featured

BİR GÖZLEM VE OLASI BİR SURİYE SALDIRISINDA TÜRK SİVİL HAVACILIĞININ DURUMU…
En sonunda, yazın sonlarına geldik.  Üç aydır AVŞA adasının harika deniz ve kumsallarında iş ve tatil amaçlı bulunmama karşın, havacılıktan kopmadım bu süreç içinde, siz değerli okurlarımı yazısız bırakmadım. Artık, havacılık sektörümüzün kalbi İstanbul’a dönüş hazırlıklarım başladı. Kısmetse bir dahaki yazımı İstanbul’da yazacağım.
Her ne kadar havacılık konusunda yazsam da, ben de sizler gibi bu ülkenin bir yurttaşıyım ve ülkemde yaşananlar, beni de son derece yakından ilgilendiriyor. Zaman buldukça, sosyal paylaşım sitelerinde dolaşıyor ve günlük olayları izliyor, tatilcilerle bol bol sohbet ortamı yakalayıp, bu sohbetlerde sözüm ona memleketi kurtarıyoruz…
Olayları gözlemlemeyi severim. Her olayın, nedenlerini irdelemeye bayılırım. AVŞA Adası, yaz aylarında adeta bir Türkiye mozaiği çiziyor. Her gelir düzeyinden halk kitleleri, bu adayı tercih ettiğinden; Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Boşnak, Ermeni, Rum vb… gibi etnik kökenli Türk yurttaşlarını bir arada görebiliyoruz. Tabii ki bu kadar farklı etnik kökenli insan bir araya geldiğinde, bunların inanç farklılıkları da oluyor.
Yapım gereği, memleket, dil, din, ırk ayrımı yapmayan biri olduğumdan, hepsi ile sıcak sohbetlerim oluyor.
Gözlemlediğim kadarı ile Ramazan ayında bile doluluğu düşmeyen bu ada konuklarının, bazıları oruç tutarken, bazıları tutmadı. İftar vaktinde, kimisi akşamcı masalarını kurarken, kimisi iftar sofralarını hazırladı. Birisi diğerine Allah kabul etsin derken, diğeri ona afiyet olsun dedi. Kısaca, türbanlı, haşemalı, bikinili, mayolu, hepsi bir arada aynı kumsalı paylaşıp, aynı denize girdiler. Hatta aynı aile fertleri arasında bile kimisi bikiniyi ve mayoyu kimisi ise haşemayı tercih etmişlerdi.
Bir kez daha anladım ki, halk kitlelerinin birbirleri ile bir sorunu yok. Hatta Cumhuriyet Bayramı kutlamaları, iskele meydanında, belediyenin öncülüğünde yapıldı. Her taraf bayraklarla donatıldı. İğne atsan yere düşmez misali bir kalabalık vardı. Bu manzarayı gördüğümde ve bizzat gelen konukları yakından gözlemlediğimde, bir kez daha anladım ki, bu ülkenin yurttaşlarının birbirleriyle sorunları yok. Bu nedenle, İnsanları ayrıştıran, etnik kökenine, diline ve dinine göre ayrıştıranların; kötü niyetli, çıkarcı politikacıların olduğuna hükmettim.
Peki, ülkedeki genel manzara bu mu? Hayır.  O halde, insanları, diline, dinine ve etnik kökenine göre onları ayrıştırıp bu işten nemalanmayı seçen bir politik kitle var. Burada aylardır birlikte ve büyük bir karşılıklı hoşgörüyle yaşayabiliyorsak, bu anlayış neden ülke bazında şekillenmez ki? Bu konuyu, kasıtlı olarak siyasi istismar olarak kullananlar mı var acaba?
Neden önem verdiğimiz ve yaşamımız boyunca saygı duyduğumuz bir takım değerlerimizle oynanıyor? Örneğin; TC benim nüfus kâğıdımda yazıyorken ve ben senelerdir bu nüfus kâğıdımı, pasaportumu gururla taşıyorken, birileri TC ile neden oynamayı seçer anlayan beri gelsin? TC ile oynamak isteyenlerin nüfus kâğıtlarında TC yazmıyor mu?  Senelerdir, TC’ li nüfus kâğıdımı ben gururla taşırken, onlar nefretle taşıdılarsa neden bu kadar sene beklediler ve hala bekleyebiliyorlar? Şahsen ben TC’li nüfus kâğıdımı gururla taşımayıp, nefret etseydim inanınki ne yapar eder anında bu ülkeden çeker giderdim.
Ayrıca; altmış seneyi aşkın her İstiklal Marşında ve her 10 Kasım’da ayakta esas duruşta bekleyen ve gururla Türk bayrağını sallayan benden, kim ve nasıl “bunları yanlış yapmışsın bundan sonra ayakta kazık veya <sap gibi> gibi çakılıp durmana gerek yok diyebilir ki. Hatta daha da ileri gidip, emir demiri keser misali, bu ülkede bundan sonra bu tür uygulamalar yasaklandı denirse, ben nasıl buna uyum sağlayabilirim? Altmış seneyi geçkin hayatıma, nasıl ihanet edipte yeni uygulamaya saygı duyabilirim? Bu mümkün olabilir mi?  Tabii ki olamaz. Ancak olamayacağını bile, bile bu değerlerimizle neden oynanıyor veya oynanmak isteniyor? Kısaca, bu konu ikide bir neden kaşınıyor? 
Bu uygulamalar, ulusçuluğu yok etmeyi amaçlayan, son moda yeni liberal küreselci, ülkeleri kimliksizleştirmeyi, piyasacılaştırmayı yani paranın esiri yapmayı amaçlayan yeni dünya görüşünün ürünüdür… Bakın bakalım, Avrupalıya, ABD’liye;  pasaportuna sımsıkı nasıl sarılırken, neden bizim gibi geri kalmış ülkelere ”ulusçuluk bitti, ulusal değerler tükendi” diyorlar…
Bu nedenle ben tüm etnik kökenlere, dinlere, dillere, inançlara saygılı olarak bu ülke insanının birlikte yaşayabileceklerine inancım, bu seneki gözlemimle daha da netleşti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ilkelerine daha sıkı bağlı, gerçekten daha laik, tam bağımsız, geniş halk kitleleri için daha fazla ekonomik ve demokratik özgürlük içeren yeni bir halkçı demokrasi ile ülkemizin daha iyi yöneticiliğine inanıyorum.
*************
Bu kadar sohbet yeter diyerek ülkemizdeki son derece önemli ve bizleri her an savaşa sokabilecek ortamın havacılığa ne şekilde yansıyacağını arzu ederseniz yorumlarınızla birlikte değerlendirelim.
Havacılık sektörümüz kadar krizlerden son derece etkilenen bir sektör yoktur. Havacılık sektöründeki bu kırılganlık, tabii ki turizme de yansımakta. 11 Eylül ikiz kuleler saldırında bile tüm dünya havacılığının etkilendiğini çok iyi hatırlarız. Türkiye’nin olası bir savaşa girmesi, başta THY olmak üzere tüm havacılık sektörünü büyük bir krize sokar.  Türkiye’nin sıcak bir savaşa girmesi, ülkemizin sadece turizmini değil ekonomisini de bir daha düzelemeyecek hale getirebilir.
Bu nedenle, Türkiye’nin sıcak bir savaşa gireceğini düşünmek bile istemiyorum. Bu konuda gerek hükümetimiz, gerekse görüş bildirenler, zaten sıcak bir savaş sinyali vermiyor. Olası senaryoya göre, ABD uçaklarının veya füzelerinin “kısmi bir saldırısı” muhalif güçlere hava desteği sağlayıp, özgür Suriye ordusunun elini güçlendirip Esad yönetimini istifaya zorlamak amaçlı olduğunu düşünüyorum.
Gelinen son durumda, Konunun aktörlerinden Çin’in, ABD’nin yayılmacı politikasının, Ortadoğu ülkelerinde yaygınlaştırmaya devam etmesini engellemek adına Suriye krizinde taraf olduğuna inanıyorum.
Rusların, ise Akdeniz’deki tek üssü olan Lazkiye şehrinin olası bir müdahalede kaybedeceği korkusunun yanı sıra, Suriye ile ekonomik düzeyde ilişkileri, silah satışlarını ve bu üssü kaybetmek korkusu ile Suriye’ye destek yapacaklardır. Rusya ve Çin in Suriye aşkının en büyük nedenleri bence bunlar gibi görünüyor.
Bu konunun bir de Fransa bacağı var. Suriye, Osmanlı İmparatorluğundan koparıldıktan sonra, Fransa’nın sömürgesi olmuştur. Bu nedenle bu olayda Fransa’nın çıkarları da söz konusu olabilir. Kısaca; Türkiye, Rusya, Çin ve Fransa ve İran bu olayın baş aktörleri arasında yer alıyorlar.
Suriye, Arap âleminde önemli bir yere ve konuma sahip olduğundan, Türkiye’nin Suriye’ye ayak basması (ki-hiç sanmıyorum) Arap ülkeleri tarafından tepkiyle karşılanır ve avantajımızı dezavantaja anında döndürür.
Bu arada; kaçırılıp rehin tutulan pilotlarımız, olası bir istenmeyen Suriye ye giriş gibi bir olasılık varsa, önceden istenen takas sağlanmalı ve sonra müdahalede bulunulmalıdır. Olası bir saldırıda ve sıcak bir temasta bu arkadaşlarımızın kurtarılmasını olanaklı görmüyorum. Dışişleri Bakanlığımızın, bu olasılığı düşüneceğini sanıyorum.
Kısaca, Suriye çok karmaşık bir denklem. Bu nedenle adımlarımızı atarken 40 değil 140 defa düşünmeliyiz.
NOT/ Bu hafta kişisel bloğum olan sefainan.com da Almanya ile Airbus arasındaki kavga ve “Bombardier in yeni modeli ilk uçuşuna hazır” haberleri var.
 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir