THY KABİN MEMURLARINA HIRSIZLIK SUÇLAMASI

Elinde kağıt tutan üniformalı adam, hızla ikişer üçer uçağın merdivenlerini tırmandı.
-Uçuş İşletme’den bekleniyorsunuz, acele!
İşte zurnanın zırt dediği yer, bu haber hayra yorulmaz!
Kapıyı açtığında, bir görevli elinde bir tebliğ ile karşındaysa, çarpmaya, cenge hazırlıklı ol!
Son yolcu da indikten sonra, doğruca Baş Pilot’un makamına gittim.
Baş Pilot Yardımcısı Erhan Kaptan oturduğu yerden muzipçe gülümseyerek, elindeki mektubu okumaya başladı. Bitirdiğinde yine bana dönüp “ne diyorsun” diye sordu.
Heykel kadar hareketsiz ve sessiz, bomboş bakışlarla yanından ayrıldım.
İzmir’in ünlü otelinden gelen resmi yazıdaki iddiaya göre; arka arkaya iki gün, bitişik iki odadaki sabit ve seyyar duş takımları sökülmüş, yerlerinde yeller esiyor. Kat görevlisinin sabah kontrollerinde yapılan tesbit sonrasında, bu odalardan birinde benim, diğerinde de devrem Berna’nın kaldığı belirlenmiş. Herhalde Berna da ifade vermeğe çağrılmıştır.
Savunma yazmak gerekli. Kısa ve öz olarak, o tarihte  otelde kaldığımı, gece geç saatte geldiğimizi, sabah çok erken ayrıldığımı  ve iç hat çantası taşıdığımı, armatürlerin çantama sığmasının mümkün olmadığını yazdım.
İç hat çantası değil, sandık taşısan o takımlar yine sığmaz. Takım çantası da yok ki sökelim. Her şeye rağmen, çok ağrıma gitmişti. İzmir’den de, hava yollarından da uzaklaşmak istiyordum.
****
Bir başka gün, dış hat uçuşu için gümrükten çıkarken, Berna ile karşılaştım. Bana Avukat Burhan Apaydın ile görüştüğünü ve davayı ona verdiğini açıkladı. Benim böyle bir şansım yoktu ve perdesini bile açıp, hiç görmediğim duş takımları için avukata zaman ve para veremezdim.
Acaba ne zaman atılırım diye beklerken, günler, haftalar ve aylar geçti.
*Boyoz’u, Pişisi, *Kumru’su, Kalamarı, Çöp Şişi, İmbat’ı hepsi gözümden silindi. İçim öfke ve nefretle doldu. Aslında suç İzmir’in değil otelindi ama onurlu, genç bir insana bunu izah edebilmek zor.
Bir daha çağırmadılar ama atmadılar da.
***
Başka bir tarihte, yine yönetime çağrıldım ve aynı otele borcum olduğunu öğrendim.
Otele geldiğimizde, ufacık çantaya sıkıştırdığım etek ve bluzlar kırışıp buruştuğu için, oda servisine telefon açıp ütületiyor, kapıya getirildiğinde ödeme yapıyordum.
Meğer üslup yanlışmış. Sabah aşağıda, otelden ayrılanların çıkış işlemini yapmak için Resepsiyon’a gitmesi gerekirken, biz peşin peşin görevlinin cebine ödeme yapmışız. Böylece aynı ücretleri bir kez daha ödedim.
Daha kimler, ne çeşit olaylar yaşadıysa, havayolu ile otel arasında toplantılar yapıldığını duyduk. Sonunda otel yönetimi değişti.
***
Terazinin kefeleri herkes için dengede değildir.
1988 Temmuz’unda Bangkok, Singapur ve Tokyo’dan sonra New York’a tarifeli uçuşlar planlandı.
A-310’larla başladığımız New York seferlerinde, kıtaya direkt uçamıyor,  önce Brüksel’e inip, yakıt, ikram ve yolcu aldıktan sonra okyanus üzerinde upuzun bir uçuşa başlıyorduk.
İlk uçuşun kokpit ve kabin  ekipleri, Uçuş İşletme’de görevli pilotlar ve kabin memurlarından müteşekkil. Uçağın tamamına yakın bölümü  VIP yolcularla dolu.
Brüksel’den kalkan Airbus, 8 Saat 30 dakikalık bir uçuştan sonra JFK International Airport’a teker koydu ve ekip arabası Queens Midtown yönünde devam ederek, 300 metre kadar ilerledikten sonra,   Avenue 3’de Birleşmiş Milletler ve Pan Am binalarını geçtikten sonra, Lexington Avenue ile 42 nd St. kesiştiği köşede Grand Hyatt Hotel’in önünde durdu.
Seçim mükemmel, karşılama ve ağırlama da öyle ama, ertesi gün otelden ayrılma zamanı geldiğinde, unutulmayacak bir kaos yaşandı.
VIP’lerin kaldığı tüm odalardaki mini barların içinde yer alan ne varsa, her şey boşaltılmış, valizlere transit geçiş yapmıştı.
Hesabı VIP’ ler mi ödedi yoksa havayolu mu, geçmiş gün, hatırlamasak da olur.
***
Uçuş, kaçış bitti. 300’lük, 500’lük guruplar halinde havaclılığı meslek edinmiş kişilerin yaşamları zorunlu olarak yön değiştirdi.
Yolcusu da, yöneticisi de yordu-bitirdi. Son bir uçuş kaldı, sevgi  ve inançla, iman dolu yürekle hakka yükselerek uçmak. Onu da kimse engelleyemez!
Ne dememi beklerdiniz?
Şeker Bayramı mı, Ramazan Bayramı mı?
Şeker tadında bir Ramazan Bayramı diliyorum.
Meral Döşemeciler
*Boyoz 1492’de Türkiye’ye yerleşen Sefaradlar tarafından Anadolu ve özellikle İzmir mutfağına katılmış, İzmir damak tadı ile özdeşleşmiş, mayasız bir hamur işi.
*İzmir’e özgü kumru denen bir hamur işi ve bununla hazırlanan sandviçlere verilen addır

Exit mobile version