featured

Güzel yemek, kötü mutfak.

Havacılık sektörünün ilerlemesi; yeni şirketlerin kurulması, yeni uçakların gelmesi; bu alanda verilen hizmet kalitesinin de paralel olarak gelişmesini zorunlu duruma getiriyor. Ayrıca, sektörümüzün önemli bir özelliği olan bu kaliteden de kaçmak, vazgeçmek gibi bir seçeneğiniz de yok. Yer hizmetleri, güvenlik, trafik, ikram gibi hizmetler uluslararası standartlarda eğitimi gerekli kılmakla kalmayıp, gerek istihdam, gerekse kalite açısından üst düzeye çekilmek zorundadır. Bunlardan birinin iyi, diğerinin yetersiz olması, zincirin halkaları gibi biri birine bağlı çalışan sistemden gerekli verimin alınamamasına neden olur.
Bu nedenle, bu kez; eğitimin sektörümüzdeki öneminden söz etmek istiyorum. 
İstediğiniz kadar; pilotunuza, teknisyeninize, dispeç’inize, operasyoncunuza eğitim verin. Bunun yanında eğer, bir push back operatörünün ya da körüğü uçağa yanaştıran çalışanın eğitimi ve deneyimi yeterli değilse, inanılmaz maddi zararlarla karşı karşıya kalacak, aynı zamanda oluşacak gecikmeler yüzünden prestij ve para kaybına uğrayacaksınız demektir. Çünkü; bu sektörde verilen hizmet, yukarıda sözünü ettiğim gibi; zincirin halkaları gibi bir birine bağlı olarak çalışmaktadır. Trafik, handling, ikram, kule, güvenlik, yükleme vb. gibi tüm hizmetleri bir arada bir havayolunun kendisinin yapabilmesi olanaklı değildir. Satın alınmak zorunda olunan bu hizmetleri almak durumunda kalan diğer şirket çalışanlarının da eğitimleri ve deneyimleri, kendi branşları doğrultusunda en iyisi olmak zorundadır. Yani havacılık sektöründeki hizmetlerin özelliği, entegre olmasıdır. Tüm zincirde zorunlu bir uyum olmak zorundadır. Bir yerdeki kopukluk, diğer hizmetlerin tümünü etkileyecektir. 

Kısaca; “Ben havayolu şirketiyim, oluşan yanlıştan ben sorumlu değilim” diyerek, yolcunuza kendinizin mükemmel olduğunuzu ama sektördeki diğer kurum ve kuruluşların hatalarından bazı aksaklıkların kaynaklanabileceğini anlatmak da zorlanırsınız.  Yolcu, sizin yolcunuzsa; yolcunun havalimanına gelip, yolculuğunu gerçekleştirip ulaşacağı yerdeki limandan çıkana kadar, -haklı olmasa da- sizin sorumluluğunuzda kendini görecektir.
 
Durum böyleyken, geçmiş birkaç yazımda da üst üste belirttiğim gibi; bizde önemli bazı konulara gereken önem verilmezken, önemsiz bazı konulara da daha fazla önem veriliyor ve “bir zincir, en zayıf halkası kadar sağlamdır” mantığına ters hareket ediliyor. Bu anlayışla, sadece sektörü tamamlayan iş gruplarında değil, şirket içindeki departmanlarda da sıklıkla karşılaşılıyor.
Bir havayolu şirketi, gerçekten A kategori bir şirket olmak istiyorsa; pilotuna, teknisyenine gösterdiği eğitimsel önemi, diğer personeline de aynen sağlamak zorundadır, bununla kalmayıp, kendine hizmet veren diğer şirketleri, hizmet kalitesi açısından denetlemek zorundadır. Çünkü; yolcu verdiği bilet ücreti karşılığında, tüm hizmetleri aynı kalitede almaya odaklanmıştır.
 
Şimdi de gelelim eğitim faktörünün Havacılık Yüksek Okullarındaki yapılanmasına;
 
İlk olarak 1986 yılında Eskişehir’de açılan ve okul açılışında panelist olarak Oya Torum’la beraber bulunduğum SHDT-35 in 2 sene bilfiil uçak üzerinde çalışma koşuluna uymadan lisans verilebilmesini tenkit ettiğim, o zamanki SHGM yöneticileriyle sempozyumda tartıştığım bu okulumuzun son zamanlardaki gelişiminden bilgim olmadığından herhangi bir yorum getirmeyeceğim. 
 
Fakat Kayseri Erciyes Üniversitesi’ne yapmış olduğum bir ziyarette, bir konuşma yaptım. Sağ olsunlar, okul öğrencilerinin kendi aralarında düzenlediği bu konferansa yoğun ilgi oldu. Saatler süren bir söyleşi yaptık, her şeyi masaya yatırdık. Sonuçta, bu genç arkadaşlar bana okullarını gezdirdi. Bu, pırıl, pırıl bilgiye susamış ve mesleklerini tam olarak öğrenip sektördeki profesyonel yapıya uyabilmek adına kaliteli eğitim isteyen gençlere sağlanan olanakları, 10 puan üzerinden değerlendirmek gerekirse;  ancak 5 puan verilebilecek konumda olduklarını net olarak ifade edebilirim.
Okulun akademik kadrosuyla yaptığım görüşmelerde; okulun devletten yılda 8 bin YTL(!) ödenek aldığı ve bu ödenekle ancak bu kadar eğitim yapılabildiği dile getirildi.
 
Günümüzün şartlarında, EASA 147 hatta 145 alma durumunda bırakılmış bu okullar, her zaman dediğim gibi “var mı, var…” mantıklı okullar kesinlikle yetersizdir.
Önce, elimizdeki okulları Avrupa standardına getirsek de yenilerini sonraya bırakalım desek, olmaz diyerek okul açma yarışına girerler. Çünkü amaç, nitelikten ziyade nicelik esaslıdır.
 
15-16 Mayıs da Kayseri Erciyes üniversitesi HaSeM’08 VII. Havacılık sempozyumuna katıldım. Güzel bir organizasyon yapmışlar, kutlarım.
Burada konuşmacılar bu okulun nasıl kurulduğundan ve Kayserili iş adamlarının okula katkılarından söz ettiler. Evet, gerçekten birçok yardım sadece bina olarak yapılmış. Ve yapan kişilerinde isimleri, okulların kapılarındaki büyük puntolu yazılarla değerlendirilip kendilerine gerekli jest yapılmış. Fakat işin ilginç yanı hiç kimsenin bu okulun içinde olması gereken laboratuar ve atölyelere yeterli desteği vermemiş olması. Sanırım eğitim için duvarların ve sıraların yeterli olabileceği düşünülmüş(!)  
 
Merak ediyorum, bu kadar bina yaptıran iş adamlarından birisine; “Efendim yeteri kadar bina yapıldı sizde bizim için son derece gerekli laboratuarlar, atölyeler, takım, teçhizat alımlarında ve tedariklerinde bize yardımcı olsanız” diyen yok mudur?
Yoksa bu saygıdeğer iş adamları, okuldaki boş binalara isimlerini verdirerek, kendilerinin her zaman anılmasının sağlanması varken, atölyedeki tezgâhlara, motorlara, nasıl isim veririz, böylece, nasıl sonsuza kadar ismimiz yaşayabilir, diyerek mi bu teklifleri geriye çevirmektedirler?
Sonuç olarak; sivil havacılık gibi, pahalı eğitim gerektiren bir sektörde bunun devlet imkânları ile yapılabilmesi, bugünkü şartlar düşünüldüğünde gerçekten çok güç.  
 
 Lufthansa örneğinde görülebileceği gibi mesela, THY veya özel girişimciler bu pahalı eğitim işine el atmalı, kendileri veya ortaklık şeklinde yapılanmalarla EASA standartlarına uygun teorik ve tatbiki eğitimler verecek okullar açabilmelidirler.
 
Eski öğrenim statülerinde öğrencilerin yedek subay olarak askerlik görevlerini yapmaları mümkün değildi. Bu dezavantajı kaldırmak dolayısıyla okula daha çok öğrenci tercihinin yapılabilmesi için olduğunu sandığım 2+1 den 4+1’e çıkarılan bugünkü sistemin, eskiden olduğu gibi 2+1’e çekilebilmesinin yolları aranmalı EASA kriterlerine uyabilme adına bu okulların EASA 145 ve 147 onaylı olabilmesi ve fiili deneyim sürecinin mecburi saatinin, bir şekilde öğrenim süresi içerisine dâhil edilebilecek şekilde müfredatta değişiklikler yapılması yoluna gidilmelidir.
Bunun yanı sıra, sektördeki teknisyen ihtiyacı, okulların mezun verme sayısına paralellik arz edecek şekilde bir arada değerlendirilmeli ve oluşacak olan arz/talep denge bozukluğuna müsaade edilmemelidir.
İyi haftalar dileğimle..

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir