Üstün Performans Ödülü ve Sonra performans yetersizliğinden Savunma Vermek!

Değerli okurlarım;
Alman devi Bosch’un çok ünlü bir reklam sloganı vardır. Mutlaka hepiniz bu reklam sloganını duymuşsunuzdur.
Neydi Bu Slogan?
“İnsanların güvenini kaybedeceğime para kaybetmeyi tercih ederim.”  Bu çok anlamlı slogan o kadar çok beğenildi ki, birçok mecrada yer buldu. Bu nedenle bu sloganı, sadece bir ürünün satışının düşmesine veya artmasına yönelik görmemek lazım.
Bu slogan, aynı zamanda birçok yazıya da konu olmuştu. Bu reklam sloganı, reklam sloganlığından çıkmış, adeta hayat dersi olmuştu. Herkes bu anlamlı slogandan, kendine çıkarım yapmaya başlamıştı.
Aslına bakacak olursanız, güven oluşumunda kuş örneğini vermek mümkün. Bir kuşu yakaladığınızda, kuş elinizden kaçıp uçmaya çalışacaktır. Bu davranış kuşun doğal refleksidir. Ancak, evinizde besleğiniz bazı kuş cinslerinin sahibinin omuzunda veya parmaklarının üstünde dolaştığını mutlaka görmüşsünüzdür.
Kuşun bu doğal refleksini değiştirecek ne olmuş olabilir?
İşte bu bir güvendir ve görüleceği üzere sadece insana yönelik değildir. O kuşun sahibine güvenebilmesi için çok uzun süre geçmiştir. Hani derler ya, “Güven kuş gibidir. Bir kere uçmayıversin”  Bu sözün anlamı işte budur. O kuş artık elinize gelmiyorsa ve size güvenini ve sevgisini kaybetmişse aynı kuşa bir kez daha asla güven aşılayamazsınız. İnsanlar da aynı kuş misali, karsılarındakine yönelik güveni zedelendiyse asla bir daha güvenemezler.
Bu nedenle, her geçen gün reyting kaybına uğrayan bizim sektörün yandaş yazarlarının günah çıkartmaya çalıştıklarını görüp, birlikte gülüyoruz. Allah kimseye bu günleri göstermesin. Bir insan iki de bir nasıl bu kadar U dönüş yapabilir. Mamaları mı kesildi acaba? Abileri mi yön değiştirin dedi. Nerdeyse “biz çalışandan yanayız” bile diyecekler de, acaba utanıyorlar mı?
Kafalarına taş düştü desem, düşmemiş olduğu söyleniyor. Hımm o halde ne olmuş olabilir ki bir anda bu kadar çark ettiler. Mama eksikliği olabilir mi? Yok yok, o olamaz. Örtülü ödenekten verilmesi planlanan bazı sözler verildi de tutulmadı mı? Yok ya amma da hayal âlemim geniş yahu… Mensup olunan bir partide istenmeyip, o halde ben yine eski partime döneyim belki aday adayı falan olurum düşüncesine ne demeli?  Neyse belki de hiç biri değil. Belki de başının devamlı dönmesi vertigo hastalığı belirtisi olabilir. Neyse ne olduysa olmuş. Bize düşen geçmiş olsun demek ve rahatsızlığı devamlı takip etmek olmalı.
Asıl konuma girmeden önce, yazdığım ufak bilgilendirmeler yazı konumla ilgilidir.
Günümüzde menfaat ilişkileri ön planda.  İnsanlar adeta çıldırmış gibi, düne kadar tu-kaka dediklerine bugün yanaşır olmuşlar. Siyasi partilerde, kulüplerde, dernek ve sendikalarda bu yanlışa sıklıkla rastlanıyor. Bir liderin arkasından atıp tutanlar şimdi belirli menfaatler adına bir anda dönüveriyorlar. Bu dönüşleri, dansöz gibi kıvırtmalarını ve hafızalarımıza kaydettiğimiz eski sözlerini, insanlar sizce unutuyor mu? Kuş bile unutmazken, insan nasıl unutur ki?
Malumunuz olduğu üzere,  şimdiye kadar görülmemiş bir sendikal süreç başladı. 1970’li yıllardan beri bu süreçleri yakinen takip etmekteyim. Neler gördüm neler…
305 için grev diyenlere gerçekleri yazdığımda, Çalışanların birçoğu ” aaaa Sefa bey, biz o girişimi yasal bir eylem sanıyorduk” diye şaşkınlık yaşadılar. Sendikanın çağrısı ile havalimanına toplanmış yüzlerce çalışanın, birlikte ve tabii ki bilinçsizce yaptıkları eylemi fotoğraflayıp, koşa koşa Hamdi Topçu’ya götürenler mutlaka bu hizmetlerinden dolayı bir şekilde nemalandırılmışlardır.
Bu süreçleri, birlikte yaşadığımızdan, şimdilik detaya girmeyeceğim. Çünkü ben o eylem ve sonrasındaki grev aşamasında hep havalimanındaydım. Sendika başkanı Ayçin ile birbirimizi hiç sevmememize rağmen yazılarımla sendikaya destek olmuştum. (Google araştırmalarınızda, Hamdi Topçu ve Hava-İş arasındaki mücadele esnasında yazılmış bir dolu yazım hala mevcut) Söz uçar yazı kalır derler. Bakın bakalım hangi tarafı haklı görmüşüm. O dönemki sendika yönetiminden nefret etmeme rağmen, kimden yana tavır koymuşum. Kısaca, çalışanlar lehine mi yoksa İşveren lehine mi görüş bildirmişim.  Şimdilerde de öyle değil mi? Yine çalışanların yanında olduğumdan kuşku duyan bir Allah’ın kulu var mı?
İnsanın, günün koşullarına göre ikide bir farklı görüşler eşliğinde bir o yana, bir bu yana dönmesini, riyakârlık, yalakalık veya dansözlük dışında hangi kelime ile ifada edebilirsiniz?
Şimdi siz düne kadar hep işveren ile birlikte olup bir anda işçi lehine dönmeye çalışırsanız, bu ani dönüşü toplum hemen anlar. Siz fark etmemişseniz bile, artık size olan güven zedelenmiştir ve asla bir daha geriye dönmeyecektir.
Sendikal ilişkilerde işveren bir taraf, çalışanlar ise başka bir taraftır. İşveren doğal olarak işi ucuza kapatmak ve limitleri zorlayarak onları çalıştırmak ister. O işveren vekilini o makama getirenler, ona bu görevi vermişlerdir. Çünkü işveren temsilcisini o makamlara getirenin isteği budur ve onlar görevlerini yapmaktadırlar. Sendika ise sizlerin verdiği ücret ile görev yaptığından, aynı işveren vekilleri, nasıl kendini o makamlara getirenleri satmıyor ve kayırıyorsa, sendika yönetimleri de kendini oraya getiren işçileri satmamalı ve kayırmalıdır. Çünkü birbirlerine taraf olmak zorundalar. Başka türlü denge kurulamaz. 
Günümüzde, işveren vekillerinin bir anda sendikacılığa soyunması ne kadar yanlışsa, sendikacıların da işverenin, ticari görüşü doğrultusunda alacağı kararlara burnunu sokması o kadar yanlıştır. Bu nedenle sıklıkla herkes kendi işine baksın derim ya…
Tabii ki bu işin olması gereken yanı… Peki, öyle mi oluyor?
Bildiğiniz üzere, Hava-İş ile Hava-Sen arasında taraf olmadım. Bana basın bültenlerini yollayan sadece Hava-Sen olduğundan, sadece onların basın bültenlerini yayınladım. Hava-İş’in bana gönderilmeyen basın bültenlerini de medyadan takip ettim. Tabii ki basın bültenlerini yayınlamak ayrı şey, o basın bülteninin içeriğini okuyup yorumlamak ayrı şeydir. Bu nedenle köşe yazılarımda, bültenlerde sendika yönetimince yayınlanan bildiri ve metinlerin kafama yatmayan yanlarını eleştirdim durdum. Bir nevi görevimi yaptım.
Ne hava-İş ile Ne de Hava-Sen ile organik bir bağımın olmamasının yanı sıra, her iki sendikanın tüm yönetimlerindeki kişileri sokakta görsem tanımam.
Neden işveren ve sendika yönetimleri ile ikili ilişkilerden kaçıyorum?
İlginç olduğu kadar tartışılabilir bir kişilik yapım var.  Bir kişi veya kurumdan bir iyilik gördüğümde veya bana sadece bir çay bile ikram etmiş olsa, hayatım boyunca onunla ilgili görüş yazamıyorum. Bu nedenle genel müdürlük veya sendika ofislerinde beni göremezsiniz. Hele, hele şirketlerin zaman zaman medya mensuplarına yönelik yaptığı seyahat organizasyonlarına hiç gitmem.  (bir nevi gebe kalmayı sevmem de diyebilirim)
Örneğin,  Sağ olsunlar, Onur Air yönetimi, 15 Nisan 2018 de Makedonya’nın incisi OHRİD uçuşu için davetiye yollamış. Onur Air’in OHRİD hattında uçuşları başlayacakmış. Öncelikle, hayırlı, uğurlu olsun deyip davet için teşekkür edeyim.
Kısaca, Onur Air yönetimi, bizim havacılık medyasındaki bazı kişileri, gezdirip yedirip içirecekler. Keza THY’de aynı jestleri zaman zaman yapıyor.
Tamam, gittik diyelim. Yedik, içtik, gezdik… Peki, haber yaparken nasıl objektif olacağız? 
İşte bu nedenle benden gazeteci falan olmaz. Bazı gazeteci geçinen arkadaşlar, ben yer içer, gezerim sonra da istediğimi yazarım (!) diyorlar. Bana her nedense, bu tutum ters geliyor. Havayolu şirketlerini, denetleme görevi alan bazı yerli ve yabancı denetçilerin, ilgili şirket tarafından yedirilip içirilip konuk edilmeleri gibi… Bu tür yanlışları birçok kere bizzat gördükten ve eleştirdikten sonra aynı yanlışa düşmek sizce de ters olmaz mı?
Bu ve buna benzer birçok örnek vermek mümkün.  Bazı gazetecilerin CIP girişleri için ceplerinde Elit kartları var. Ohhhh ne güzel memleket. İkram pası veya ekonomi bileti al ve doğru CIP lounge’a gir. Araya tanıdıklar sok biletini bir de Business Class’a upgrade ettirdin mi, ohhh senden iyisi olmaz.  Sadece kendisi mi? Aile fertlerini de aynı imkânlardan faydalandırabiliyorlar. Ailesi; “Vay be bizim oğlumuz büyük adam olmuş maşallah. Baksana havalimanında bizi ne güzel ağırlatıyor hatta Business Class a upgrade bile yaptırtıyor. Tu tu tu tu Maşallah! Diyorlar ve gurur duyuyorlardır.
Yanılıyorsunuz, Sevgili Ana ve Babalar.  Oğlunuz maalesef büyük adam değil sadece büyük adamların yalakası oldu. Onurunu, şerefini, mesleğinin ona verdiği yükümlülükleri, üç kuruşluk menfaat uğruna kiraladı.
Bu yapılana gazetecilik denmez. İnsanlar aptal değil. Ya adam gibi gazetecilik yapacaksın ve okurların saygı duyacak ya da işte böyle rezil olacaksın. THY, bu avantajları, sizce neden verir? Kimlere verir? Korkusu nedir? Bu konuda iki tarafta suçlu aslında. THY yönetimi neden ve kimden korkuyor ki, Elit kartlarını ulufe verir gibi dağıtıyor.
Gazeteciyim diyenlere sormak lazım. Bu avantajları alıp, şirket yönetimi ile çalışanlar arasında bir problem olsa ve işvereni haksız bulsanız, yazabilir misiniz? Yazdınız diyelim, THY’nin size özel sağladığı bu avantajlar anında iptal olmaz mı?
Sonra da çalışanlar, bu avantajların sağlandığı kişilerin yazılarını okuyacak ve ve tarafsız yazdığına inanacaklar Yok, arkadaşlar yok… İnan ki insanlar bu kadar saf değiller, Aptal da değiller…
Bu arada, ikide bir uçuş işletme genel müdür yardımcısı Levent Yılmaz ile ilgili dedikodular üretiliyor.
Taraflı bir haber sitesi, ne iş yaptığını bile bilemeyecekleri bir görevde olan Levent Bey ile ilgili abuk, subuk beyanlarda bulunuyor ve güya kamuoyu yaratılmaya çalışılıyor gibi… Bu kasıtlı yıpratma haberleri yayınlanırken, makam kokusu almış kaptanlardan A.A.T ve T.Ü kulis yapmaya başlamış diye kulağıma gelen haberler var. Levent kaptanın, görevinde başarılı olup olmadığını ben bilemem ve bir haberci olarak üstüme vazife de değil. İlker Aycı’nın veya Bilal Ekşi’nin iki dudağının arasında olan bir mevki için, sıradan bir aracı kalem ile birlik olunacağını ise hiç ama hiç sanmam. Ancak, uçuş işletmede bir değişim kararı alınıp birileri bunu ilgili yandaş kişiye duyurduysa, işte o zaman ben yazdım oldu mantığında alınmış kararın üstüne atlayıp,  ben yazdım yaptılar diyerek, her geçen gün düşen popülaritesini artırmaya çalışacaklardır. Bekleyip görelim
 Sendikal Gelişmeler: 
Birazda sendikal gelişmelere bakalım. Köşe yazarımız Rauf Eren’in bu hafta güzel bir yazı ile yeteri kadar konuya değişmiş olması nedeniyle, kısa ve öz geçeceğim.
Geçen hafta, THY’den beklenen hamle geldi. THY’nin tek silahı olan performans düşüklüğü (verimsizlik) adı altında sözde ithamlar eşliğinde uyguladığı ve sığındığı ceza uygulaması artık baydı diyebilirim. İşin komiği, içlerinden birinin üstün performans ödülü varmış. İşte buna çok güldüm. Şimdi THY, zamanında üstün performansı için teşekkür ettiği kişi veya kişileri, şimdi performans düşüklüğü ile cezalandırmak istiyor. Duysalar, dağdaki kurtlar, kuşlar bile gülerler.
Hatırlarsınız, 211 ile ilgili suçlamalarda (FETÖ) yine aynı uygulama ile davranmıştı. Bende onlara, madem bunlar FETÖ’cu o halde neden tazminat verip atıyorsun demiş ve üstlerine atılan suçtan aklananların aile bireylerinden özür dilenerek işe başlatılmalarını istemiştim. (211’in 205’i DAVALARI KAZANDI) Kıvır, kıvır kıvırmalarına rağmen, mahkemelerde kendini aklayanları bile işe geri almadılar. Şimdi de pilot sıkıntısı çekiyorlar. Aynı yanlışlar Mor Beyin uygulaması kullandıkları iddia edilerek suçlananlarda da oldu ama bu sefer aklın yolu bir diyerek, yargı kararına uyup dün işten çıkartmak zorunda kaldıklarını bugün işe geri alıyorlar.
Bu aşamalarda her nedense adı sendika olan kurum, kendi üyelerine yönelik yapılan verimsizlik suçlamalarına hep sessiz kaldı. Yahu kardeşim; Bu kişiler senin üyen. Bir nevi, ekmek paranı onlardan kazanıyorsun. Altındaki arabayı onlar sana almış, geziyorsun. Verimsizlik iddiasının sadece bir KILIF olduğunu da biliyorsun. Karşı çıksana… Bu üyelerimiz verimsiz değil diyerek işin aslını anlatsana.
THY’ye dönerek, “ kardeşim, iki sendika arasında yaşanan THY çalışanının, sendikal çatı altında temsil edilebilmesi yarışından sana ne” desene…
“Bu sorun, Hava-İş ile Hava-Sen arasında. Kararı çalışanlar verecektir.  Taraf tutman, bizi zor duruma düşürüyor” desene. “Verimsizlik, performans düşüklüğü yalanlarına sen de, biz de inanmıyorken, çalışanları neden bölüyorsun” desene. “Bizi bize bırak. Biz Hava-İş’iz ve Hava-Sen ile mücadele içindeyiz. İyi olan kazanacaktır. Bu nedenle THY’den ricamız bizim aramızdaki rekabete girip te ne bizi nede kendilerini yıpratmasınlar” desene… Koskoca Hava-İş senelerin sendikası, Hava-Sen ile mi mücadele edemeyecek yani… THY’ye bizi bize bırakın yeter deyin olsun bitsin.
Hadi bakalım, THY’de bir saçmalığa daha imza atılacak. Genel müdür imzalı “performansınız için teşekkür ederiz” belgesinin henüz mürekkebi kurumadan, aynı kişi veya kişiler için performans düşüklüğü imzası gelir ise, yandı gülüm keten helva…
Şimdi de gelelim İskender Çarkcı’nın savunma verme konusuna;
İskender Çarkcı bir TV programına konuk olup uçuş emniyeti ile ilgili görüşler belirtmişti. Bu beyanları, THY’nin bir kaptanı olarak değil Hava-Sen genel başkanı olarak vermiş olduğundan THY’nin hangi hakla savunma istediğini anlayamadım. Malumunuz olduğu üzere Hava-Sen legal bir sendika olup tüzel kişiliktir.  Bir sendikanın medya aracılığı ile konuşmasına işveren tarafından kısıtlama getirilmesi düşünülemez. Çünkü Hava-Sen, Taşımacılık İş Kolunda örgütlü olup sadece THY çalışanlarına yönelik hizmet yapmak için kurulmamıştır. Söylemleri geneli kapsar.
Hiç unutmam. UTED başkanı olduğum sırada Diyarbakır’da düşen THY uçağı ile ilgili, NTV’de Oğuz Haksever’in ricasını kırmayarak konuğu olmuş ve kazayı enine boyuna tartışmıştık. Bu program henüz başlamadan NTV alt yazı geçmeye başlamıştı. Bu anonsları gören Yusuf Bolayırlı beni cep telefonumdan arayıp, Sefa Bey siz nereden müsaade alıp NTV de görüş ileteceksiniz dediğinde ben de Yusuf Bolayırlı’ya, “Efendim ben her ne kadar THY de çalışıyorsam da, bir de benim UTED başkanlığı görevim var. Bu nedenle beni UTED Başkanı olarak davet etiler. Anonslarda da UTED Başkanı olarak geçiyor” demiştim. Yusuf Bolayırlı kızmıştı ama benden savunma almamıştı.
Şimdi ise aynı durum söz konusu. Çarkcı kaptan THY şapkası ile değil Hava-Sen şapkası ile konuştu. Bu nedenle aynı Yusuf Bey’in göstermiş olduğu olgunluğu İlker Bey’in de göstereceğini umuyorum. 
İlker Bey Sendika Konusunda Neden Taraf?
İlginç olduğu kadar benim beynimi son derece yoran bir konu ile karsı karşıyayım. Bir Türlü İlker Beyin kendisini ilgilendirmeyen bu konuda taraflı olmasının mantığını çözmeye çalışıyorum.
Malumunuz olduğu üzere Türkiye’de inşaat en büyük iş dalı oldu. Yer gök binalar ile doldu. İnşaat deyip geçmeyin, İnşaat 250 yan sektörü besliyor.  Dünya inşaat sektöründe 2.ci durumundayız. Türkiye’nin lokomotif sektörlerinden biri. Ancak, bu aralar, bilhassa konut satışlarında gerileme var. Yapılanlar bile satılmıyor. Hal böyle olunca, İnşaatın yanı sıra 250 yan sektör çökme durumuna gelir. Bu da milyonlarca işsizi yaratır.
Hava-İş sendikası asıl işi olmayan Kooperatifçiliğe soyundu. Hatta genel kuruldan yüksek aidat miktarına rağmen banka kredisi onayı da aldılar. 2000 konuttan bahsediliyor.  Yapılacak 2000 konut arkasından başka konutları da beraberinde getirir.
Konuya işçi-İşveren açsından bakıldığında çok saçma ama… İlker Bey ne yapsın?
THY direktifleri nereden alıyor? Hükümetten. Hükümet inşaat sektörünü canlandırmaya çalışıyor. Hatta Suriye’de bile yabancı ülkelerle inşaat planları yapılıyor ve ülke ekonomisi MAYDAY verirken bu sektörün hiçe atılamayacağını gören Hava-İş, İnşaat sektörünü işçi hak ve menfaatlerinden önde görerek konut projeleri sürdürüyor veya sürdürmesi için zorlanıyor. Tabii ki hal böyle olunca siyasi destek de sağlanıyor.  İlker Aycı ne yapsın? Bir şekilde yakaladığı makamı bırakıp gitmek kolay iş değil ki…
Biz de boş durmuyor ve İlker Aycı’ya Hava-İş ve Hava-Sen arasındaki topa girme diyoruz. Belki de girmeyecek ama… İşte o amalar nedeniyle işveren istemeden de olsa topa girme zorunda kalmış olabilir. (Tabii ki, bu bir tahmin)
İlker Bey’in taraf olma politikasında aklıma bu olasılıktan başka bir şey gelmiyor.
 
 
 
 
 
 

Exit mobile version