Son günlerde ülkemizde o kadar sık gündem değişiklikleri yaşanıyor ki, günün
Önemli bir bölümünü TV başında geçirir oldum. Yaşanan politik hareketlilik
Nedeniyle, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın gündemi ülkemizdeki olaylara
Endekslenmişken, ben de gündem köşemi havacılık konusuna ayıramazdım.
Geçenlerde bir arkadaşım, Çağlayan’daki mitinge birlikte gitmemizi önerdi.
Önce kabul ettim, sonra, bazı aksaklıklar yüzünden üzülerek gelemeyeceğimi
Arkadaşıma ilettim. Arkadaşımın bana verdiği yanıtı, sizle paylaşmak
İstiyorum; “ “Sefa Bey, üzülmeyin. Aslında sizin bu mitinge gelmenize gerek
yok, çünkü; siz köşenizde her hafta miting düzenleyip duygu ve
düşüncelerinizi bizlerle paylaşıyorsunuz. Bizler, sessiz çoğunluk olarak
konuşacak alan bulmakta çektiğimiz sıkıntıyı bu şekilde haykırmak için oraya
gidiyoruz” dedi.
Politika yapmayı, bir politik parti içinde bulunmayı, hiçbir zaman
düşünmedim. Seçimlerde oy kullanmaktan öte, hiçbir politik yapılanma içine
girmedim. Ama herkes gibi, benim de sempati duyduğum ve desteklediğim
politik oluşumlar mutlaka oldu. Ancak, bu hiçbir zaman oy vermekten öte
gitmedi. Gazetelerimizin politika yazan yazarları, nasıl bazen hiç
bilmedikleri havacılık konularında yazı yazabiliyorlarsa, bizler de her
anını yaşadığımız ve günlük yaşamımızı doğrudan ilgilendiren ülke
sorunlarına, biraz değinmeliyiz diye düşünüyorum.
Bu hafta ben de bu nedenle, ülkemizin içinde bulunduğu durumla ilgili
düşüncelerimi sizlerle paylaşmak ihtiyacını duydum.
Önce, CUMHURİYET MİTİNGİ adı altında yapılan Ankara’daki ilk mitinge ve
sonra İstanbul’a sizinle bir yolculuk yapalım.
Bu mitingler; duyurulduğu gibi, hiçbir siyasi pankart, siyasi söylem
olmaksızın düzenlenmiş mitinglerdi ve bence anlamı; Cumhuriyetimize sahip
çıkılmasıydı.
Mitinglere bazı siyasi parti liderlerinin katıldıklarını TV başında gördüm.
Onlar da bu mitinglere, yanlarında çocukları veya aileleriyle gelmişlerdi.
Gözlerim hep Başbakanımız Sayın Erdoğan’ı aradı. Sayın Erdoğan’ın da elinde
Türk Bayrağı ile orada halkın arasında Anıtkabire doğru yürümesi ne kadar
güzel olurdu diye düşündüm bir an.
Öyle ya, Cumhuriyetimizi sahiplenen sadece bizler değildik ki..! Sayın
Erdoğan da tüm söylemlerinde; Cumhuriyet ve demokrasinin ne kadar önemli
olduğunu vurgulamaktaydı. Ama, bilindiği gibi, söylemleri gerçek yaşamda
benim düşlediğim gibi sonuçlanmadı ve istediğim görüntüyü bulamadım.
Bunun yanı sıra, bu yürüyüşte bence başı çekmesi gereken Başbakanımızın;
Cumhuriyet mitingine siyasi bir oluşumdan uzak olarak katılan vatandaşlarına
hitaben, “Bindirilmiş Kıtalar” sözcüğünü söylemesini kınıyor ve bu mitinge
katılan vatandaşlarının bu sıfatı hiç, ama hiç, hak etmediğini düşünüyorum.
Cumhuriyet’e sahip çıkma mitingleri, İstanbul-Çağlayan’daki mitingde doruğa
ulaştı. Sayın Başbakanımızın her zaman önemsediği ve etkinliklerini olumlu
bulduğu Sivil Toplum Örgütlerimizin dayanışmasıyla oluşan bu platforma
destek olmalı ve burada da elinde Türk Bayrağı ile vatandaşlarıyla
Cumhuriyete saygı mitinginde siyaseten de olsa, birlikte olabilmeliydi diye
düşünüyorum.
Ayrıca;
Demokrasinin kuvvetler ayrılığı olan
Yasama
Yürütme
ve, Yargı’nın, olmazsa olmazlığını kabul edenler, Yürütme görevini
kullanırlarken Yargı’nın verdiği kararlara da saygılı olmak durumundadırlar.
Anayasa Mahkemesi karar almadan önce, yargıyı etkileyecek (
ki-etkilenemezler) açıklamalar yapmakla suçladığınız Genel Kurmayı, suçlamak
yerine, emrinizdeki bu kuruma karşı (varsa gücünüz) yaptırım getirmeli ya da
hiç konuşmamalıydınız.
Bir bildiriye, bildiriyle karşılık vermek, o kurumla eşdeğer statüde
hiyerarşik düzende eşit olduğunuz anlamı doğurur. Oysaki siz “Genel Kurmay
Başkanlığı, bana bağlı bir kurum, başındaki kişi de benim memurum”
demiştiniz!
Bir başka yaklaşım tarzı olarak; mitinglerde, Genel Kurmay’ın duyarlılık ve
korumakta kararlılık gösterdiği, laik-demokratik Türkiye görüşüne uygun
sloganlar atarak yürüyen milyonlarca insanı da; demokratik anlayışınız
gereği, aynı suçu işlemiş olarak görebilir ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği
kararı etkileyici olmakla suçlayarak, haklarında suç duyurusu
yapabilirdiniz.
Her fırsatta dillerinizden düşürmediğiniz, Yüce Yargı’nın; Anayasa’dan ( kanunları yorumlamak onların işidir) yana verdiği bu kararı “Demokrasiye sıkılmış
kurşun” diye nitelerseniz, bu, demokratik rejimin Yargı kısmını kabul
etmediğiniz anlamını da beraberinde getirir, kuvvetler ayrılığının bir
bacağını kabul etmeyerek demokratik anlayışınızda bir ikilem oluşturursunuz.
Ve yine sizin söyleminizden aldığımız; Demokrasiye Tramvay sözcüğünüzle,
halkın her şeyi olan demokrasiyi, istediğiniz yerde inebileceğiniz bir
platform olarak gördüğünüzü ve kendinize göre algılamak niyetinde olduğunu
göstermiş olursunuz.
Değerli okurlar;
Ülkemiz ne yazık ki, bir kamplaşmaya doğru yol alıyor.
Türk halkı olarak bunları hak etmiyoruz ve 83 yıllık Cumhuriyetimizin
kuruluş felsefesinde olduğu gibi; birbirimizi anlayarak, karşılıklı sevgi ve
saygıyla birbirimizi kucaklamayı arzu ediyoruz.
Ülkemiz insanlarını laikler ve kökten dinciler diye bölerseniz; ABD kaynaklı
BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) projelerinin aracı yapmaya kalkarsanız, 83
yıllık Cumhuriyetin temellerine dinamit koyarsınız ve ülkeyi geri dönülmez
bir yola sokarsınız.
83 yıllık Cumhuriyetin, laiklik kavramının anlamı bugün her zamankinden daha
net: 83 yıldır anladığımız laik demokratik Cumhuriyet – dinin devlet
işlerinin dışında tutulması-kavramını, anlamının dışına taşırmaya ve
tartışmaya açarsanız, Cumhuriyetin tüm kurumlarıyla ve en önemlisi, laik
Cumhuriyeti bir yaşam biçimi olarak benimsemiş, içine sindirmiş geniş halk
kitleleriyle karşı karşıya kalır, içinden kendinizin de çıkamayacağı bir
kaos ortamı oluşturursunuz.
Mutlaka demokrasinin kuvvetler ayrılığını oluşturan Yasama, Yürütme ve
Yargı’nın tümüne sahip olmak isterseniz ve zorlarsanız, sizle aynı düşüncede
olmayan insanları, kurumları, kuruluşları hiçe sayar ve Yürütme görevinizle
bu kesimleri sindirme yoluna girersiniz. (Bunun ilk örnekleri 1 Mayıs
kutlamalarında İstanbul’da uç vermeye başladı bile…)
Büyük Millet Meclisi’ndeki azınlık kesim, çoğunluğa dayatıyor diye
hayıflanırsanız, demokrasinin, aslında; azınlığın ve temsil edilemeyenlerin
de haklarını korumak adına oluşturulmuş bir rejim olduğunu bilmiyor kabul
edilirsiniz.
Üniversiteleri, Yargıyı, Askeri ve sizin deyiminizle Bin-Dirilmiş Kıtaları
anlamaya çalışacağınıza, onları taraf olarak görürseniz, gittikçe
yalnızlaşacağınızı ve ülkemize yaptığınız veya yapmak istediğiniz yararlı
etkinliklerinizin bir anda silineceğini ve korkunç bir yalnızlığa mahkûm
olacağınızı görürsünüz.
Meclis oturumunda 367 milletvekilinin hazır bulunması gerekliliğini
zorlayarak yaratılan Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi de sona erdi ve mecliste
tek aday olan Gül, adaylıktan çekildi. Cumhurbaşkanlığı seçimi, böylece yeni
meclise kaldı. Bu gelişmeler karşısında telaşa kapılıp, kızarak, -anlaşılır
bir-acelecilikle (!) Anayasa’yı değiştirme yoluna girer, tam olarak, her
maddesinin tek- tek incelenip değerlendirmesi yapılmadan geçici yamalarla ve
sizin istediğiniz koşullara gelmesinde diretirseniz, aceleci önerilerinizle
Anayasayı içinden çıkılmaz hale getirirsiniz ve buna itiraz eden büyük bir
kesimle yine karşı karşıya kalırsınız.
Sonuç olarak; Demokrasiyi, birbirini anlama ve uzlaşma rejimi olarak
düşünürsek, Yasama, Yürütme ve Yargı’nın farklı-farklı yapılanmalar
içerisinde, birbirini denetler halde oluşmasını, ne yazık ki hala tam
anlamıyla özümsenmemiş demokrasinin, (her kesin kendi yararına
kullanabileceği bir sistem olarak görülüyor) ülkemizde, şimdilik hiçbir
siyasi partinin bu kuvvetler ayrılığı sisteminde tek başına yetkili
olamamasını sağlamasını dilerken,
22 Temmuz 2007 seçiminde önümüze konan zamanlama oyununun farkına
vararak(!), hangi görüşteki vatandaşlar olursak olalım, tercih ettiğimiz
siyasi partilerin sandıkta tam temsil edilmelerini ve bunun gelecekteki
yaşamımızda ve çoluk çocuğumuz üzerinde çok etkili olacağının bilinmesini
dilerim.
İyi haftalar.