featured

BEKLENMEYEN ANLARI BEKLEMEK

Nöbetçi eczane gibi ihtiyaç halinde nerede, nasıl bulunacağı bilinen, telefonu ilk çalacak ve uçuşa ilk gidecekler arasında bulunan, günün şanslısıyım ya da başka bir bakış açısıyla; her an oyuna girecekmiş gibi kulübede hazır bekleyen futbolcu misali, evde tutulan kişiyim. Lafın uzunu nöbetteyim.
Nöbet görevimin olduğu zamanları bir türlü sevemedim. Evde bile olsan, ya uçuş çıkarsa diye kendini tutsak hissedersin, telefonunu yanından ayırmaz, banyoya bile beraber gidersin. Gözün saatte, tutsak zamanının dolmasını beklersin.
İlk zamanlar çok stres yapardım. Duş alınmış, tırnağa oje sürülmüş, üniformam temiz, ütülü, çantamın eksikleri tamamlanmış, ince çorabım ise her an ayağıma geçirilecek şekilde beklerdi. Benim beklenmeyen durumlar için her şeyim hazır ve nazırdı. Ama  ” Her an uçuşa gidecekmiş gibi hazırda olacaksınız ” sözünü yanlış anlayan, saç, baş, makyaj yapılmış, üniforma giyilmiş, gecenin bir yarısı başlayan görevinin, bitiş saati olan öğlen vaktine kadar hiç uyumadan, öylece bekleyenlere göre, daha iyi durumda sayılırdım. Tecrübem arttıkça,  artık uçak hızında yaşamaya alışmıştım, hazırlıksız yakalanmaktan korkmuyordum. Her an hazır olabileceğimi biliyordum.
 Zaten işim bu değil miydi? İhtimaller dünyası memuru…
Bir ihtimal olabilecek durumların, olmama ihtimalini arttırmaktı benim işim.
Ya olursa diye yıllarca eğitildiğimiz acil durumlar için hazırda beklemiyor muyduk?
Binlerce metre yükseklikte gülüp eğlenirken, bir anda elinde yangın söndürücüyle ateşin içinde olabilir  ya da kollarına yığılan birine suni solunum yapabilirdin.
Baksana aksiyona. Ama nöbet işinde, hala aynı fikirdeyim
Tecrübenin önemini ise yaşadığım anların sabitlenen örneklere dönüşmesinde test etmiştim. Sabahın dördüydü telefonum çaldığında. Uyku sersemi telefonu açtığımda, panik halinde konuşmaya başlayan ekip planlama görevlisinin sesiyle irkildim. Aslında o gün nöbetçi bile değildim. Hava limanı yolunda ekip aracının kaza yaptığını, bir kişinin hafif yaralandığını ve şu ana kadar aradığı kişiler içinde telefonunu açan tek kişi olduğumu söylüyordu.  Uçuşu kabul etmem için neredeyse yalvardığını hatırlıyorum. ” Ne kadar zamanım var? ” duyduğum cevap karşısında kendime gelememem mümkün mü? ” Servis aracı beş dakika içinde kapında olacak.”
Bu kadar kısa zamanda, nasıl bir sona hazırlayabilirdim kendimi?
Uykunun en tatlı yerinde uyanıp, beş dakika içinde, servis aracının içindeydim. Normal bir zamanda deneme yapılsa,  beş dakika içinde böylesine hazır olamazdım. Düğmelerini yanlış iliklediğim gömleğim ve tuhaf makyajımı saymazsak tabii. Servis aracında hızla giderken, rujumu sürmeye çalışıyor, diğer elimde telefon ekibin durumunu öğreniyordum. Herkesin iyi olmasına seviniyordum.
Daha neler olduğunu anlayamadan, bir anda uçağın içinde bulmuştum kendimi.
İlk kez yolcular beni bekliyordu. Kabine girmemle kapıyı kapatmam bir olmuştu.
Nefes nefese kalmıştım. Arkamı dönüp şaşkın bir şekilde ekip arkadaşıma bakarken, tek söyleyebildiğim,  ” Sahi biz nereye gidiyoruz?” cümlesiydi. Ne heyecanlı bir geceydi. Bu da demek oluyor ki, nöbette ol ya da olma havalanmam an meselesiydi…
Bu olayın üzerinden uzun zaman geçti. Nöbetçi olduğum bir günde aldığım uçuş tebliği ise bu uçuştan daha heyecanlı başladı. Yılların verdiği rahatlıkla, nöbetimin bitmesine saatler kala, nedensiz evde yoğun bir temizlik işine girişmiştim. Bu saatten sonra aramazlar diye düşünüyordum. Kendimi iyice yorduktan sonra evin mis kokan haliyle mest olmuştum. Artık güzel bir duş sonrası, kahve keyfi yaparım diye düşünürken telefonum çaldı.
Nöbetimin bitmesine tam 8 dakika vardı.
Arayan numara da kayıtlı değil, üstümde bir rahatlık ‘’ İş ile alakalı olamaz’’ diyorum. ” Arzu hanım, size bir uçuş görevi tebliğ ediyorum. Hemen hazırlanın servis aracı yolda, on dakika içinde sizde olur. ”
   ” Ama ama… Peki hazırlanıyorum. ”
Canım sıkılmıştı. Hem yedek kulübeden maça gir, hem de son dakika golü ye. Oldu mu şimdi? Birkaç saniye şaşkın bir şekilde evin içinde dolandım, ilk yapmam gereken işi düşünüyordum. Telefonum tekrar çaldı. ‘’ Sanırım, iptal geldi. ‘’ diye düşündüm.
”Arzu hanım, servis on dakikadan önce size gelecek ona göre çabuk hazırlanın.” Nöbette olunca itiraz da edemiyorum.
Hayatımın en hızlı duşunu aldıktan sonra, en hızlı fönünü çekmeye başladım saçlarıma. Üstelik bir o kadar da güzel oldu. İstesem bu kadar iyi fön çekemezdim. Ev halkı, bana yardım etmek için seferber olmuş durumda.
Akşamın dokuz buçuğu olunca, ” Bu saatte ne uçuşu bu böyle? ” diye onlar da söyleniyor. Uzun zamandır son dakika uçuşa gitmemiştim. Tecrübeme güvenerek hızla hazırlanmaya çalışıyordum, sanırım biraz paslanmışım. Nöbetinde rahat rahat evinde oturmak varken,  ne gerek vardı  kendimi ev işiyle bu kadar yormaya. Çok kızıyordum kendime çok. Yine telefon çaldı.
” Arzu hanım servis aracı aşağıda, sizi bekliyor.”
Üst üste gelen telefonlarla, benden çok ev halkı panik halinde. Çantamı kaptığım gibi merdivenlerden topuklu ayakkabılarla bir inişim var,  takdire şayan. Sokağa çıktım, servis aracı ortalarda yok. Ev halkı balkondan bana bakıyor. Etrafı tarıyor gözlerim hala kimseler yok. Akşam karanlığındaki sokağı,  biraz ileride bekleyen bir aracın açık farları aydınlatıyordu. İçimden, servis aracı diye bu arabayı yollamış olamazlar herhalde derken, yine de o yöne doğru yavaşça yürümeye başladım.
Arabadan emin değildim, pusuya yatmış gibi duruyordu. Şoförü tanımaya çalışıyordum,  kucağında bir çocuk olduğunu fark ettim. Hatta bir bebek desem yeridir. Ne acayip bir durum, kucağında çocuğuyla işe gelen şoför mü olur?
Hala emin olamıyordum, en iyisi ekip planlamayı aramak. Balkondakiler de bana sesleniyordu.
” Dikkat et kızım. O araba da kimin? ”
Telefonu tuşlarken, aklımdan birkaç kaçırılma senaryosu da geçmedi değil. Son dakika alt yazılarında, akşam akşam nöbetten kaçırılan hostes haberi.
Hep uçaktan kaçırılacak değil ya! Çok bilinmeyenli denklemin içinde, arama tuşuna bastığım anda, arabanın içinden kahkahalarla kendini dışarı atan birkaç kişi gördüm. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Telefonu kapattım. Annemin sesini duyuyordum. ”Arzu onlar da kim? ”
Ne göreyim. Arabadan kahkahalar atarak çıkanlar, benim muzır iş arkadaşlarımdı. Bana fena bir şaka yapılmış ve ben, görev aşkıyla, hiç anlamamıştım.
Hem de bir nisan şakası.
Demek ki, böyle bir tarihte nöbetçi olduğunu kimseye söylemeyeceksin. İlk anda çok sinirlenmiştim, kızgınlığımdan hiçbir şey söyleyemedim.
Onlar ise hala gülmeye devam ediyordu. ” Bize kızdın mı? ” diye soruyorlardı.
Birkaç saniye daha susmayı seçtim, sonra yatıştım. Başka ne yapabilirdim?
Gülümsedim, bir tek kamera eksikti.
Bir de hiç sıkılmadan, azimle bu kadar emek verip hazırlanmamı takdir ettiklerini söylediler. Ben de, azimle bu kadar emek vererek hazırlanmama göz yumdukları için onları ne kadar çok takdir ettiğimi…
Tarihe bu hatırayı da not düşüp, yukarı çıktım. Annemin ” Bak, ne güzel, unutulmaz bir anın daha oldu ” tesellisi, konu hakkında son yorumuydu.
Uçuşa hazır halimle oturduğum koltukta, rahat bir nefes çekerek içtiğim kahveyi hiç bu kadar hak etmediğimi düşündüm.
 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir