Sevgili okurlarım;
Gündem o kadar hızlı değişiyor ki, inanılmaz. Tabii ki, bu hızlı değişimde konu bolluğu da oluştuğu için bu hafta ne yazayım diye düşünmeye gerek kalmıyor. Bu haber bolluğunda, her hafta aynı konuya değinmek olmaz.
Sitemizdeki kendi köşe yazılarıma baktığımda, bu mecrada yani internet ortamında 2005 yılının Ekim ayından bu güne dek her hafta hiç ara vermeden köşe yazısı yazmışım. Bu yazılarımı kitap haline getirsem kim bilir kaç cilt olurdu… Tabii ki bu sayıya, aylık olarak yayınlanan UTED dergide 1991 yılından 2006 yılına kadar yazdığım makaleler hariçtir. Onları ve de arada sırada köşe yazımdan hariç yazdığım özel haberleri de düşündüğümde rakam bayağı yükseliyor.
Tabi ki, şimdi içinizden, Sefa bey, yazıyorsunuz, yazıyorsunuz da ne değişiyor diyeniniz çıkacaktır. Ona cevabım maalesef kocaman bir“hiç” olacaktır.
Neyse, artık konumuza girelim.
Öncelikle yeni seçilen TALPA yönetimini bir kez daha kutlamanın yanı sıra bir de teşekkür etmem gerekiyor. TALPA gerçekten çok genç bir yönetim kurmuş. Bu yönetim yol yordam da biliyor. Geçen hafta medyaya yönelik bir yemek verdiler. Sadece davetiye yollamakla kalmayıp başkan bizzat arayarak davetlerini bizzat yaparak,yemeğe bizzat katılmamı istediler, sağ olsunlar
Bir sözümüz vardır, “Çağrıldığın yere git, ar eyleme; çağrılmadığın yere gidip yerini dar eyleme” derler. İşte bende ar eylemeyeyim diyerek davete icabet ettim. Tüm yönetimle birlikte olduk. Kaptan Mehmet Uslay’ın yanına oturmuştum. Bu genç kaptanımız THY’de birlikte uçtuğumuz İlhami Uslay’ın oğlu imiş. Birlikte birçok göreve gittiğim bu değerli kaptanımızın oğlu ile karşılaştığımda şaşırdım ve zamanın ne kadar hızlı geçtiğini bir kez daha gözlemlemiş oldum.
Pilot zümresine yabancı değilimdir. THY’deki tüm dernek yönetimlerinin birlikte oluşturdukları çatı yönetimin sözcülüğü yapardım. 1975 den 2006 yılına kadar tüm yönetimleri yakından tanırım. Birlikte birçok toplantıda bir araya gelmiştik. Hatta havacılık kanunu ile ilgili tüm çalışmalarına şahit olmuştum. Ancak; Bu sefer farklı bir statüde onlarla olmak durumundaydım.
Yeni yönetim projelerinden bahsetti. Umarım başarılı olurlar. Proje bazında sohbet ilerleyince malum eski dernekçilik zamanlarım aklıma geldi ve duramayıp, bazı tavsiyelerde bulunma gereği duydum. Kısaca karşılıklı güzel bir sohbet ortamı yakaladık. Sohbetimizde vurguladığım bir sözü bir kez daha buradan tekrarlayayım. “Vermeden alamazsınız…”
TALPA Başkanı Murat Ersoy, yaptığı konuşmada, hayatını kaybeden meslektaşları için bir fon kurulması ve bu fon ile hayatını kaybeden pilot arkadaşlarının çocuklarının eğitim aşamasında olanları varsa, yardım etmek amacı taşıdığından bahsetti. Şahsen ben bu fikri çok beğendim… İşte bu da yukarıda bahsettiğim, “vermeden alamazsınız” tezime uygun bir faaliyet…
Çünkü üye yapmak veya üyeyi elinizde tutmak için, önce siz vermelisiniz. Bu verme sözcüğünü biraz açmakta fayda var. Kişilere gidip bize üye olun denmesine gerek yoktur. Siz yönetim olarak doğruları yapıp, onları savunduğunuzu ve faydalı olduğunuzu gösterdiğinizde veya hissettirdiğinizde, siz teklif etmeden onlar üye başvurusu yapacaklardır.
Hiç unutmayacağım bir anımı size kişinin ismini vererek yazacağım. Sedat Emanet uçak teknisyeni idi ve üye listemizde bir tek onun adı yoktu. Yani, UTED’e üye olmayan bir o kalmıştı. Bu arkadaşı kafama taktım ve gece gündüz neden üye olmadığı hakkında görüştük. Çünkü benim bilmediğim bir yanlışımız vardır diye düşünüyordum.
O da bazı görevleri olduğu için üye olmadığını izah etmeye çalışsa da ikinci günün sonunda tahminen 5-6 saat sohbet ettikten sonra üye olmaya razı etmiştim. Kısaca; tek bir kişiyi üye yapmak için 5-6 saatimi vermiştim. Anlatmak istediğim konu, üye yapabilmek için karşı tarafla gerekirse saatler harcanmalı. Üye olmama nedenleri mutlaka araştırılmalıdır? Dernek yönetiminden kaynaklanan bir neden varsa üzerinde çalışıp bu neden kaldırılmalıydı. Benim bakış açımda, ben tüm zamanımı onlar için vereceğim ve onlardan biri üye olmayacak. Bu kabul edilemezlerimdendi.
Dernek veya sendika başarılı ise zaten herkes oraya üye olur. Kimse aidat vermekten kaçmaz. Bahanesi aidat bile olsa inanın ki değildir. Ayrıca, “bak bize üye olmazsan farkları alamazsın ile korkutularak yapılan üyelikten ne kendine ne derneğe nede sendikaya fayda gelir.
KOKPİT VE TEKNİK PERSONELİN ARASINDA Kİ BİLİNMEZLİKLERİN ÇÖZÜMÜ.
Bir zamanlar farklı departmanlara alınan elemanlar diğer departmanlarda gezdirilip sistemin işleyişinin nasıl olduğu konusunda fikir sahibi olmaları istenirdi.
Örneğin; Kabin memuru alımı yapılmış, yeni çalışanlar tekniğe getirilir ve yetkili bir teknisyenin eşliğinde, bakım uçaklarında neler yapıldığını gözlemlerler, akıllarına takılan sorularına cevap alırlardı. Şimdi yapılıyor mu bilmiyorum. Yine bizim zamanımızda hangarda birçok pilotu görmeniz mümkündü.
Hatta bazı kaptanlar, İstanbul dönüşünde Log Book’a yazdıkları arızaların nasıl çözümlendiğini anlayabilmek için hangardaki hat bakım vardiya şefliğine gelip soruşturur, doğrusunu öğrenirlerdi.
Bugün hayatında hangar görmeyen birçok pilot var. Bu pilot arkadaşları belirli zamanlarda hangara getirip orada her hangi bir bakımı izlemeleri sağlandığında, hem uçurdukları uçağı ve hem de uçağı faal olarak altlarına veren teknisyenleri daha yakından tanımalarının kendilerine çok faydalı olacağını düşünüyorum.
Düşünsenize, büyük bakım (Üs Bakım) uçaklarda kokpitin ve kabin içinin kovan gibi bomboş görmek ve bu kovana dönmüş uçağın, bakım bittiğinde tekrar eski haline dönüşmesi ve pilotların bu toplanmış, servise verilmiş uçağın kendi uçurdukları uçak olduğunu bilmeleri, yapılan bakım işlemlerini gözleri ile izlemeleri, tekniğin öneminin bilinmesi için çok önemli.
Teknisyen arkadaşlar kokpiti ve pilotun ne iş yaptığını bilir ama, pilot arkadaşlar teknisyenlerin ne şartlar altında ve hangi kurallar eşliğinde arızaları nasıl giderdiklerini izlememişlerdir. Birbirlerinin ne iş yaptığını, çalışma koşullarını, bilgi ve becerinin bu meslekte ne kadar önemli olduğunu, uçurdukları uçağın ve yolcuların uçuş emniyetlerinin kimler tarafından nasıl sağlandığını yakinen izlemesi çok faydalı olur diye düşünüyorum. ‘Bilmek, güç’tür. TALPA ile UTED aralarında anlaşarak belli bir organizasyon içinde pilotların hangar ziyaretleri, planlanıp uygulanabilmesi sağlanabilir. Elbette uçuş işletme ve teknik yönetimin bu uygulamayı inceleyip onaylamaları gerekir.
ŞİMDİDE GELELİM THY’DEKİ TORPİL MEKANİZMASINA
Şimdiye kadar birçok genel müdür ve yönetim kurulu başkanları ile birlikte oldum. Bunların içinde bende iz bırakan Cem Kozlu olmuştu.
Tabii ki torpille gelen, torpille yapılan atamaları yanlış bulmazmış. Cem Kozlu’da şüphesiz torpille gelmişti. Rahmetli Özal tarafından bizzat THY’nin başına getirilmişti. Ancak, Kozlu işi yapan yani sistemi yürüten şef, müdür veya müdür yardımcılıkları için sınav yaptırıyordu. Yanlış anlamadınız resmen sınav yapılırdı…
Örneğin; bir ünitenin, şef veya müdür yardımcısı ihtiyacı var diyelim. O üniteye şef veya müdür yardımcısı olabilme şartları yazılı olarak yayınlanır ve aday olmak isteyenler o şartlara haiz iseler isimlerini yazdırarak sınava girerlerdi. Sınavlar THY dışında bir başka eğitim kurumuna yaptırılırdı. Sınavlar, sadece mesleki konuları değil genel kültürü de içerirdi. Sınav kağıtları sınavı yapan kuruluş tarafından okunur ve not verilirdi. İlgili kadro için sınava girenlerin içinde hangisinin puanı yüksek ise o, şef veya müdür yardımcısı olurdu.(Ne kadar demokratik değil mi)
İşin güzel yanı; sınavla şef veya müdür yardımcısı olan kişiyi yarın o görevden alsanız bile sadece unvanını alabiliyordunuz. Sınavla intibak ettiği kadronun maaşında eksilme olmazdı. Çünkü o kadroya, sınav kazanarak gelmiş ve o sınavla gelmiş olduğu kadronun maaşını almaktaydı. Yönetim o kişi ile ilgili görev değişikliğine ihtiyaç duysa bile (örneğin başarılı görülmez ise) maaşı azaltılmadan ayrıldığı görevin maaşı verilirdi. Yani, “kazanılan hak geri alınmaz” idi.
Ayrıca, Cem Kozlu zamanında “ÖNCE İNSAN” seminerleri yapılırdı. Semineri bir İsveç firması vermişti diye hatırlıyorum. Sonra Türk eğitmenler aracılığı ile devam etmiş ve tüm THY personeli bu eğitimi almıştı. Bu seminere katılanlar grup olarak belirlenir, pilot, teknisyen, memur, işçi ayrımı yapılmaksızın seminer sonrasında gruplara ayrılıp verilen konu üzerinde birlikte grup çalışması yaparlardı. Bu seminer sonucunda kişilik profilleri çıkartılır ve yönetimce saklanırdı.
THY yönetimi senelerdir görevde ama maalesef insana yönelik, personeli birbirine yakınlaştıracak bu tür faaliyetler yapıldığını şimdiye kadar duymadım.
Torpile gelindiğinde ise, aldığım duyumlara göre “ağa babası var bizim şirkette” diyenler çoğunlukta. Torpil üst yönetimde kaçınılmaz oluyor. Eskiden de öyleydi. Ancak bu torpil en fazla yönetim kurulları ve genel müdür belirlenmesi aşamasında geçerli idi. Şimdilerde ise ipin ucunu bayağı kaçırmışlar. baş teknisyenlere kadar indirgenmiş.
Cem Kozlu iş yerlerini arada ziyaret eder ve işleyişi yerinde görürdü. Cem Kozlu’nun en çok uğradığı yer Teknik bölümdü. Tekniğin pilotlarla konuşmalarını, çözüm önerilerini, teknisyenlerin işe yollanmalarını, arızalarla uğraşan birimleri çalışırlarken izlerdi. (Şimdikilere ne kadar benziyor değil mi:)
Şimdi yine bana gelen bilgiler doğru ise, Tekniğin yönetimini değil teknisyenin yanında, vardiya şefliğinde bile göremiyormuşsunuz. İnanılmaz yanlışlar bunlar. Hangarlarda, apronlarda adeta savaş varken, komutanlar sıcak odalarında kestane kebap yapıyor olabilirler mi acaba?
Şimdi yine bana gelen bilgiler doğru ise, Tekniğin yönetimini bile değil teknisyenin yanında, vardiya şefliğinde bile göremiyormuşunuz. İnanılmaz yanlışlar bunlar. Hangarlarda, apronlarda adeta savaş varken, komutanlar sıcak odalarında kestane kebap yapıyorlar.
Orhan Veli Kanık’ın ünlü şiiri ne diyordu:
Ne atom bombası
Ne Londra konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna,
Umurunda mı dünya…
İlker Aycı Bey son derece hızlı karar verebilen ve alçak gönüllü biri gibi gözükmekte. Eli açık bir yapı sergiliyor. Bu özellikler üst yöneticilerde mükemmel neticeler verebilir. İnanılmaz yoğun bir temposu olduğu gerçek. THY’nin yanı sıra iştirakleri birlikte yönetmek zor olsa gerek.
Bir hatası var ki işte o tüm iyi özelliklerini alıp götürebilir. Çünkü farklı fikirleri duymak istemiyor. Bu büyük bir hata. Körü körüne güvenmek, “ben ne diyorsam o” demek en büyük yanlışlardan biridir.
Aslına bakacak olursanız, THY’nin tek adamı İlker Aycı olduğundan diğer yöneticiler onun ağzına bakıyor. İlker Aycı tekniğe gelip de saçma bir görüş belirtse bile “hay hay efendim, pek münasiptir efendim, buyurduğunuz konuya dikkat edeceğiz efendim” derler. Kimse çıkıp ta “İlker Bey bu sizin önerdiğiniz şekilde uygulanamaz” diyemez.
İşte THY’nin sorunlarının en başında bu korkak yöneticiler geliyor. Şef müdürden, müdür başkandan, başkan genel müdür yardımcısından, genel müdür yardımcısı genel müdürden, genel müdür yönetim kurulu başkanından korkuyor. Yönetim kurulu başkanı da birisinden korkuyor olabilir. İşler nasıl gidiyor dendiğinde “efendim, her şey mükemmel hiçbir sorun yok” diyerek çöpü halının altına süpürülüyorlarsa, unutmasınlar ki orası bir gün çöp evine dönecektir.
Bildiğiniz üzere, “ısıracak köpek havlamaz” derler. Aynı söylemi insanlara çevirdiğimizde, “konuşan ve eleştiren insandan zarar gelmez” anlamı çıkıyor.
Bu nedenle konuşmayan, sorunları yukarıya götürmekten korkan yöneticilerden korkmak lazım.