YALAKALIK

Bu haftaki yazıma başlamadan önce Sayın Oya Toruma aramıza hoş geldin demek istiyorum. Başarılar. Oya torumu benim kalemimden okumak için lütfen TIKLAYIN
.
Yalakalık terimi, son zamanlarda günlük yaşantımıza girmiş ve çok kullanılanılır hale gelmiştir. Bu deyimin Türk Dil Kurumu sözlüklerindeki anlamı; “Dalkavuk veya sırnaşık” olarak adlandırılmıştır. Varlıklı ve güçlü kişilere, iktidarı elinde bulunduranlara yaranmak için; onları gerçeküstü davranışlarla poh-pohlamak demektir.
Deyimi daha da genişletereK yeni bir anlam daha ekleyebilir, teknik deyimle ahlaki korozyon ya dapaslanma ifadelerini de rahatlıkla kullanabiliriz.
Günümüzde bu tür insanlar, çevremizde bolca bulunmakta ve özellikle bazılarında bu korozyon bayağı ilerlemiş durumdadır. Korozyona uğramış insanlarımız, belki bu hastalıklarının farkında bile değiller, çünkü hastalık onların kanına işlemiştir. Bu rahatsızlığın, kişinin genlerinden kaynaklandığını burada iddia etmek, sanırım fazla yanlış olmayacaktır.
Yalakalık yapan kişiler kadar, yalakalıktan hoşlanan kimseler de yapı olarak aynı kategoride değerlendirilebilir. Bu tür uygulamalardan hoşlanmak, o kişinin de aynı uygulamayı başkalarına yaptığı ve yadırgamadığı anlamına gelir. Yalakalık yapan kişiler, karşılığında tabii ki küçük-büyük çıkarlar elde edebilirler. Elde ettikleri çıkar, kişisel kirlenmelerine neden olmuş-olmamış onlar için önemli değildir.
Yalaka kişilerin, son derece korkak ve kendine güvensiz tipler olduğu açıkça görülür. Her zaman, kendilerinde olmayan gücün yanında yer alırlar. O güç, onları-yalakaları- da zaman, zaman ezer ve horlar, ama yalaka için bunlar önemli değildir. Kısaca, buna kişiliksizlik denir. Kendine ve topluma karşı saygınlığını yitirmiş bu kişilerin, elde edeceği çıkarları uğruna yapamayacakları hiç birşeyin olmaması düşünüldüğünde, yalakalık yapan kişilerin toplum için tehlikeli birer parazit oldukları da söylenebilir.

Yalakalık sadece kişilerle sınırlı değil.. Kişilerce veya kişilerin temsil ettikleri kurumlarca da, diğer bir kuruma yönelik yalakalık yapılabilir. Örnek verecek olursak; kurumlar arası yalakalık bazı yazılı ve görsel medyamızda oldukça yaygındır ve doğrudan iktidara ve bağlı olduğu holdingin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Bu yayın kuruluşlarının gazete ve TV’lerinde iktidarın hoşlanmadığı haber ve yorumlara yer veril(e)mez…(Geçtiğimiz günlerde sadece Türkiye’mizin değil tüm dünya basınının ilgiyle izlediği Genelkurmay Başkanımızın ülkemize yönelik iç ve dış tehditler hakkındaki toplantısı, ülkemizin bazı TV’lerinde canlı yayından verilmedi…!
Yine 14 Nisan’da Ankara’da yapılan yürüyüş ve miting ile ilgili ne kadar haber çıktı dersiniz? Bunların haber olma özelliği yok muydu da yayınlanmadı? Değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum. Ayrıca Hrant Dink in Hepimizi ermeni yapan pankartların taşındığı(!) cenazesini naklen yayın yapan TV lerimiz, Türk Bayraklarının dalgalandırıldığı siyasi hiçbir pankartın taşınmadığı, Cumhuriyet tarihimizin en büyük 14 Nisan 2007 deki Cumhuriyet yürüyüşünü naklen veremezler miydi dersiniz?)
Bunların nedeni belirli bir güçle ters düşmeme adına yapılan aynı çeşit uygulama değil mi?

Çalışma yaşamımda, çevremde gördüğüm bu tür –yalaka- kişiler, -küçücük çıkarlar, alınan minik ödüller ki, o kişilere telefonda konuştukları kişi karşısında ceket ilikletir…- o kadar yoğundu ki, bunları deşifre etmeden başka bir yazı konusu içinde değerlendirmeyi, fakat yine de bir genelleme yapmayı uygun görüyorum.
Bu kişiler; genellikle üst yönetimde ve aynı yapıda olmaları nedeniyle iş yaşamlarında başarısız olmazlar. Siyasi yapı değişikliği, yönetim tarzı değişikliği onları pek etkilemez. Çünkü her dönemde kendilerine yandaş olabilecek –bu tür çıkarcı- yöneticiler bulunur. İş yaşamları başarılı olur, ama kendilerine saygılarını tamamen yitirerek paslanır ve zaman içinde kullanılmaz hale gelerek kendilerine öz saygılarını yitirirler.
Toplumsal yaşamımızda önemli yerleri olan kurumlarımızın da bu yozlaşma ve çürümüşlük içinde olması içler acısıdır. İktidarı ele geçirmek ve elde tutmak uğruna, bu kurumların siyasi yozlaşmanın içine çekilmesi ileriki kuşaklarımıza yapacağımız en büyük kötülük olacaktır.
Yaşamımızın her alanında karşımıza çıkan bu tür davranışlar; doğal olarak, halkımızın haber alma hakkını yerine getirmek durumunda olan ve onu her konuda objektif olarak aydınlatma görevini yerine getiren bazı medya kuruluşlarımızda (!) da görülmekte. Bir kaç medya patronunun elinde olan çoğu basın-yayın organları, halkı doğru, dürüst aydınlatma yerine, güçlünün yanında yer alarak, onların paralelinde yayınlar yapmakta, AFERİN alıp, ekonomik yönden daha da güçlenmeye çalışmaktadır.
Sektörümüze yönelik yapılan yayınlara baktığımızda; bazı dergi kapaklarında, hiçbir kurumsal bağı olmadığı halde, gücü simgeleyen, endirekt bağlantılı olunan kurumun başındaki kişinin; boy, boy fotoğraflarına rastlanıyor. Bunu da; küçük bireysel çıkarlarını, kurumunun saygınlığına gölge düşürmek pahasına, öne çıkartarak mevzi ve çıkar elde etme uğruna harcamak olarak değerlendiriyorum ve sektör adına üzüntü verici buluyorum.
Airporthaber’de yazı yazmaya başladığımda, genel yayın yönetmenine sorduğum; “yazılarıma sansür uygulanacak mı? Soruma, aldığım HAYIR! yanıtı için” buradayım.
“Tarafsızlığın, aslında taraf olmak” olduğunun biliyorum. Benim de tarafım tabii ki vardır, ama bu taraf hiçbir zaman GÜÇ’ten yana olmadı ve olmayacaktır da. Gücün doğru kullanıldığı, her şeyin günlük-güneşlik göründüğü zamanlarda bile, mutlaka, madalyonun görünen kısmı ile değil, görünmeyen kısmıyla ilgilenecek, görünmeyen yeri deşifre edip, eleştirmeye devam edeceğim. (Kişileri, kurumları pohpohlamak, yapıma pek uymuyor, zaten gerek de kalmıyor. Çünkü; bunu yapan birçok yazar, adeta o şirketin PR temsilcisi gibi görevleri başındadırlar…)
Yazılarım hakkında yapılan olumlu, olumsuz yorumlar zaten bunu gösteriyor ve her iki görüşteki ya da tarafsız kişilerce okunup değerlendiriliyor.
İktidardan yana olmanın, muhalefet yapmaktan çok daha kolay ve kazançlı olması gerçeği ile yani, işin kolay yanında yer almak “akıllı ol”, “sen kendi işine bak”, orası seni ilgilendirmez”, “vardır büyüklerimizin bir bildiği” “haddini aşma” gibi söylemler, her zaman beni rahatsız etmiştir.
Ve bana; THY’de bulunduğum zamanlar, yönetimin söylemiyle; haddimi aşmış olmamın, çalışanların hakları olup ta, işini yitirme endişesiyle çekinmeleri ya da sorunlarının çözülebilir olduğuna inanamamaları nedeniyle alamadıkları birçok maddi kazanımlarını; –yapılan tehditlere ve karalamalara karşın- çalışanlara kazandırmış olmamın keyfini başka hiç bir şey yaşatamaz.
Bu keyfi de, yaşamayan –hiçbir zaman da yaşayamayacak olan yalakalar- anlayamaz!

İyi haftalar.

Exit mobile version