Araçlarımız için yol durumu neyse uçaklar için de hava durumu aynıdır. Nasıl aracımızla yola çıkarken kar ve kış şartlarına göre önlem alıyorsak uçaklar da kar ve kış şartlarına göre önlemler almakla kalmaz, bir de gideceği yoldaki hava şartlarını da kontrol etmek, yakıtını ona göre almak ve bizim CB dediğimiz ortamlardan uzak kalmak gerekir (140.000 watt’lık akımlar olmaktaymış. )
Birçok kere havada türbülans ve yıldırım çarpma olaylarına rastlayan biri olarak resmen dayak yendiğini söyleyebilirim. ( Benim zamanımdaki radarlarla şimdikiler çok farklı)
Bilhassa THY diğer şirketlere göre uçak ve sefer sayılarının yüksek olmasından kaynaklandığını düşündüğüm CB’li bulutlara girip müthiş bir dayak yemekte ve en az 3 ile 6 gün uçakların yerde kalmalarına neden olmanın yanı sıra bir dolu masraf ve adam/saat kaybına yol açmaktadır.
Bu dayakları irdelediğimde o kadar yüksek rakamlara ulaştım ki inanamadım. THY; 2011 yılında yıldırım kaynaklı 20 hasarlı vakaya rastlamışken 2012 yılında 50 civarında vakaya ulaşmış ve 2013′ ün daha başındayken yani Şubat ayının ilk haftasında 40 hasarlı, -yanlış duymadınız yazı ile KIRK HASARLI – vakaya uğramış durumda. Bu küresel ısınma böyle devam ederse (ki edecek gibi görünmekte) bu sayının sene sonunda kaç olacağını bilebilmek için müneccim olmaya gerek bile yok. Yerdeki sıcak havanın artmasına karşın yukarıdaki havanın soğukluğu bu tür CB yüklü bulutların oluşmasını sağlıyormuş. Genelde deniz üstlerinde rastlanması normalmiş. THY’nin dayak yediği yerler zaten hep deniz üstünden yaklaşmalar. Bu hatlar İstanbul-İzmir ve Antalya.
Türbülans bildiğiniz üzere düşey hareketlerin kuvvetli olması anlamına geliyor. Clear air turbulence dediğimiz açık hava türbülanslarına da sıklıkla rastlanıldığını ve bunların radarla tespit edilemediği bir gerçek.
Bu konuda yaptığım araştırmada daha önce TV’de birlikte program yaptığım İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Mikdat Kadıoğlu ve yine aynı üniversitede görevli Prof. Orhan Şen ile sıkı bir sohbet ortamında bu oluşan durumu değerlendirdik. İnanın Mikdat Bey öyle konulardan bahsetti ki kulaklarıma inanamadım. Yenilir yutulur bir suçlama değil.
Mikdat bey; yeni havalimanının bulunduğu yerdeki hava akımları konusunda üniversiteden bir görüş bile istenmeden o bölgenin havalimanı olmasına karar verildiğinden şikâyetçi. Buna inanamadım. Çünkü bu tür dünyanın en büyük havalimanı olacağı iddia edilen bir havalimanı için geçmiş senelere kadar gidebilen çok ciddi bir meteorolojik çalışma gerekiyormuş. Yani bu bölgenin henüz meteorolojik analizi bile yapılmamış.
Bu havalimanının yerini belirleyen Başbakanımız acaba meteoroloji konularında da yeterli bilgi sahibi midir bilemiyorum! Bunun yanı sıra Başbakanımızın; bakanı ve bürokratları çıkıp da “Sayın Başbakanım bu havalimanın yerinin bir meteorolojik durumu için görüş alsak” demişler midir? Yoksa “Ben bilmez beyim bilir” diyerek sormaya gerek bile duymamışlar mıdır? Gerçekten merak ediyorum.
Mikdat ve Orhan Beyler sohbet anımızda sadece bunları söylemekle yetinmediler ve Türkiye’de meteoroloji biliminin hafife alındığını ve bu nedenle havayolu şirketlerinin bile dispeç seçerken meteoroloji mühendislerini almaktan imtina ettiklerini, hâlbuki gelişmiş ülkelerde dispeç hizmetlerinin meteoroloji mühendisleri veya meteorolojiye hâkim pilotlar tarafından yapıldığını iddia ettiler. Ben de şaşırdım ve birkaç arkadaşı aradım. Gerçekten Türkiye’de hiçbir havayolu şirketinde meteoroloji mühendisinin görev yapmadığını söylediler( Yanlışsa lütfen beni ikaz edin)
THY sadece bir aylık bir sürede 40 kere dayak yiyor, uçakları delik deşik oluyor ve ‘ Bu ne iştir acaba? Biz yanlış hava raporu mu alıyoruz?’diye düşünmüyor.
Bu sohbetimiz sadece bununla kalmadı. Mikdat Bey devam etti ve Türkiye’de bir Meteoroloji Genel Müdürlüğü olduğunu ve bu genel müdürlükte 3500 civarında eleman çalıştırıldığını, bunların sadece 150’sinin meteorolog olduğundan bahsetti. İnanınki yenir yutulur suçlamalar değil bunlar.
Komedi sohbetimiz devam ediyor ve konu futbola geliyor. Olimpiyat stadımızın haline gülmekten kırılıyorlar. Bu stadın da meteorolojik analizi yapılmadığını ve bu konuda bir rapor olmaksızın inşaatının bitirildiğini ve şimdi rüzgârlı havalarda futbol oynanamadığından, rüzgarı kessin diye stadyumun rüzgar alan bölümlerime camlar yapılacağını söyleyince inanınki çok güldüm.
Bu hikâye değil sayın okurlarım. Bunlar Türkiye’mizin iki bilim adamının söylemleri. Trilyonlar harcanıp stad yapıyoruz sonra da, “Aaa burası rüzgâr alıyor” diye dünyada olmayan bir uygulama düşünülüyor ve rüzgârı kessin diye stada cam döşeyerek rüzgârdan arındırmaya çalışıyoruz. Hâlbuki stadı çok az bir açı ile yan çevirseydik bu iş çözülürmüşJ Bizlerin bu kafayla uçak imalatı yaptığımızı bir düşünün… Kusura bakmayın ama bu anlatılanlardan sonra imalat aşamasında uçakların kanadını unutabilir miyiz diye düşünmeden edemeyeceğim!
Neredeyse, her semte üniversite açıp bilim adamı yetiştirmeye çalışacaksınız ve ülkemiz için bu üniversitelerin çok önemli olduğunu söyleyeceksiniz, hem de bu yetiştirdiğimiz bilim adamlarından fikir bile almayacaksınız. Bu nasıl iştir anlayan burada anlatsın bende anlayayım.
THY’nin yıldırım çarpan uçakları arttıkça bu konuda değişik uygulamalar yaptıklarını iddia edenlerde de artışlar kaydedildi. Bir şehir efsanesine göre, bu tür CB’li bulutlara girdiğinizde radarınızı kapatmanız sizi yıldırım çarpmaktan koruyacağına yönelik uygulama yaptıklarını anlatanlar var. Bu her ne kadar kitaplarda yazmıyorsa da tanıdığım birkaç kaptan, bu uygulamayı yaptığını ve şimdiye kadar hiç yıldırım çarpma olayına rastlamadıklarını iddia ediyorlar.
Bu konuda, Prof. Orhan Şen radarın kısa bir süre kapatılmasının bir miktar yıldırım çekme riskini azaltabileceğini iletti. Bakalım yorumlarda kaptanlarımız ne diyecek? Gerçekten bu uygulama kitaplarda yazmamasına rağmen başarılı netice veriyor mu?
THY’NİN UCUBE HOSTES ÜNİFORMA TARTIŞMASI
THY reklam yapmayı bayağı öğrendi. Reklam tasarlama ve tanıtım aşamalarında epey başarılı ve bedava sosyal medyayı iyi kullanıyor. THY’nin marka değerinden faydalanıp isim yapmak ve tanınmak isteyen birçok kişi değişik yollar deneyerek bu pastadan pay almak istemekte. Sosyal medya aracılığı ile ücretsiz olarak reklam yapmalar artmakta.
Bu tür tepki çekerek marka duyurumu uygulaması ilk olarak AtlasJet’te başlamış ve saçma sapan bir dolu sözcük billboardlarda yer bulmuştu. Reklamcılar buna tepkiden oluşan etki alanı yaratma olarak bakıyor.
Sosyal medyamız ise bu işte en etkin reklam aracı olarak kullanılıyor. Bakın şimdi bu reklam çalışması nasıl işledi? THY’nin kabin memuru üniforma değişikliği için Dilek Hanif isimli bir hanımefendi, THY yöneticilerinin gönülden istediği bir fesli kahveci güzeli modeli çiziyor ve bu kıyafetin Türk toplumundaki tepkisini ölçmeye kalkıyor.
Bu reklam sistemi “saç ayağı” denilen bir tarzda örgütleniyor. Uygulamayı yapan kişi bunu ben yaptım deyip ortaya çıkacağına bir başka modacı arkadaşı bu nasıl bir üniforma diye tenkit etme adına sosyal medyaya bunu sunuyor. Tepkiler dikkatle izleniyor. THY yönetiminin gönüllerinde yatan üniforma modeli yani fesli kahveci güzeli tiplemesinin Türk toplumunda nasıl karşılanacağı test ediliyor ve tabii ki Dilek Hanif Hanım’ın tanınmışlığı da bu şekilde artırılıp bir taşla iki kuş vurduruluyor. Hem de bedava…
Sonrada tepkiler yoğunlaşınca çevir kazı yanmasın misali bir takım değişiklerle yine THY yönetimin isteği doğrultusunda üniforma modellerine yer verilecek ve biri seçilecektir. Bu arada Dilek Hanım alacağı ücretin çok üstünde bir bilinirlik sağlamış olacak. Reklamın iyisi kötüsü olmaz reklam reklamdır.
THY’DE HER AN İÇKİ YASAĞI GELEBİLİR.
THY uçaklarda içki ikram etmemek için ne yapacağını şaşırdı.
Bir ay içinde ‘THY uçaklarında sarhoş yolcu hadise çıkarttı’ tarzında haberleri okudukça ne yalan söyleyeyim komplo teorisi kuruverdim. THY yönetimi bu tür sarhoş yolcuları özellikle mi uçaklara sokup hadise çıkarttırıyor diye düşünmedim desem yalan olur. Bu şekilde kamuoyunda kabin memurlarıma saldırıyorlar, olay çıkartıyorlar diye bahaneler üreterek içki yasağı getirteyim diye düşünmüş olamaz mı? Bazılarınız pes yani bu kadar da komplo teorisi yapılmaz ki kardeşim diyecektir ama bu içki yasağının eli kulağında bilesiniz. Son zamanlarda kabin memurlarının uçağa içki almayı unutmuşuz demelerinin ardında şüphesiz THY yönetimi var. Çünkü kabin amiri elindeki liste ile ikramın ve içkinin bir nevi check list ini yapar ve eksik malzeme ile uçmaz.
Bedevi kültür ile yoğrulmuş kafaları ile uluslararası bir şirketi yönetmeye soyunmuş bu kişiler yani şirketimizin internet kökenli yöneticilerinin gönüllerinde yatan, Business Class’ta yabancı yolcuya gül suyu döküp, welcome drink olarak içki değil demirhindi şurubu ikram etmek olmalı diye düşünüyorum.
Düşünsenize, “kâtibime kınalı da gömlek ne güzel yakışır” şarkısı eşliğinde fesli bir erkek kabin memurumuzun sırtında musluklu kapla Demirhindi veya buzzzzzzzzzzzzzzzz gibi limonata bağırışı eşliğinde servis yapması bu bedeviler için ne kadar güzel görüntü olurdu.
Gelelim; Twitter’cı Hamdi Beyimize;
Bu adamı aslında seviyorum. Beni her konuşması ve her hali çok güldürüyor. Allah uzun ömür versin.Sevimli ve ilginç bir tip.
Neler yapmıyor ki? Twitter’a giriyor ve karsısında laf atanlar olursa onları terbiyeye davet ediyorJ Sevgili Hamdi beyciğim, madem eleştiriye gelemiyorsun, ne işin var orada? Cumhurbaşkanı, Başbakan veya Bakanın bizzat kendisi işi gücü bırakıp orada cevap mı veriyor sanıyorsun? Sen de basın müşavirin mi, basın başkanın mı neyse işte onu görevlendir. Senin adına o konuşsun.
Sen madem o platforma girmiş laf yarıştırıyorsun sana verilecek cevapları da sineye çekeceksin. Sana sataşanlara cevap verirken onları azarlar gibi laf çakamazsın. Çakarsın çakmasına da sana da çakarlarsa kızamazsın. Kul hakkı yiyorsun demişler… Eleştiriye gelemiyorsan ne işin var orada be kardeşim? Çıkmışsın ortaya bana kul hakkı yedi diyemezsiniz diyorsun. Neden demesinler ki? Karsındaki kişi senin kul hakkı yediğini düşünüyorsa diyecek ve sen de ona kul hakkı yemediğini anlatabilirsen anlatacaksın.
Unutma hamama giren terler. Hem hamamda olayım hem de terlemeyeyim olmaz. Ayrıca racona uymaz bilesin.