TOPLUMSAL EROZYON… SONUÇ ODAKLI ÇALIŞMA SİSTEMİ…

sefa-inan-yazısı

Toplumda son zamanlarda hemen herkes tarafından gözlemlenen ve benim de aynı görüşte olduğum bir gerçek; bireycilik, yani “benden sonra tufan” mantığı yaşamımıza damgasını vurmuş ve son derece korkutucu boyutlara ulaşmış durumda. Aynen, toplumumuzu yiyip bitiren bir kanser hücresi gibi…

Toplumsal yaşamımıza etkide bulunan politik güçler tarafından, son 20 yıldır siyasi partilerden, sendikalardan, derneklerden, iyice soğu(tul)muş olan insanlarımız, artık bu tür toplumcu olması gereken kurumlara hiç güvenmiyorlar. Oysa bizim zamanlarımızda bu kuruluşlar onların sahip olabildikleri en önemli varlıklarıydı.

İnsanlar, toplu mücadeleden uzaklaştıkça da bireysel davranışlar içerisinde kendi hak arayışları artış kaydetmekte. Bu tür bireysel yaklaşımlardan belki kişisel olarak bir kaç kişi çıkar sağlıyorsa da genelde bu tür davranışlar toplumu iyice çürütüyor.

Kişilerin bireysel davranışlarından, ilgisizliğinden en çok toplumsal yapılı olması gereken kurumlar çıkar sağlıyor. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler, vakıflar gibi kurumlar, temsil ettikleri insanlara hizmet edeceklerine, insanların ilgisizliğinden ve zaafından faydalanarak; kısa vadede küçük çıkarlar peşinde olan bir kısım insanları ne yazık ki kolaylıkla kullanıyorlar. Bu kuruluşlar da, haliyle çoğunluğun güvenini kazanamıyor.

Bireysel davranışları ile kendini kurtardığını sanan birey, aslında ileride kendine yansıyacak bu yanlışın içine bilmeden giriveriyor. Ve işin komik tarafı, aslında bu kurumların patronu olan bireylerin (çalışanların) aidat verdiği yerden, yani kendi parasıyla dönen sistemden toplumla beraber kendine de menfaat sağlanacağını düşünememesi

Koltuğu kapanın, kendi isteği ile gitmesi ülkemizde sık karşılaştığımız bir davranış biçimi değildir. Yani, biz Türklerde istifa ve koltuk bırakma müessesesi genelde çalışmaz. Hepsi başarılı olduklarını ve karşı tarafın kendilerine haksızlık yaptığını söylerler. Ve tabii ki bu koltuk meraklılarının “şakşakçı” dediğimiz taraftarları da vardır. Bu taraftarlar yukarda anlatmaya çalıştığım küçük menfaatlerle aslında, bilinçsizce toplumun çürümesine yol açan parazitlerdir.

Maalesef, kendi verdiği aidat (dernek-sendika) parasına sahip çıkamayan, sorgulamayan, haklarını arayamayan bir toplum haline geldik.

İşte, size anlatmaya çalıştığım toplumumuzun içine düştüğü durum bu.  Size örnek olarak gösterdiğim bazı insanlarımız ve tabii ki “İnsanlar layık olduğu şekilde yönetilirler” mantığında partilerimiz, sendikalarımız, derneklerimiz ve vakıflarımız var.

Bu çürümüş sistem içerisinde bizler, seçtiklerimizden ve atadıklarımızdan korkmamalarını, dürüst olmalarını, hak ve adalet dağıtmalarını, eşitlik ilkelerine uymalarını, şeffaf olmalarını istiyor ve bekliyoruz. Ancak; unuttuğumuz bir şey de; onların da aynı sistem içerisinde eriyerek aynı erozyona uğramış olmalarıdır.

Bu yüzden; şimdiye kadar eleştirdiğim, yetersiz bulduğum, topluma yanlış yapıyor dediğim kişileri, bulunduğu kurumun tüzel yapısı ayrı olmak kaydıyla, tabii ki eleştirmeye devam edeceğim. Çünkü çok az sayıda da kalsa yine de görevini düzgün yapan, hakkını yedirmeyen ve hak dağıtan insanlarımız var. Kelaynak kuşu gibi, az da kalsalar, bizler bugün onlara yeterli desteği veremiyor olsak da gönüllerimizde yer ettiklerini unutmasınlar.

Çalışma hayatımda yukarıda yazdığım durumlarla ben de karşılaştım. Ancak benim şansım THY’nin haklıya hakkını teslim eden üst düzey yöneticilerden biri ile çalışma şansına sahip olmamdı.

O zamanların THY tekniği ile bu zamanın Teknik A.Ş si aynı görevleri yapıyor.

Örnek olarak göstereceğim bir yönetici profili ile şimdiki yönetici profilini aşağıda yazdığım gerçekler ile inceleyelim istedim.

Çalıştığım süre içinde, benim için “ipe sapa gelmez biri” benzetmesi yapılırdı.  Bu söylemi, haksızlığa gelememek, konulan kuralları, mantıkla uyuşmadığı takdirde, uygulamamak ve hak arayışlarımda, hiyerarşik düzene uymadığım gerçeği ile söylenmişse kabul edebilirim.

THY’deki son görevim müşteri uçakları şefliği idi. Bu görev tarafıma uçak bakım başkanı ve şimdiki köşe yazarımız Yurdaer Aksoy tarafından verilmişti. Yurdaer Bey, bir gün beni odasına çağırmış ve yabancı uçakların İstanbul’a inişlerinde, teknik hizmet satmak istediklerini anlatmış ve bu yeni görev için beni uygun görmüştü. Kısaca, Müşteri uçaklarının kurucusu ve ilk yöneticisi bendim. Hatta o zamanlar Onur Air’in teknik başkanı Ahmet Karaman (Teknik AŞ’nin genel müdürü) bile THY sizin ekip sayesinde müşteri uçaklarından para kazanmayı öğrendi demişti.

Şeflik binamız Teknik Hangarın dışında, THY Yer işletme binasının bulunduğu bölümdeydi. Uçak bakım atölyesi ile bağlantımız yoktu. İki vardiyalı sistemde çalışıyorduk.  Saat 23.00 dan sonra hizmet vereceğimiz yabancı uçak gelecekse, bir teknisyeni mesaiye bırakır ve gerekirse 24 saat çalışan uçak bakım atölyesinden destek almamız sağlanırdı. Ancak yeni kurulan bir bölüm olduğundan birçok sorunla karşılaşmıştık.  Teknisyen arkadaşlarımız THY teknisyen iş kıyafetleri ile körüklere ve yolcu terminaline giremiyor ve dolaysıyla hizmet verdiğimiz yabancı şirketin müdürüne workorder dediğimiz faturayı imzalatmakta çok zorluk çekiyorduk.

Ayrıca apron kartlarımızdaki Türkçe yazılar yabancı havayollarının uçucu ekibi tarafından anlaşılamadığından birçok zorluk yaşanıyordu. İsrail’in havayolu EL-AL ın korumaları ile devamlı tartışırdık. Bizim kimlik kartımızda ki Türkçe ifadeleri anlayamadıklarından uçağa almazlardı.

Kim bu uçağa giren? Temizlikçi mi, pushback operatörümü belli olmuyordu. İstanbul’da yatı seferleri yapan havayolları, uçağın teknik defterine arızalarını yazar ve çeker giderlerdi. Uçağı ertesi gün sefere verilebilmesi için arızaları gidermek lazımdı.

Bu sürtüşmelerin çoğalmasından sonra üst yönetime çıktım ve bizim bölümde çalışanların iş tulumu yerine, lacivert pantolon, gri gömlek giymelerini sağlamakla kalmamış, Apron kartlarımız “Apron+Terminal” olarak değiştirilmiş ve görev hanesine teknisyen yerine, “Ground Engineer” yazdırtmıştım. Yani olması gereken neyse onları yaptırtmıştım.

Bu ayrıcalıklar atölye müdürleri tarafından şikâyet edildi.  Sanırım atölyede çalışan arkadaşlarımız da bu tür kıyafet ve Apron+Terminal Kartı istemiş olsalar gerek ki, atölye ile aramız açıldı.

Müşteri uçakları şefliği makamının yanı sıra UTED başkanı da olmam nedeniyle zaman zaman Bakırköy’deki kendi mülkümüz olan dernek merkezimize gidip gelerek, gerek 5 Aralık kutlama geceleri, İstanbul-Ankara-İzmir ve Antalya’da verdiğimiz iftar yemekleri ve aralıksız her ay çıkarttığımız UTED dergi çalışmaları, devamlı yaptığımız toplantılar vb.. mesai saatleri içerisinde ilgilendiğim olurdu.

Bu bana göre görev, bazılarına göre kaytarma olarak adlandırılıyordu. Bu gidiş gelişlerim atölyede dedikodu konusu olunca, beni Genel Müdür yardımcımız rahmetli Cemil Kayahan çağırdı ve “Sefa bey işyerini bazen terk ediyorsun diye şikâyetler almaktayım. Bak senle anlaşalım. “Sen nerede ne yapıyorsun diye, sana chip takarak kontrol edemem. Ancak, ben sonuç odaklıyımdır. Sana senelik bir hedef koyacağım ve yabancı uçaklara teknik hizmet vererek o verdiğim rakamı şirkete kazandıramazsan yollarımız ayrılır, bunu bilesin. Bu arada verdiğim hedefe ulaşabilmeniz için istediklerini bana ilet, halledeyim” demişti.

Ben de, İngilizce bilen lisanslı teknisyenlerin isimlerini yazmamın yanı sıra yeni araçlar istedim. Tamam dedi. Bu arada odandan memnun musun deyince fırsata bu fırsat diyerek onay alarak odamızı da büyüttük.

Rahmetli Cemil Kayahan (kendisini 27 Aralık 2013 tarihinde Zincirlikuyu Mezarlığında son yolculuğuna uğurlamıştık) biz ne istediysek yaptı. İşe geliş gidişlerinizi siz ayarlayın dedi. Ben sonuca bakarım. Size verdiğim hedef belli. O rakamı bana getireceksiniz diye de ekledi.

Ben de arkadaşlarımı topladım ve Cemil beyin koyduğu yılsonu hedefini belirttim. Bu hedefi sağlayamazsak beni başarısız sayarak görevden alacaklar. Benim yerime gelecek kişi sizlere bu avantajları sağlayamayabilir mi bilemem.. Ayrıca, dedikodusu yapılan, farklı iş kıyafetiniz ve size özel hazırlattığım Apron kartları da devam ettirilebilir mi, Siz bilirsiniz diyerek toplantıyı bitirdim.  Çalışma arkadaşlarım mesajı almıştı. Kısaca, iyi para kazanırsak sorun yoktu.

Yabancı havayollarına kestiğimiz hizmet faturalarına (workorder) müşterilere verdiğimiz araç, gereç, işçilik, vb hizmetler… ne varsa yazarak THY’na yüksek döviz geliri sağladık. Tüm arkadaşlarımız inandılar, verilen hedefe ulaşmak için cansiperane çalıştılar. Verdiğimiz hizmetleri ve kullandığımız teçhizatları, adam/saatleri faturalara eksiksiz yazarak yabancı havayollarının müdürlerine imzalattılar. Sene sonunda hedef fazlasıyla tutturulmuştu.

Bu nedenle rahmetli Cemil Kayahan, dedikodulara kulak asmadan, bize olan tepkileri göğüsleyerek hedef odaklı çalıştırdı. Kim saat kaçta gelmiş, kim kaçta gitmiş hesabı yapmadı ve yaptırtmadı. Sonuçta şeflik olarak yüksek gelir elde ettik ve tabii ki kazanan THY oldu. Sonuç odaklı çalıştırma taktiği tutmuştu. Ben hem derneğimiz UTED’i hem de müşteri uçakları bölümünü yönetmeyi uzun süre sürdürdüm ve meslek hayatımı orada sonlandırdım.

 THY’de hala bu tür yönetici var mı bilemiyorum.

Exit mobile version