SIPRI raporuna göre, 2006-2010 döneminde, dünyanın en büyük 5 savunma ürünleri ihracatçısı; ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Almanya’dır. Kısa süre öncesine kadar ilk beşte olan İngiltere listeden çıkmıştır. Bu devletler dünya savunma ürünleri ihracatının %73,9 payına sahiptir.
2006-2010 döneminde savunma ürünleri ithalatçısı ülkeler arasında 8’inci sırada olan Türkiye, 2011-2015 döneminde, ithalat hacmini reel olarak %46 arttırıp, 6’ncı sıraya yükselmiş. Bu dönemde Türkiye, savunma ürünleri ithalatının %63’ünü ABD’den yapmış. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), savunma harcamalarında, Türkiye’yi, 2014 yılında dünyada 15’inci sıraya yerleştiriyor.
ABD (20), İngiltere (2), Rusya (1), Çin (2), Fransa (2), İspanya (1), İtalya (2), Hindistan (3), Brezilya (1), Arjantin (1), Güney Kore (1), Tayland (1) ve Avustralya (1) uçak gemisine sahip devletlerdir. Ayrıca Çin, Japonya, Pakistan, Şili ve Avustralya’nın helikopter gemileri de mevcuttur.
Görüldüğü gibi uçak gemisi bulunan gemiler dünya milli gelir sıralamasında ilk on beşte bulunmaktadırlar. İlk on beşte olup da uçak gemisi bulunmayan devletlerden Japonya ve Almanya’nın anayasaları gereği, daha doğrusu İkinci Dünya Savaşı’ndan beri devam eden kısıtlamalar nedeniyle uçak gemileri yoktur. Diğer uçak gemisi olmayan devletlerin ise denizlere bakışları ve güvenlik ihtiyaçları nedeniyle uçak gemileri bulunmamaktadır.
Türkiye, kendisine 2023 ve 2071 hedefleri koymuş bir devlettir. Bu hedef tarihler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu olan 1923’ün yüzüncü yılı ve Türklerin Anadolu’yu yurt tutmasının başlangıcı sayılan 1071 Malazgirt Savaşı’nın bininci yılı olması hasebiyle önemlidir.
Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin Devlet-i Aliyye’nin tarih sahnesinden çekildikten sonra kurduğu yeni devletin adıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrası girdiği İstiklal Harbi sonrası yeni devlet dış politikasını “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” özdeyişi üzerine oturtmuştur. Savaşlardan çıkmış bir devlet için gerçekçi temellerde oluşturulmuş bu hedef başlangıç için yeterli olmuş olmakla birlikte bugün için en azından uygulanış biçiminden kaynaklanır şekilde yeterli olmamaktadır.
Tarihte de diplomasi ve diğer dış mücadele araçları var olmakla birlikte temel enstrüman düzenli ordular ve onların mücadelesi idi. Bu anlayış çerçevesinde düşmana saldırmamak, düşman sayısını olabildiğince azaltmak ve bir saldırı olmadıkça savaşa girmemek anlayışı makul idi.
Ancak günümüzde savaşlar sadece harp alanlarında yapılmamaktadır. Terör, ekonomi ve daha birçok unsur devletlerarası mücadelede araç olarak kullanılmaktadır. Hal böyle olunca sınırların başlangıcında bir savunma ve güvenlik anlayışını benimsemek bir devletin güvenliğini sağlamak için yeterli olmamaktadır. Birçok devlet ve örgüt bir devletin sınırları içinde birçok enstrümanla dolaylı ve doğrudan faaliyetler icra ederken farklı cephelerden saldırıya maruz kalan bir devletin güvenliğini kendi sınırlarında sağlayabilmesi mümkün olmamaktadır.
O nedenle; uluslararası koalisyonlar, NATO, BM ve AB gibi örgütlerle işbirliği içinde uluslararası mücadelede yer almak ve bazen de tek başına ülke güvenliği için gayret göstermek bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu işbirliği ve gayret alanlarının bir kısmı da denizlerde uluslararası alanlarda bulunmayı gerektirmektedir. Bu durumu Türk Deniz Kuvvetlerinin açıklanan Deniz Stratejisinin mottosunda açık olarak görmek mümkündür:
“Ana Vatanda Güvende Olmak için, Denizde Güçlü Olmak; Dünyada Söz Sahibi Olmak için, Tüm Denizlerde Var Olmak”
Bu cümle, en azından “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” anlayışının uygulamasında bir değişimi ilan etmektedir.
Türk Deniz Kuvvetleri, dünya denizlerinde olma gayretini sürdürmektedir. Türk Devletinin güvenliği sınırlarından sağlanamaz. Eğer, ülke güvenliği karasuları veya limanlarımızda sağlanmaya çalışılırsa Ankara’da, Erzurum’da rahat uyunamaz. Türkiye’nin güvenliği Afrika’nın uç noktalarında, Kızıl Deniz’de, Atlas Okyanusu’nda, Batı Akdeniz’de ve hülasa tüm denizlerde sağlanmak zorundadır.
Bu nedenle Türk Deniz Kuvvetlerinin Birleşmiş Milletler, NATO ve çeşitli koalisyonlarla dünyanın birçok yerindeki görevlerde yer almasını bu zaviyeden görmek gerekir. Karadeniz mücadelemizi, Doğu Akdeniz mücadelemizi hep bu yönden değerlendirmek gerekir.
Dünya ekonomisinin can damarı denizlerdir. Deniz ticareti toplam ticaretin ve taşımacılığın büyük bölümünü oluşturmaktadır. Bu nedenle milli menfaatleri koruyabilmek için denizlerde güçlü olmak ve gerektiği yerde, gerektiği zaman, gerektiği güçle var olabilmek gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dış politikasının desteklenmesi bakımından da güçlü ve etkili bir deniz kuvveti bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.
Türk Deniz Kuvvetlerinin 2009 yılında oluşturduğu Barbaros Türk Deniz Görev Grubunun Akdeniz’de varlık göstermesini, Japonya ve Hindistan’a gitmesini, 2014’te Afrika’nın 23 devletinde liman ziyaretinde bulunmasını böyle okumak gereklidir. Bu görev grubuna da “Denize Hakim Olan Cihana Hakim Olur” cümlesini söylediği iddia edilen Barbaros Hayreddin Paşa’nın isminin verilmesini de böyle görmek gerekir.
Türk Deniz Kuvvetlerinin stratejisinde ortaya koyduğu hedefleri gerçekleştirmek için Akdeniz’de ve başka denizlerde ve okyanuslarda en azından üslerin kullanımı konusunda başka ülkelerle işbirliği gereklidir ve Deniz Kuvvetlerimiz Akdeniz’de ve Afrika’da bunu yapmaktadır. Ayrıca, Türk Deniz Kuvvetlerinin bu hedeflere ulaşmak için donanmasını denizlerde dolaştırması, güç intikali yapabilmesi, lojistik kapasitesini geliştirmesi ve hareket halinde bulunduğu deniz sahasının havasını da kontrol altında tutabilmesi gerekmektedir. Bu adımların bir kaçı atılmıştır. Donanmaya güç intikal kapasitesi kazandırılmakta, bu çerçevede uçak ve helikopter, zırhlı araç ve asker taşıyabilen havuzlu çıkarma ve komuta kontrol gemisi projesi yürümektedir. Bu önemli bir adımdır.
Bu projelerle Türk Deniz Kuvvetleri, dünya deniz kuvvetleri sınıflandırmasında önemli bir safha olan “Medium Global Force Projection Navy: Orta ölçekli küresel güç aktarım yeteneğine sahip bir deniz kuvveti” olacaktır.
Gerek ekonomik açıdan, gerekse silahlı kuvvetleri ile dünyanın sayılı devletleri arasında olan Türkiye’nin pozisyonunu güçlendirebilmesi, 2023 ve 2071 hedeflerine ulaşabilmesi ve en önemlisi vatandaşlarının güvenliğini sınırlarının ilerisinden sağlayabilmesi için uçak gemisi grubuna sahip bir devlet olması bir zorunluluk gibi görünmektedir. Başlatılan projeler bu yolun açıldığının göstergesidir. Uçak gemisi, uçaklar, askerler, lojistik destek gemileri, denizaltılar, fırkateynler ve benzeri harp gemilerinden oluşan uçak gemisi grubunu idame ettirmek oldukça masraflı bir süreçtir. Bu gerçeğin farkında olarak Türkiye’ye sınıf atlatacak bu tür projelerin desteklenmesinin Türkiye’nin yararına olacağı değerlendirilmektedir.