Yemek cocot’ları (casserole) donuk yüklenir fırınlara. Fırlat at, geri gelip kafanı yarsın, o kadar yani. Kolay iş değil, her yemek türünün ısıtılma metodu-ayarı var. Yarısı yanabilir, yarısı da buz gibi kalabilir. Allah biliyor ya ilk fırınlarda -yaşamış olanlar bilir- öylesine ısıtırdık yemekleri. Af buyur; aç-kapa fırını, olmuş mu, olmuş! Eh… Tamam. Allahtan o yemekler bize yani ekibe aitti. Yolculara soğuk yemek servis ediyorduk. Kiralık 707’lerin galley’leri araştırma-keşfetme ünitelerimiz oldu.
DC-10’lar, Airbus’lar gelince iş ciddileşti. Yemeklerin kuruluğu ya da suyunun fazlalığı konularında yolcu eleştirileri alınca LSG, Skychef gibi catering firmalarına pişirme ve ısıtma talimatlarını sordum. Ben uçuştan ayrılmış, İkram Başkanlığı’nda görev yaparken, ikramcıların aklına gelmeyen konu buydu! Neden yolcu şikâyet ediyormuş, mis gibi yemek işte! Gelen cevapları Kabin Hizmetleri Başkanlığı ile paylaştık, ekiplere yayımlar yapıldı, şikâyetler de bitti elhamdülillah!
Isıtılan yemekler Troleyin karşılıklı iki kapağı açıldığında, öndeki tepsilere yerleştirilir. Troleyin ortasında kalan tepsilerin sıcakları da, troleyin üzerindedir. Bir şeffaf drawer (çekmece) beyaz peçetelerle allanır-pullanır, içine sıcaklar… Haydi, bakalım, kolay gelsin!
****
Bilirkişi der ki “oruca imsak vaktiyle başlanır, güneşin batışı ile birlikte iftar edilir. Yolcu gittiği yerin vaktine göre orucunu açar”. Buna göre kişinin nerede sahura başladığı değil; güneş battığında nerede bulunduğu önemli..Konunun uzmanları, “sahur yaptığı şehire göre hareket etmesi” gerektiğine dair bir hadis olmadığını söylüyorlar. Oruç açılan yerin zamanı, yani güneşin batması esas alınmalı. Dünyanın hangi şehri olursa olsun, oruçta ve namazda, herkes vardığı şehrin vaktine göre hareket eder. İstanbul’da sahura başlayan kişi güneş battığı anda nerede bulunuyorsa orada iftar eder, araştırmalar bu yönde. Ama anlatamazsın! Benim Alamancı yolcum bekler… Neyi bekler? İkide bir saatine bakıp kendi yöresinin iftar saatini. Kimi uyum sağlar, ikna olur, orucunu açar. Kimi ürkek ürkek seni süzer, gözler dimdik yüzünde, bıyıklar aşağı sarkmış, “acep avrat doğru mu diiyy”
Son hamle kokpite kapağı atmak. İnsanın gönlü elvermiyor işte, “aç kalsa bana ne” diyenleriniz olabilir ama olmuyor. Süzülmüş-uykusuz yüzler, avurtlar çökmüş, dil-damak kurunuş, dudaklar kabuk bağlamış. Kaptanın “….için iftar vaktidir” anonsu ile kaşıklar sallanır. İşte bu! Hem mutlu etme, hem de mutlu olma sanatı.
Söz Ramazandan, oruçtan açılmışken; 2001’den itibaren iftar saatine rastlayan iç hat seferlerinde çok hoş yenilikler yapıldı; peynirli pide mesela, hurma…. derken zeytin, peynir ve en son çorba ikramı yolcuları mest etti. Kolay değildir tebessüm ettirmek, gazetelere manşet olmak!
******
Havacıların yaşamı her zaman ilgi çeker, merak konusudur. Pırıl pırıl üniformalı, bakımlı dik bedenler topluca geçerken, başlar döner, boyunlar tutulur. Yakışıklı erkekler ve şık kadınlar gözlemlenir ve “acaba”lar başlar, anlarsınız işte, hemen yakıştırırlar! Anlarsınız da umursamazsınız. Yaşanacak, halledilecek o kadar konu varken, gündeminiz dopdoluyken! Havacının günlüğü doludur elbet, elinde 15 günlük bir program, koşuşturur durur. Bu bir yaşam tarzıdır. Uçak jet motoru gibi hızlı, yorucu, acımasız… bir bakarsınız zaman geçivermiş. Mevlana der ki:
Hergün bir yerden göçmek ne iyi,
Hergün biryere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Her geçen gün dönmemek üzere geçip gidiyor, gençlik döneminde bunu anlamaktan aciz durumdayız ama yaş ilerleyince farklı algılar oluşuyor düne dair. Aslında bu realite tüm insanların yaşamında geçerli ama havacıların hızlı yaşamlarının bitiminde daha bariz.
Havacıların giydikleri, yedikleri, gezdikleri kadar inançları da merak konusudur.
Mesela mübarek Ramazan ayında oruç tutarlar mı? Herkez adına konuşmak abesle iştigal etmek olur. Tutan da var, tutmayan da. Uçuşta oruçlu hizmet vermek her bedene nasip olmaz. Uçağın gümrük evraklarını ve içi Deutsch Mark dolu duty free çantasını kaybedene şahit oldum. Havacılıkta; dalgınlık ve unutkanlık affedilecek suçlar değildir. İkincisi, sahurdan iftara kadar geçen sürede üreyen bakteriler ağızda kötü koku oluşturur. Yakın temas ve diyalog kurduğunuz insanlara ağız kokusuyla yaklaşamazsınız, ilişkileri zorlaştırırsınız. Maydanoz, sakız,karanfil,tarçın söz konusu olamaz.. Ne diş macunu ne ağız spray’i , ne de misvak o kokuyu geçirmez, ama derler ya “oğlum reşit, kendin söyle, kendin işit” Ben boşuna konuşuyorum yani. Bu konuda, benim zamanımda çıkmış bir ortaklık talimatı, genelge, cabin crew manuel, vb.yok.
Ben ne yapardım diye sorarsanız; akşam üzeri başlayacak uçuşa oruçlu giderdim. Yurt içi-dışı fark etmez Çantamda, kokpit ve kabin, tüm ekibe yetecek kadar hazır çorba paketi bulunurdu “soup and drink”. Servise ara verdiğim kısa bir zaman dilimi içinde veya uçak daha kalkmadan yerde, çorba yanına yakışacak menüyü de hazırlardım. Ohh..mis, Allah kabul etsin!
“Soupe and drink”dedikleri hazır çorbadan çoook önceki yıllarda biz yine çorbamızı kaynatırdık gökyüzünde. Merak edeniniz olursa şayet, uçak çorbası çeşitlerimizi, nasıl yaptığımızı ve yanındaki kayıntımızı –ki biz ona “kiremitte sandviç” deriz- bir başka yazıda anlatırım. Ramazanınız hayırlı, iftarınız bereketli olsun!
1 Yorum
- Yorumların Sıralanışı
- Yeniden Eskiye
- Eskiden Yeniye
Meralcim nasılda güzel anlatmışsın..doyamadım 2 kez okudum….uslubuna ve hafızana hayranım….devamını heyecanla bekliyorum…ağzına,kalemine sağlık…sana da hayırlı ramazanlar…