Sabahın 6’sında da çalan saatin zili, onun için yeni başlayacak bir uçuşun habercisiydi. Sanki on bin metrelik uzun bir maratonun startını veren başlangıç fişeğinin sesini andırıyordu. Hızla banyoya yönelirken bir yandan da uzun siyah saçlarını topluyordu. Musluktan akan soğuk suyu arka arkaya yüzüne çarptı, Ecem Deniz.
Çabucak geceden hazırladığı üniformasını askıdan aldı, özenle ütülenmiş gömleğini ve sırasıyla tüm üniformasını giydi. Brövesini kontrol etti. Ekip çantasındaki makyaj malzemelerine yöneldi elleri. Önce aynasını, sonra diğer malzemeleri hızlıca yatağının yanındaki eski ve bir tarafı soyulmuş komodinin üstüne dizdi. Film setinde yeni bir çekime hazırlanan star edasıyla tüm güzelliğini aynaya yansıttı. Kendinden emin bir gülümseme belirdi yüzünde. Seri bir şekilde malzemelerini çantasına aktardıktan sonra sahnesini almak için hızlıca çıktı odadan. Ayaklarının ucuna basarak yöneldi dış kapıya. Anne ve babasının önceleri her uçuşa birlikte kalktıkları odanın kapısına göz ucuyla baktı. Uyanmadıklarından emin olduktan sonra kapıyı açtı ve gıcırdamasına meydan vermeden usulca kapattı. Sıcak ve sisli İstanbul sabahında yeni bir uçuşa adım atarken kaldırımda ince ve tiz bir miyav sesiyle irkildi.
Kar beyazı rengi ve siyah benekleri ile küçük Miya ona doğru koştu son sürat. Yalvaran bir edayla bakarken gözlerine, eğilip başını okşadı şefkatle. Elini sırtına doğru koyup çantasına baktı ama yemini unutmuştu. Sana da günaydın, Miya ancak acelem var. Uçuş dönüşü görüşürüz, diyerek hızla uzaklaştı.
Ecem Deniz’in küçük sokak kedisi Miya, onu bu uçuşa da uğurlamıştı her zamanki gibi.
Hızla metro durağına doğru yöneldi. Saatini kontrol edip cep telefonunu aradı çantada. Bir an şarjını alıp almadığını düşündü. Ekip odasında bakarım artık dedi içinden tedirgince. Hızlı adımlarla geçti E-5’in üzerindeki köprünün üzerinden. Merdivenlerden bir elinde valizi, diğer elinde ekip çantasıyla engelli bir koşunun ilk bariyerini geçiyordu sanki. Nihayet metro durağına indiğinde nefes nefese saatine baktı; daha iki dakikası vardı. Rahatladı ve sırtından aşağıya doğru ılık bir damlanın indiğini hissetti.
Metronun ışıkları göründü uzaklardan. Yanına doğru yaklaşan uzun ve siyah bir karartıdan seğirtip bir sonraki vagonun hizasına geldiğinde metro durmuş ve kapılarını açmıştı. Çantasını kaldırıp kendisiyle birlikte attı metronun içine. İncirli metro durağından Atatürk Havalimanı ekip odasına giriş yaklaşık 15-20 dakika sürüyordu.
Metro havalimanı durağına girmeden son anonsunu geçiyordu ‘’Gelecek istasyon Atatürk Havalimanı, bu durak bu yöndeki son istasyonumuzdur’’. Hızla indi metro dan ve asansöre yöneldi. Her sabahki gibi herkesin yine çok acelesi vardı. Asansör hemen doldu. Ecem Deniz, ardından çantasını sürüklerken merdivenlere doğru yöneldi. Merdivenin son basamağına çıkmıştı ki, turnikelerin önündeki kalabalık çarptı gözüne. Sloganlar yükseliyordu her yerde; ’’ Grev hakkımız, söke söke alırız!’’. Sivil ve üniformalı yüzlerce uçuş personeli havalimanını inletiyordu sloganlarla.
Birden bir gün önce Hava İş Sendikası’nın kendilerine attığı mesajı hatırladı. ‘’29 Mayıs 2012 günü Hükümetin aldığı grev yasağına karşı uçmama hakkımızı kullanacağız. Tüm üyelerimizin sabah dış hatlar geliş terminalinde toplanması hususu…’’.
Ürkek adımlarla kalabalığa yaklaştı. Çok fazla miktarda polis olduğunu gördü alanda. Sloganlar tekrar yükselmeye başladı.
Üniversite deki öğrenci eylemleri geldi gözünün önüne. ‘’Bu düzen değişecek’’, ‘’Demokratik ve parasız öğrenim’’, ‘’Üniversiteler bizimdir’’, ’’Polis üniversiteden defol!’’ diye amfiden yükselen sloganları ve polisin acımasızca öğrencilerin sırtlarına ve kafalarına inen cop darbelerini, öğrencilerin yerlerde sürüklenerek göz altına alınışları…Tarifsiz duygular içinde kolları omuzlarından aşağıya düştü. Okulun amfisinde duruyormuş gibi hissetti sanki. Kaldırdı ellerini ve çılgınca çırpmaya başladı. Alkışlar ve ıslıklar arasında yürüyüşe geçti kalabalıkla beraber. Bugünkü uçuş ekibinde olan arkadaşını gördü. Ne yapacağız, der gibi soran gözlerle baktılar birbirlerine bir an ve sonra tekrar sloganlara ve ıslıklara karıştılar birlikte. Bir özgürlük nefesi vardı havada sanki. Uzun zaman sonra özgür hissetti kendini, Ecem Deniz. Tarih 29 Mayıs 2012.
Atatürk Havalimanı dış hatlar geliş salonundaki uçuş tabelası tüm uçuşlar için gecikmeleri bildiriyordu. Öğleye doğru kalabalık azaldı. Arkadaşı ile uçuş odasına yöneldi, Ecem Deniz.
İçerisi mahşeri kalabalıktı. Kabin Hizmetleri idari müdürü uçuşlara ekip hazırlamaya çalışıyordu.
Ecem Deniz’e doğru baktı sertçe. Öfkeli bir ses tonu ile gel, diyerek elini kaldırdı. Yaklaştı Ecem Deniz tedirgince. İdari müdür, ‘’Sen artık bu şirkette zor uçarsın kızım!’’ diyerek bir tehdit savurdu pervasızca. Ecem Deniz’in dudakları titredi ve hızlıca çıktı ekip odasından.
Akşama doğru çoğu haber ajansları Atatürk Havalimanı’ndaki eylemi ilk sıradan veriyordu.
Havacılık haberleri yapan bir site, eyleme katılan işçilerin isimlerini ve fotoğraflarını jurnalliyordu manşetten!
İşten çıkarılacakların listesi, ağır cezalık firari mahkumlarmış gibi yayınlanıyordu her yerde.
Gemiler yakılmıştı artık.
Ne için, nasıl, neden soruları arasında THY AO. tarafından telefonuna gönderilen “İşinize son verilmiştir.” mesajı ile yıkıldı, Ecem Deniz.
Eve kaçta geri döneceğini kaçamak cevaplarla geçiştirmişti annesine telefonda. Ne yapacağını bilmeden kabinden bir arkadaşının evinde sabahı zor etti.
Doğru Bakırköy’deki sendikaya gitti. Bir gün önce alandaki eylemde olan tüm arkadaşları oradaydı. Hepsinde korku, endişe, gurur ve bilinmezlik hakimdi. Bir 305 rakamı dilden dile dolaşıyordu. İşten çıkarılanların sayısı.
Jurnalci haber sitesine baktı arkadaşları ile. İsimlerinin alt alta dizildiği haberin fotoğrafında elleri havada alkışlayan kabin memurları arasında kendine baktı tekrar. Güldüler hallerine önce, sonra olmaz yapamazlar, biz ne yaptık ki hakkımızı aramaktan başka diyerek teselli aradılar kendilerince.
Eve döndüğünde karanlık basmıştı çoktan. Odasına girip kapıyı kapattı ve kendini yatağının üstüne bıraktı.
29 Mayıs 2012, Torosların eteğinde, tek katlı, etrafı çam ağaçları ile çevrili küçük bir köydeki evlerinde kurduğu hayallerin bittiği gündü Ecem Deniz için.
O güzel köyde, gökyüzünde yıldızlarla kurduğu hayaldi onu üniversiteye götüren ve THY kabin memuru yapan. Yıldızlara kurduğu salıncakta Toroslar’dan Akdeniz’e sallanıp durmuştu küçük hayallerinde.
“Selvi Boylum Al Yazmalım” filminde Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın oynadığı o son sahnedeki Emek nedir, sorusunun duygusu ile büyüyen Ecem Deniz, 305 sayısının içindeki rakamlardan bir tanesiydi şimdi. Onu buraya çeken bu çocukluk hayali, 3 yıldır gittiği her uçuşunda yıldızlara kurduğu salıncaktan uzanarak Toroslar’a, yolcu kabininde dağıttığı kahvelerin de sonuydu.
Sahi Emek ne idi? Yıldızlara salıncak kuranların, beyaz bulutların üzerindeki büyülü dünyaların hayallerini yıkanlar neredelerdi şimdi? Bu hayalleri yıkanları kendine cellat yapanlar neredeler?
Değerli okurlar bu yazıyı uzun bir süre önce kaleme almıştım. 305 eylemindeki arkadaşlarımızı ve o gün yaşananları, Ecem Deniz’in duygusu ile aktarmaya çalıştım. O gün yaşananlar, yanlışları ve doğruları ile önemli ve değerliydi benim için.
Hepimiz için ders çıkarılacak yönleri var elbette. Ancak tüm bu yaşananlara tanıklık edip bugün kendi cellatlarına hizmet etmeye devam edenlere o günü tekrar hatırlatmak istedim.
1 Mayıstan sonra 29 Mayıstan önce yeni bir mücadele döneminin arifesinde yıldızlara salıncak kuranlara selam olsun!
Saygılarımla,
Ali Gülçiçek