Atatürk’ün emriyle kurulmuş olan Türk Tayyare Cemiyeti’nin kuruluş yönergesindeki 36. madde ile 27 Ocak günü Türkiye Tayyare Şehitlerini Anma Günü olarak kabul edilmiştir. Daha sonra Türk Hava Kurumu’nun 1935 yılında aldığı bir kararla törenlerin 15 Mayıs gününde yapılmasına karar verilmiştir…
Bugün 15 Mayıs; son birkaç yıl evveline kadar bugün Hava Şehitlerini Anma Günü olarak biliniyor ve bu birtakım etkinlikler resmi olarak yapılıyordu. Son birkaç yıldır bütün kuvvetlerin anma günleri (Hava, Kara, Deniz) tek bir tarihte yapılmaya başlandı!
Bu ilk hava şehitlerinin anısına İstanbul Fatih-Saraçhane semtinde 1914 yılında bir anıt yapılmasına başlanmış ve anıt 1916 yılında bitirilerek törenle açılmıştır. Bu açılış töreni aynı zamanda ilk anma töreni olmuştur. Atatürk’ün emriyle kurulmuş olan Türk Tayyare Cemiyeti’nin kuruluş yönergesindeki 36. madde ile 27 Ocak günü Türkiye Tayyare Şehitlerini Anma Günü olarak kabul edilmiştir. Daha sonra Türk Hava Kurumu’nun 1935 yılında aldığı bir kararla törenlerin 15 Mayıs gününde yapılmasına karar verilmiştir. Son değişikliğe kadar 1935 yılından itibaren Hava Şehitlerini Anma Günü törenleri yapılmaktaydı. Artık 15 Mayıs Hava Şehitlerini Anma Günü resmi olarak yapılmamaktadır.
Havacılık politikası
1910 yılında, Avrupa’da havacılık alanında büyük gelişmeler kaydedilirken uçaklardan askeri alanda faydalanılması düşünülerek ordularda bir hava kuvveti kurulmasına karar verilmişti.
Avrupa’da bu gelişmeyi yakından izleyen Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın direktifleriyle 1911 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nda askeri havacılıkla uğraşacak bir bölüm teşkil edilmiş ve bu bölüm sonradan Teknik Hizmetler ve Müstahkem Mevkiler Müfettişliği’ne bağlanmak suretiyle askeri havacılığın temeli olan teşkilat kurulmuştu. Bu çalışmaların yanında 1912 yılı başında İstanbulda Yeşilköy’de bir hava uçuş okulu açılmış, iki subay pilot öğrenimi için Fransa’ya gönderilmiş, havacılıkta ileri giden memleketlerde inceleme yapmak, uçak, balon satın almak ve uçuş öğrenimi sağlamak maksadıyla ayrıca bir heyet Avrupaya gönderilmişti.
Fransa’ya gönderilen subaylar pilot diplomasını alarak memlekete döndükten sonra Fransa’dan satın alınan uçaklarla Hava Uçuş Okulu’nda pilot ve rasıt (gözleyici) yetiştirilmesine başlanmış ve ayrıca Fransa ve İngiltere’ye yeniden pilot ve bakımcı eleman yetiştirilmek üzere personel gönderilmişti. Balkan Savaşı başlamadan önce Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri havacılık politikası Balkan devletlerinden önce başlamış bulunuyordu.
Balkan savaşı sırasında yanlış politikalar yüzünden eldeki uçak ve pilotlar başlangıçta yeterince kullanılamamış, ancak daha sonra orduya keşif ve gözetleme hizmetleriyle yardımda bulunabilmişlerdi.
Tayyare, balon birlikleri
Balkan Savaşı’ndan sonra ise Enver Paşa’nın Harbiye Nazırlığı sırasında temeli atılmış olan Askeri Havacılık Teşktilatı’nın geliştirilmesine önem verilmiş, Fransa’dan uzmanlar getirilmişti. Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Almanlar safında harbe iştirak etmesi üzerine Fransız uzmanlar ülkelerine dönmüş ve çalışmalar yarıda kalmıştır. Alman hükümetiyle ilişki kurularak uçak, yedek malzeme ve yardımcı uzmanlar istenmiş ve gelen yardımlarla uçak okulunda Türk ordusuna pilot ve yardımcı eleman yetiştirilmeye başlanmıştı.
Osmanlı Devleti savaşa girdiği günlerde Başkomutanlık Vekâleti tarafından verilen seferberlik emrine göre, Yeşilköy Hava Uçuş Okulu’nda tayyare bölüğünde bulunan uçak ve uçucular harekete hazır duruma sokulmuşlardı. O sırada hava okulunda 6 uçak bulunuyordu. BunlarınEdremit ve Tarıkbinzeyat adındaki uçaklar Doğu cephesine 3. Ordu emrine gönderilmiş ve okulda 4 uçak kalmıştı.
Türk ordularının Birinci, Dünya Savaşı’ndaki harekât alanları, Kafkas Cephesi, Boğazlar bölgesi,Irak-İran ve Sina- Flistin cepheleri ile Hicaz bölgesiydi.
1914 yılında Almanya’ya gönderilen subaylardan uçuş diplomasını alanlar Almanya’dan satın alınan uçaklarla memleketnine dönmüş ve bu surette Yeşilköy Uçuş Okulu’nun öğretmen kadrosu kuvvetlenmiştir.
Türk cephelerindeki uçak sayısı zamanla artmakta, arttıkça da yedek malzeme ihtiyacı çoğalmaktaydı. Artan uçakların bakım ve onarım için yeni bakım ve onarım tesisleri açılarak hava teşkilatı gittikçe büyüyordu. Hava birliklerinin artan ihtiyacını karşılamak için Harbiye dairesinde hava işleri ve uğraşmak üzere 9. şube kurulduğu gibi, Başkomutanlık karargahına bağlı 13. Havaiye şubesi büyütülerek müfettişlik olmuştu. Müfettişlik Başkomutanlık karargâhının lüzum gördüğü cephelerdeki komutanlıklar emrine ve önemli bölgelere birer tayyare bölüğü verilmişti.
Pek çok askeri, sanayi, ticari ve sosyal hedeflerin bulunduğu İstanbul aynı zamanda Başkomutanlık karargâhının çalıştığı bir şehirdi. Düşman hava taarruzları bakımından cazip bir hedef olan bu şehrin uçaksavarlarla korunması, yaklaşan uçakların ikaz ve ihbarı, halkın yapacağı korunma tebirleri Başkomutanlık karargâhının bir emriyle tanzim edildi.
Savaşın devam ettiği sürede Türk ordusunun Başkumandanlık karargâhındaki hava teşkilatı durmadan büyümüş, genişlemişti. Hava Kuvvetleri Müfettişliği emrinde tayyare, balon birlikleri, fotoğraf ve fotometri ile meteoroloji şubeleri bulunuyordu. Böylece 1917 yılında cephelerdeki bölük ve müfrezelerin sayısı 18’i bulmuştu.
Hayatlarını feda edenler
Türk Hava Teşkilatının büyütülmesine devam olunurken, Hava İşleri Müfettişliği (Kuva-i Havaiye) Hava Kuvvetleri Genel Müfettişliği olmuş, müfettişliğe uçak, balon meteoroloji ve uçaksavar topçu komutanlıkları bağlanmıştı.
Yeşilköy Hava Okulu’nda uçucu yetiştirilmekle beraber İzmir, Şam ve Musul’da da birer hava okulu açılmıştı.
Dört yıl ve üç ay süren milyonlarca insan ve büyük servetlerin kaybına sebep olan Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, İtilaf Devletleri’nin antlaşmalarda öngürdükleri ve o gün için zorla kabul ettirdikleri ağır hükümler Türk milletinin kurtuluş mücadelesinin başlıca sebeplerinden biri olmuştu.
İşte böylesine uzun ve çetin mücadelenin ruhunu taşımaktadır, bugünün modern Türk Hava Kuvvetleri…
Havacılar, kahramanlar ocağı olan Hava Kuvvetleri’ne ilk adımlarında; Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve her yerde “… icabında vatan, Cumhuriyet ve vazife uğrunda hayatımı seve seve feda eyleyeceğime…” diyerek yemin etmişler ve bu güzel vatan için şehit olmayı şeref bilmişlerdir.
Ve bizler özgür yaşayabilmekteyiz bedelini şehitlerimizin kanlarıyla ödedikleri mavi gökyüzünün altında… Ve onların soluklarıdır tenimize değen her rüzgârda…
Chopen ve Mustafa İtri
Son günlerde her gün şehit veriyoruz. Onların defin törenleri yapılıyor. Gazetelerde görsel medyada şehit yakınlarını ve bilhassa şehit çocuklarını farklı bir duygu ile izliyorum. Bunları neden yazıyorum? Görsel sanatlar ve müzik eğitimi zevki çok küçük yaşta başlar. Kendimi misal vereyim hiçbir şekilde bir müzik aleti çalamam; görsel bir sanat kabiliyetim pek yok ama iyi dinlerim ve izlerim. İlk klasik müzik dinletisi tecrübem çok küçük yaşta 1945 Kasım’ının başında oldu. Bir sabah evimizi ansızın bir mavi kalabalık doldurduğunu anımsıyorum. Ve annemin uzun sessizliklerini bölen haykırışlarını, beni birilerinin kucağına alıp bahçeye çıkardığını hayal meyal hatırlıyorum. Ertesi günü askeri şehitliğe yakın evimizin önüne bando ve askerlerin gelerek beni ve kardeşimi de aralarına alarak yürüyüşlerine devam ettiklerini; annemin ve ninemin kesik kesik hıçkırıklarını anımsıyorum. Kortejle beraber kendi yaptığımız çelengin arkasında küçük kardeşimin elinden tutup kulaklarımla yaşadıkça gitmeyecek Chopen’in cenaze marşının nağmeleri arasında şehitliğe yürüyüşümü hatırlıyorum. Ve günün sonunda evimizde mütevazı bir kalabalıkla yapılan duaları ve sonunda hep birlikte söylenen çok sonra Buhurizade Mustafa Itri’nin eseri olduğunu öğrendiğim ilahinin nağmelerini hatırlıyorum. Gazetelerden öğrendiğime göre bazı ilgililer bu törenler olduğunda yalnız tekbirle uğurlanmasını istiyormuş. Zaten Chopen’in cenaze marşı her ölen için icra edilmez. Özel durum ve özelliği olan kişiler için icra edilir. Iter kesin son yolculuğuna uğurlanırken uğurlamak şekli kendi tasarrufundaki örneğin; Chopen’in evinde sürekli çaldığı eser bir bölümü cenaze marşı olarak bilinen opust 35 sanattı. Fakat Chop’in öldüğünde kendi isteği üzerine Mozart’ın Requiem’i çaldı. Kendi eserini istemedi. Sayın ilgililer, bırakın bayraklara sarılmış şehit cenazelerinin önündeki yanındaki şehit yakını çocuklar bu iki ayrı dünyanın müziklerini sevsin ki beraberce sonradan onurla hatırlasınlar. (Milliyet)
Geçtiğimiz günlerde Çığlı’da şehit düşen ikisi havacı sekiz şehidimize bu manalı günde Tanrı’dan rahmet dilerim.
Prof. Cengiz KUDAY