Bu haftanın yazısına başlarken, geçtiğimiz aylarda Irak’ta düşen, içinde Türk işcilerimizin bulunduğu uçağın son durumunu sorgulamayı veya bazı havayolu şirketlerimizin içinde bulunduğu zor koşulları ve Köşe yazarlarımızın bazılarının aksine Ulaştırma Bakanlığımızın dolayısiyle SHGM’nin, yetersiz yapılanma ve çalışmasından söz edecektim.
Ancak, SHGM’ye veya bazı havayolu şirketlerinin yönetimlerini yaşanan sorunlar nedeniyle hedef alıp acımasızca eleştirirken, başta kendimiz olmak üzere sendika, dernek, vakıf gibi çalışanların hak ve çıkarları için işverene karsı kendi olanaklarıyla kurdukları kurumlarımızın da sektörde yaşanan olaylarda hiç mi sorumlulukları yok? diye düşündüm…
Toplumda son zamanlarda hemen herkes tarafından gözlemlenen ve benim de aynı görüşte olduğum bir gerçek; bireycilik, yaşamımıza damgasını vurmuş ve son derece korkutucu boyutlara ulaşmış durumda. Toplumumuzu yiyip bitiren bir kanser hücresi gibi…
Toplumsal yaşamımıza etkide bulunan politik güçler tarafından, son 20 yıldır siyasi partilerden, sendikalardan, derneklerden, iyice soğu(tul)muş olan insanlarımız, artık bu tür toplumcu yapılı olması gereken kurumlara hiç güvenmiyorlar. Oysa, bu kuruluslar onların bu toplumda sahip olabildikleri en önemli varlıklarıydı. İnsanlar, toplu mücadeleden uzaklaştıkça da bireysel davranışlar içersinde kendi haklarını arama yoluna gidiyorlar. Bu tür bireysel yaklaşımlardan belki kişisel olarak bir kaç kişi çıkar sağlıyorsa da genelde bu tür davranışlar toplumu gittikçe çürütüyor.
Kişilerin bu bireysel davranışlarından, ilgisizliğinden en çok toplumsal yapılı olması gereken kurumlar çıkar sağlıyor. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler, vakıflar gibi kurumlar, temsil ettikleri insanlara hizmet edeceklerine, insanların ilgisizliğinden ve zaafından faydalanarak; kısa vadede küçük çıkarlar pesinde olan bir kısım insanları ne yazık ki kolaylıkla kullanıyorlar. Bu kuruluşlar da, haliyle kimsenin güvenini kazanamıyor.
Kendini kurtardığını sanan birey, aslında ileride kendine yansıyacak bu yanlışın içine bilmeden giriveriyor. Ve işin komik tarafı, aslında bu kurumların patronu olan bireylerin aidat verdiği yerden, yani kendi parasıyla dönen sistemden kendine menfaat sağladığını düşünememesi
Seçim zamanlarını düşündüğünüzde bu tür kurumlarının büyük çoğunluğunun aleni olarak seçmenine çıkar sağladığını kolaylıkla görebilirsiniz. Koltuğu kapanın, kendi başına gitmesi ülkemizde fazlasıyla görüren bir davranış biçimi değildir.Yani,Türklerde istifa ve koltuk bırakma müessesesi genelde çalışmaz. Hepsi başarılı olduğunu ve muhalefetin kendilerine haksızlık yaptığını söyler. Ve tabii ki bu koltuk meraklılarının şakşakçı dediğimiz taraftarları da vardır.Bu taraftarlar yukarda anlatmaya çalıştığım küçük menfaatlerle aslında bilinçsizce, toplumun çürümesine yol açan parazitlerdir.
Size yaşadığım bir anımdan bahsetmek istiyorum;THY Sosyal Yardım Vakfı’nın 2 sene önce yapılan genel kurulunda delegeydim. Bu genel kurul öncesi yaptığmız çalışmada; delege arkadaşlarla, bizi delege seçen kişilere verdiğimiz söz üzerine yönetimi ibra etmemeye karar aldık. Çünkü,vakfımız bize değil faiz, ana paramızın tamamını bile veremeyecek durumdaydı. Toplumda büyük bir infial vardı,herkes bağırıyor herkes mahkemeye verelim diye ısrar ediyordu. Tabiki delege olarak bizi delege seçen insanlara verdiğimiz sözü tutmak ve o genel kurulda yönetimi sorgulamak için oraya gittiğimizde, o bağıran çağıran arkadaşlarımın çoğunun ibra maddesi geldiğinde büyük bir çoğunlukla yönetimi ibra ettiğini bizzat gördüm.
Kendi parasına sahip çıkamayan, sorgulamayan, haklarını arayamayan bir toplum haline geldiğimizin bir ispatını orada yaşadım. Nasıl olmuş da o bağıran isyan eden, parasını kaybeden toplum, gaspedildiği bilançoda kesin olarak belli olan parasının hesabını sormaz diye düşündüm. Toplumun bilgisizliği,kendine güvensizliği, korkaklığı, sindirilmişliği yüzünden birileri ( şakşakcılar) o toplumu anında ikna etmeyi başarmıştı. Ve, delegeler kendi ve temsil ettikleri tüm arkadaşlarının kaybedilmiş paraları için helal olsun demişti ( ibranın anlamı budur). Çünkü ibra etmedikleri takdirde karşılarında THY yönetimi olacaktı.
İşte, size anlatmaya çalıştığım toplumumuzun içine düştüğü durum, işte size örnek olarak gösterdiğim bazı insanlarımız ve tabii ki “İnsanlar layık olduğu şekilde yönetilirler” mantığında partilerimiz, sendikalarımız, derneklerimiz ve vakıflarımız.
Bu çürümüş sistem içerisinde bizler, seçtiklerimizden ve atadıklarımızdan korkmamalarını, dürüst olmalarını, hak ve adalet dağıtmalarını, eşitlik ilkelerine uymalarını istiyor ve bekliyoruz. Ancak; unuttuğumuz bir şey de; onların da aynı sistem içersinde eriyerek aynı erozyona uğramış olmalarıdır.
Bü yüzden; şimdiye kadar eleştirdiğim, yetersiz bulduğum, topluma yanlış yapıyor dediğim kişileri,bulunduğu kurumun tüzelliği ayrı olmak kaydıyla, tabii ki eleştirmeye devam edeceğim. Çünkü, çok az sayıda da kalsa yine de görevini düzgün yapan, hak dağıtan insanlarımız var. Kelaynak kuşugibi, az da kalsalar, bizler bugün onlara yeterli desteği veremiyor olsak da gönüllerimizde yer ettiklerini unutmasınlar.
İyi haftalar.