Bu hafta yine bir dolu önemli konular olduğundan, kısa kısa hepsinden biraz söz ederek, kafama yatmayan konuları sizlerle de paylaşarak, irdelemeye çalışacağım. Malumunuz olduğu üzere, benim köşe yazarlığı anlayışım; sadece yanlış veya eksik olan konuları eleştirmekten geçiyor. Başkaları zaten iyi gelişmeleri abarta abarta yazıyor. Bu konuda sıkıntı hiç olmadı, olmaz da…
2011 genel seçimleri öncesinde, ülkenin bir çok bölgesindeki Bilboardları süsleyen “YERLİ UÇAĞIMIZ GÖKLERDE” spotunda, başbakanın resmi kullanılmıştı. Ben, bu ülkenin her yerine asılan Bilboardlardaki bu sloganı, Florya’da Flyinn alış veriş merkezinin orada görüp, kendimi “nasıl fark etmedim?” diyerek sorgulamak zorunda kalmıştımJ
Kısaca; Tarih Ağustos 2013, hala gökyüzünde yerli uçağımız yok.
Aslına bakacak olursanız, uçak yapmaktan çok, onu pazarlayabilmek önemli. Bizim neslimiz bu konudaki bazı örnekleri çok iyi hatırlayacaktır. Büyük Sovyetler Birliği, her tür uçağı üretti, hatta uzay yarışında ABD’ye kafa tuttu. Ancak, ürettiklerini satamayınca ekonomik olarak battı.
Uçağı yaptık diyelim. Bunu sadece ülkemiz ihtiyacı için yapacaksak, daha başlamadan battık demektir. Bir bardak süt içeceğim diye, evinde inek besleme modası çoktan geçti.
Yine, yıllardır “Kendi uçağını kendin yap” kampanyaları ile sloganlaşan ve sonunda sadece ABD’nin F-16 uçaklarının montajını yaptığımızı unutmayalım.
F-16 montajı yapmak yerine; o zamanlar basit eğitim uçağı, ilaçlama uçağı, yangın söndürme uçağı ve hafif nakliye uçaklarını yapmaya başlasaydık, 30 yıl sonra bugün bulunduğumuz nokta çok daha farklı bir yerde olabilirdi.
Bu tür büyük yatırım gerektiren konularda; her zaman özel sektörü izlemişimdir. Özel sektör bir işe yanaşmıyorsa, o iş karlı bir yatırım değildir. Hatırlarsanız, başbakanımız, birkaç ay önce yerli otomobil yapımı için sinyal (hatta direktif) verdi, ama, kimse yerli araç yapmaya soyunmadı.
Aslına bakacak olursanız, Türkiye’mizin; sanayide Avrupa’nın 100 yıl gerisinde seyretmesinin asıl suçluları, bu konuda görevlendirilmiş yöneticilerin ve bürokratların vizyonsuzluğudur.
Binali Yıldırım’ın TAI ziyaretinde uçak yapımı için TAI yönetiminin söylediğine bakın: ” lisansı ve projesi belli bir seviyeye oturduktan sonra gerisini biz hallederiz” “ TAI’nin müthiş vizyon er yöneticileri varken, sırtımız yere gelmezJ” Bu konuda en önemli olanın Lisans ve proje olduğunu birileri onlara hatırlatsın lütfen.
Uçak yapımı için kendisine soru yönelttiğim, Dünya Fütüristler Birliği, Türkiye Başkanı Alphan Manas, aynı zamanda teknoloji holding in kurucusu ve ileriye dönük yatırımlarda öncü olan bir kişi olmasına karşın, uçak yapımına sıcak bakmadığını belirtmişti.
Bir başka örnek daha vereyim;
Göktürk-2 uydusunun 18 Aralık 2012’de Çin’den fırlatıldığını biliyorsunuzdur. TUBİTAK-TAI ortak girişimi olan bu projenin sadece yazılımını Türkler yaptı. Bu uydunun tüm parçaları Almanya-Fransa-Amerika-Güney Kore ve Çin’den sağlanmıştı. Bu uydumuzun çektiği fotoların çözünürlüğü, yani, fotoğraf kalitesi 2,5 metredir. Türkiye, 2014 yılında da uzaya bir Göktürk-1 uydusu daha yollamaya hazırlanıyor. Bu uydunun fotoğraf çözünürlüğü ise; 70cm olacakmış. Yani, bu uydu 70 cm’ye 70 cm’lik bir alan netliği sağlayabilecek. Kısaca, bir insanı tanımlama konusunda yetersiz kalacaktır.
İnternetten bir araştırma yaparsanız, Amerika ve İsrail bu çözünürlüğü 10 cm.nin altına kadar yükseltmiş olduğunu görürsünüz. Yani, insanların içtiği sigaranın markasını bile uzaydan görebiliyorlar. Burada anlatmak istediğim; teknolojinin inanılmaz boyutta ilerlemesi ve bizim bu projeyi hep arkadan izlemek zorunda kalışımız.
Eski teknolojiyi verirler kendileri son teknolojiyi kullanırlar.
Bir yerden başlamak zorundayız, denilebilir. Evet, başlamak zorundayız, doğru ama yalnız başladığımız yer konusunda farklı düşünüyoruz. Bu düşünce hem uydu hem de uçak yapımı için geçerli. Çünkü her iki projede sadece montaj yapıyorken, birileri, attıkça mangalda kül bırakmıyor.
“Bürokratlar, bir şeyler yaptıklarını göstermek için, siyasetçilerin ve halkın duygularıyla mı oynuyorlar?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Hadi hayırlısı diyelim ve diğer konuya geçelim.
********
THY Pilotlarının kaçırılışı geçen haftadan devam…
Türk Hava Yolları pilotu Murat Akpınar ile yardımcısı Murat Ağca’nın; Beyrut Havalimanından kalacakları otele giderken, bir köprünün altında otobüsün önünü kesen iki otomobilin içinden inen kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırılması, hala gündemi ve gizemini korumakta.
Lübnan’dan İran’a ziyarete giden 11 Lübnanlı, geçen yıl mayıs ayında İran’da İmam Ali Rıza’nın türbesini ziyaretlerinin ardından karayolu ile ülkelerine dönerken, Suriye’nin Azez bölgesinde kaçırılmıştı. Kaçırılanlardan 2’si daha sonra Türkiye’nin arabuluculuğuyla serbest bırakılmıştı.
Aileleri, geçtiğimiz aylarda Beyrut’taki Türkiye Büyükelçiliği ile Türk Hava Yolları binası önünde protestolar düzenlemişlerdi. Aileler Türkiye’yi, Lübnanlı hacıları kaçıran Suriyeli isyancılarla müzakerelerde oyalanmakla suçluyor.
AA’nın haberine göre, Suriye’de kaçırılan Lübnanlıların aileleri, Beyrut’un güney banliyösünde Türk pilotların kaçırılmasını havai fişeklerle kutladı.
Lübnan’daki BM Geçici Görev Gücü’nün (UNIFIL) eski sözcüsü Timur Göksel, kaçırılma olayını üstlenen grupla ilgili, “Sadece bu olay için yaratılmış bir örgüt. Pilotlar, nereden geldikleri ve nereye gidecekleri belli olduğu için kolay ve yumuşak bir hedef olarak görülmüş olabilir” dedi.
THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu, “Hiçbir zaman bir ekibin gece yarısı, sabaha karşı otele intikali sırasında böyle bir konuyla karşı karşıya kalabileceğimizi düşünmedik. Çünkü bize spesifik bir tehdit yoktu.” dedi.
Havayolu personeli; ait olduğu devletin bir parçası olarak algılanmaktadır.
Bu sebeple; havayolu ekipleri daha fazla risk altındadır. Ayrıca bayrak taşıyan bir havayolunun ekibi olma özelliklerinden dolayı da risk altındadır.
Türk Hava Yolları’nda, Güvenlik ile ilgili bir birim var mı? Varsa ki, olması şart, bu birim; uçulan meydanlar ve yatı yapılan şehirlerle ilgili güvenlik analizleri yapıyorlar mı? Ben merak ediyorum; BEYRUT ile ilgili ne gibi analiz yaptılar? Bu bilgileri kimlerle paylaştılar?
Geçen hafta THY’nin uçtuğu pek çok riskli meydanı yazdım, bu meydanlarla ilgili analizler var mı? Uçuş ekiplerine bu bilgiler aktarılıyor mu? THY İstasyon Müdürleri de güvenlik birimleri kadar sorumludur.
Unutmayalım; sorumluluk yükü ölümden bile ağırdır. Gerekli önlemleri almayan yöneticiler, sorumluluklarından kaçamazlar.
Pilotlarımız oraya THY’nin verdiği standart bir görevi uygulamaya gittiler. Kaçırılma olayı THY’nin servis aracında meydana geldi. Sorumlular, bunun yanıtını vermeliler ve yaptıkları işin sonuçlarını bir daha düşünmek zorundadırlar.
Pilotların kaçırılma olayının dikkat çekici bir yönünü sizlerle paylaşmak istiyorum. THY’de 2500 civarı pilot ve bunların dernekleri var. Bu olay olur olmaz, ilgili dernekler, anında tepki vermelilerdi diye düşünüyorum. Her ne kadar bu önerime konunun siyasi olma ihtimalinin yüksekliği nedeniyle inanmasam da, bu konuyu devamlı gündemde tutmak için konuyla ilgilendiklerini, devletin girişimlerini izlediklerini, alınacak sonuçtan umutlu olduklarını yazarak meslektaşlarına moral verebilirler. Yakalarına siyah ( vefatı anımsatabilir) veya farklı renkte bir kurdele takarak konuyu uluslararası platformda canlı tutabilmek için yabancı yolcuların nezdinde sürdürerek bu kaçırılma olayının sonuna kadar sürdürebilirler. Konunun hiçbir zaman soğumasına ve unutulmasına müsaade edilmemelidir.
Sevgili THY yönetimi; Pilotlarımız kaçırıldığından bugüne 10 günden fazla oldu. Bu sürede kabin kokpit uçuculara bilgi akışı yapıldı mı? Kaçırılan pilotların durumu, neler yapıldığı vs. Her gün personelle paylaşılmalıdır. Çünkü bu tür bilgi akışı personel üzerinde güven duygusunu artırır. Bize bir şey olduğunda sahipsiz değiliz yöneticilerimiz bizimle ilgilenirler duygusunu verir.
Aksi halde bireysel veya toplumsal tepkiler olacaktır. Bu da insan olmanın bir sonucudur.
Ayrıca; Geçen hafta bir kaptan pilotumuzun, THY pilotlarının kaçırılma olayını protesto etmek adına medeni bir tarzda uçağı terk etmesi bence büyütülecek değil aksine takdir edilecek bir konudur. Çünkü bu protestonun muhatabı THY yönetimi olamaz. Bu pasif eylemin, Kamuoyunun ve medyanın dikkatini bu konuya yoğunlaştırması amaçlı olmanın yanı sıra, rehin olarak tutulan pilotlarımıza ve ailelerine destek niteliğinde yapıldığını düşünüyorum.
THY yönetiminin baskıcı ve sert tutumunu bile, bile THY’deki imkânlarını ve mesleğini hiçe sayarak bu protestoyu yapmak aptallık değil YÜREK işidir. Bu yüreğe eleştiri yapmak değil şapka çıkarmak gerekir.
Ancak; THY yönetimi benim gibi düşünmüyor olsa gerek ki, THY yönetimi, olayın kahramanı kaptanı uçuştan alıp hakkında soruşturma açmışlar. Bu kaçırılma konusunda duyarlı olacağını düşündüğüm TALPA başkanı Gürcan Mantı’nın ve yönetiminin, ilgili kaptanın dernek üyesi olup olmadığına bakmaksızın, kişi ve dernek olarak bir meslektaşına yapılan bu haksız uçuş kesilmesi ve soruşturmaya nasıl tepki vereceğini birlikte göreceğiz.