekli çalışmaları yapmasına yönelik olarak genel bir çerçeve oluşturmuştur.
1963 Tokyo Konvansiyonu’nda yer alan işbu düzenlemeler uluslararası işbirliği ile ilgili ilk adım sayılabilir. Konvansiyon’un yaygın şekilde kabulü ve uygulanabilirliği için ICAO Genel Kurulu Eylül 1968’de Buenos Aires’deki toplantısında A16-37 sayılı kararı alarak devletlere Tokyo Konvansiyonu’nu onaylamaları için çağrıda bulunmuştur.
Aralık 1968’de hava korsanlığı yapanların yargılanması ile ilgili düzenleme çalışmaları başlamıştır. Hava aracının sabote edilmesi ve zarar görmesi hadiselerinin artması dolayısıyla korsanlığının yanısıra hava aracının sabote edilmesinin de düzenlenmesi ihtiyacına binaen ICAO Genel Kurulu olağanüstü bir oturum düzenlemiştir. Ancak Aralık 1970’de Lahey’de hava araçlarının yasa dışı ele geçirilmesini değerlendirmek üzere Diplomatik Konferans’ın toplanacağı kesinleşmiş olması ve bir konvansiyon yapılması ile ilgili ivme kazanılmış olması dolayısıyla yeni gündem maddeleri ilave edilerek sürecin uzatılması istenilmediği için hava aracının sabote edilmesi ile ilgili olarak ayrı bir konvansiyon yapılması uygun görülmüştür. 16-30 Haziran 1970 tarihleri arasında gerçekleşen toplantıda A17-20 sayılı karar ile Konsey’den kuzey yarım kürede 1971 yazı bitmeden önce bir Konvansiyon hazırlamış olabilmesi amacıyla Hukuk Komitesi’ni bir araya getirmesi istenilmiştir. Bu nedenledir ki hava aracının sabote edilmesini düzenleyen Montreal Konvansiyonu 1971’de ayrıca düzenlenmiştir.
Konumuza dönecek olursak; arz etmiş olduğum üzere özellikle 60’lı yılların sonunda ve 70’lerin başında çok sayıda uçak kaçırma olayı gerçekleşmiştir. 1968 yılında 336 , 1970 yılında ise 70 tane başarılı uçak kaçırma hadisesi olmuş olması düzenlemelerin gerekliliğine dikkat çekmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Seyir Halindeki Sivil Hava Araçlarının Kuvvet Kullanılarak Yön Değiştirmesi ile ilgili 12 Aralık 1969 tarihli 2551 (XXIV) kararında devletlere gerekli tüm tedbirleri almaları; hava korsanlarını cezalandırmaları ve ICAO’ya destek vermeleri için dair çağrıda bulunmuştur. Ancak özellikle Eylül 1970 bu anlamda bir dönüm noktası olmuştur. Şöyle ki; Filistin Halk Kurtuluş Cephesi tarafından 6 Eylül 1970’de üç uluslararası havayolu şirketine ait Swissair DC-8, TWA Boeing 707 ve PANAM Boeing 747 uçakları aynı anda kaçırılmış bunlardan ikisi Amman’ın kuzey doğusundaki Dawson Havaalanı’na biri de Kahire’ye indirilmiştir. 9 Eylül’de de BOAC uçağı kaçırılmıştır. PANAM uçağı Kahire’ye inmeden kısa bir süre önce hava korsanlarından birinin el bombasının pimini çekmiş olması sebebiyle yolcu tahliyelerinin bitiminden kısa bir süre sonra uçak patlamıştır. Aynı gün Boeing 707 uçağı da kaçırılmaya çalışılmıştır ancak başarılamamıştır zira hava aracında bulunan Patrick Arguello isimli İsrail’li muhafız hava korsanını vurarak öldürmüştür. Bunun üzerine 9 Eylül 1970’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 286 no.lu kararı kabul ederek bütün yolcu ve mürettebatın serbest bırakılması ve devletlerin ilerleyen zamanlarda başkaca uçak kaçırma eylemlerinin olmasını önleyecek tedbirler alması için çağrıda bulunmuştur.
Aynı eylemin devamı olarak üç gün sonra da yukarıda da belirttiğim gibi bir BOAC uçağı daha kaçırılmıştır ve 11 Eylül’de bazı rehinelerin pazarlık amaçlı tutulması suretiyle çoğu kişinin serbest bırakılmasının ardından 12 Eylül’de Dawson’s Havaalanı’ndaki üç hava aracı da havaya uçurulmuştur.
25 Kasım 1970’teki 2645 (XXV) sayılı kararı ile Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da hava aracı korsanlığını kınamış ve bu kişilerin müeyyidelendirilmesi ile ilgili olarak gerekli tüm tedbirlerin alınması için devletlere çağrıda bulunmuştur. Aynı kararda Tokyo Konvansiyonu’nun onanması için de davette bulunulurken Lahey’de Aralık ayında gerçekleştirilecek toplantıda başarılı neticeler elde edilebilmesi için gereken tüm çabanın sarf edilmesi için devletlere çağrıda bulunulmuştur.
– Her akit devlet suçu şiddetli cezalarla cezalandırmayı taahhüt etmektedir.
– Suçlunun veya suçlu olduğu iddia edilen şahsın kendi toprakları üzerinde bulunduğu her akit devlet, şartların yeterli olduğuna kanaat getirmesi halinde bu şahsı tutuklayacak veya mevcudiyetini temin edecek diğer tedbirleri alacaktır.
– Suç akit devletler arasında mevcut suçluların iadesi anlaşmalarında iadesi mümkün bir suç olarak sayılacaktır.
– Akit devletler milli kanunlarına uygun olarak ICAO’ya suçun şartları, uçağın kontrolünün hava aracı kumandanına iade edilebilmesine ve yolcu ve mürettebatın yolculuklarına devam edebilmesine yönelik olarak alınmış olan tedbirler, suçlu veya suçlu olduğu iddia edilen şahıs hakkında alınan tedbirler ve özellikle iade formalitelerinin sonuçları hakkında en seri şekilde bilgi vereceklerdir.
Uçak kaçırma suçunun mutlak suretle müeyyidelendirilmesi amacıyla uluslararası toplantılarda da konunun önemi ifade edilmiştir. Bonn’da 1978’de yapılmış olan Ekonomik Zirve Toplantısı’na katılan 7 ülke derhal yürürlüğe girmek üzere hava korsanlarını izlemeyi, ya da yargılamak üzere başka ülkelere göndermeyi ya da kaçırılan uçakları geri vermeyi kabul etmeyen ülkeleri hava ulaşımı alanında boykot etmeyi kararlaştırmışlardır. Bonn Deklerasyonu uyarınca bu gibi ülkelere uçak seferleri düzenlenmeyecek ve uçakların zirve toplantısına katılan 7 ülkenin topraklarına inmesine izin verilmeyecektir. 29 Haziran 1979’de Tokyo’da gerçekleştirilen Ekonomik Zirve’de de Bonn Deklerasyonu’na geniş destek verilmesinden dolayı duyulan memnuniyet ifade edilmiştir.
Uçak kaçırma suçunun müeyyidelendirilmesine müteallik bir diğer önemli düzenleme ise Terörizmin Bastırılmasına Dair Avrupa Sözleşmesi(1978)’dir. 26.03.1981 tarihli ve 17291 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmasını ve onay belgelerinin Avrupa Konseyi’ne tevdiini müteakip 20.08.1981 tarihi itibarıyla Türkiye açısından da yürülüğe girmiş olan Terörizmin Bastırılmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’nde Lahey ve Montreal Kovansiyonları’nda düzenlenen suçların politik suç kapsamı dışında tutulmuştur. Bu suretle iadesi istenilen suçlu ile ilgili olarak talep edilen devletin suçun siyasi mahiyetine dayanarak geri verme talebine karşı çıkması olanağının ortadan kaldırılması veya sınırlandırılması suretiyle oluşabilecek boşluğun önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Devamı bir sonraki yazımda….
Herkese tüm sevdikleri ile beraber sağlıklı, mutlu huzurlu bir bayram dilerim,
Sevgi ve selamlarımla,
Elinize sağlık Nazlı Hanım. Konuyu cok kapsamlı bir şekilde analiz etmişsiniz. Ben çok beyendim. Umarım ki devamı yazınızda 1972 yılından başlanarak özellikle de o günkü darbe ve sıkıyönetim ortamında Türk Ceza Kanununa bu konuda konan ve idama kadar giden çok ağır cezai müeyidelere ve bunun nedenlerine de deyinirsiniz.
Çok teşekkür ederim Oktay Bey çok memnun olduğum beğenmenize. Devamında Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerini de ele aldım ancak yeni düzenlenmiş olan Pekin Sözleşmesi ve Pekin Protokolü dolayısıyla o konulardan da bahsetmem gerektiği için çok detaya giremedim. Umarım yeni yazımı da beğenirsiniz.
Saygılarımla,
Nazlı Can