featured

Ali Sabancı'nın Çelişkileri…

Havalimanlarında yaşam gerçekten zevklidir. Her gün, önünüzden değişik ve renkli insanlar gelir geçer, çok zevkli anlar yaşanır. Bu nedenle; 24/7 çalışılan ve hizmet üretilen havalimanlarımızda yılları geçmiş biri olarak, bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
Son yıllarda, bu renkli havalimanlarımız ve dolayısıyla havayollarımız; Sayın Bakanın girişimleri ve “herkes uçacak” sloganıyla yürütülen kampanyalar sonucu, yolcu rekorları kırıyor. Her ne kadar yolcu artışının nedeni; bilet fiyatlarından çıkartılan bazı vergiler sayesinde olduysa da, yine de başarılı bir girişim olduğu muhakkak.
Daha önce THY’nin tekeli altında olan birçok uçuş hattı, bugün tüm havayollarımıza açılmış durumda. Otobüs yolculuğunun uzun süreli olması, trafik kazası riskinin yüksek oluşu ve uçakların bazı yönlere, otobüse göre daha ucuza gitmesi gibi nedenler, otobüs yolcusunu havayollarına çekmiştir.
Havayollarında yolcu artışının nedenlerine bir başka bakış açısıyla bakacak olursak, uçak yolcularının, otobüs firmalarından kaçan yolculardan oluştuğu görülür.
Ucuz yolcu taşımacılığı sonucu oluşan ve havayollarına yönelen bu yüksek talep, havalimanlarımızın yüksek maliyetli işletmelerinde bir kaos yaşanmasına neden olmaktadır. Şöyle ki; İstanbul’dan herhangi bir kente ucuz gitmek adına, değişik promosyonlarla bilet alan insanlar, havalimanlarında, Avrupa’da bile rastlanmayacak yüksek fiyatlarla yeme ve içme gereksinimlerini karşılamak zorunda kalıyorlar. Devletten “yap işlet devret” modeline uygun olarak güya yüksek bedellerle ihale aldıklarını iddia eden bu firmalar, devlete olan borçlarını ödemek ve bunun yanı sıra, doğal olarak kar etmeyi de amaçlamaktadırlar. Havaalanı işletmecileri bu yüzden havalimanlarındaki birçok yeri yüksek bedellerle kiraya vermek zorunda kaldıklarını beyan etmekteler.
Havalimanı işletmecisinden bu yerleri kiralayan işletmeler de, ihale alan firmanın uyguladığı kiranın yüksekliğini dayanak yaparak, bu yüksek giderlerini müşterilerinden çıkartmak durumuna gitmektedirler. “Al gülüm, ver gülüm” misali gelişen bu sistemde, her zaman olduğu gibi yine fatura vatandaşa çıkmaktadır.
Kısaca, havaalanlarına gelen yolcuların, başka seçeneklerinin olmaması fırsat bilinerek ve yüksek kiralar gerekçelendirilerek, soyulmalarına izin verilmektedir.
Bir yandan düşük ücretli hava taşımacılığı yapılırken, yolculara havalimanında pahalı, üstelik kalitesiz hizmet sunmak zorunda kalınması, bir çelişki doğurmaktadır.
Tabii ki, en güvenli ve hızlı ulaşım aracı uçakla seyahat etmenin, lüks olmaktan çıkıp tüm halkın hizmetine sunulacak duruma gelmesi, son derece sevindirici gelişmelerdir. Ancak, bu sevindirici gelişmelerin yanı sıra, eskiden olduğu gibi bazı temel ihtiyaçları ticari mantalite dışında tutmak gerektiğine inanıyorum.
Ülkemizde yaşayan insanların; alışveriş, yemek, eğlence, tatil gibi gereksinimlerini gidermede farklı alışkanlıkları vardır. Uçak yolculuğunda da bu tür değişik müşteri yapısına göre farklı seçenekler sunulmalı, fakat bu sistem su, ekmek veya kahve gibi her an ihtiyaç duyulan temel ihtiyaçlar dışında seyretmelidir.
Şimdi de ülkemizde uygulanmaya başlanan Low-Cost tarzına bakalım;
Önceliğini Pegasus’un başlattığı bu low-cost uygulamalar, bence, “yolcular temel ihtiyaçlarını yanlarında getirebilir” şeklindeki yaklaşımlarla iyice yolundan sapmış Sayın Sabancı, uçuk bazı yaptırımlarıyla ilgili yeni fikirler sunmaya devam ediyor. Pegasus’ta personel arasındaki “zaten” ve“ama” başlıklı sözcüklere ve konuşan kişinin sözünün kesilmesine parasal cezalar verilmesi, iş başvurularında kişi başı 10.- YTL almakla ünlenmiş uygulamaları sadece patron şirketlerinde gözlemleyebildiğimiz yaptırımlardır. Kurumsallaşmış firmalarda kesinlikle onaylanmaz üstelik personel veya sendikalar tarafından tepkiyle de karşılanır.
Sayın Ali Sabancı’nın bir TV programında “ben sinemaya giderken bile yiyecek ve içeceğimi yanımda götürüyorum”,” yolcular tavana yapıştırmamaları şartıyla çiğ köfte yiyebilirler” ifadeleri; uçak yolcularının ileride, yanındaki kişinin rahatsızlığını dikkate almadan o dar koltuklarda her türlü kokulu ve sulu yiyecek getirip yiyebilmelerini, bağdaş kurarak ve ayakkabılarını çıkartarak yolculuk yapmalarını haklı kılacak absürt örnekler olup bence yanlış yönlendirme yapılmaktadır.
Low-cost uygulamalar nedeniyle, bu tarz yolculara kazanç uğruna göz yummak, ne kadar ucuz olursa olsun, mutlaka birçok yolcuyu da rahatsız edecektir. Low-Cost uygulamasındaki yolcu profilinde; sadece dar gelirli değil, orta gelirli insanların, bürokratların, akademisyenlerin olduğu ve birçoğunun sosyal ve kültürel yapılarının çok farklılıklar içerdiğini, yeni bir yolcu profili yaratılırken, diğer kesimin yitirilmemesi gerektiğini anımsatmakta yarar görüyorum.
Bu popülist yaklaşım; aynen toplumsal yaşamımızın kazanılmış modern değerlerini, kentlere ekonomik kaygılarıyla gelmiş kırsal kesim insanlarımızın ne yazık ki modern yaşama henüz uyum sağlayamamış alışkanlıklarına boğdurulması anlayışının sürmesi demektir ve bu yaklaşımınız ileride sizin de çözemeyeceğiniz büyük sorunlar üretir.
Bu insanlarımızın kendilerine özgü alışkanlıklarını uçuş standartlarıyla çelişmeyecek girişimlerle, birbirlerini rahatsız etmeyecek tarzda değiştirmelerine, uyum sağlamalarına yardımcı olacak önlemler almak en doğru yol olacaktır.
Bir şeyleri taklit ederken veya ülkemizde yeni uygulamaya geçirirken, kendi ülkemizin genel yapısı içindeki farklılıkları, halkımızın kültürel ve sosyal yaşantı renkliliğini gözetmek gerekir diye düşünüyorum.
Sonuç olarak; low-cost sistemi, gerçekten uygulanabilecek ve gerekli bir sistem olmasına karşın, bazılarının uçuk fikirleriyle şimdilik abartılı seyrediyor.
Kapısına gelip su isteyene, yorulana veya soluklanmaya çalışana ayran ikram eden, Türk konukseverliği geleneğine, uçuk fikirlerle uygun olmayacak hale getiren ve bu sistemi savunan bir şirket, sudan ve bir fincan kahveden ticari medet umarken, tanıtım- toplantı ve yemek davetlerini Swiss ve Hilton otellerinde vererek, çelişkiler doğurmamalıydı diye düşünüyorum.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir