THY'de YAPRAK DÖKÜMÜ

Ülkemizin her şeyinden sorumlu bulunan hükümet, ABD’ye danışmadan, değil sınır ötesi hareket, kendi başına bir karar bile alamıyor. Toplumun tüm kesimleri, iktidarın bu zaafını dile getiriyor, rahatsızlıklarını ortaya koyuyor ama boşuna… Bildiklerinden şaşmıyorlar.
Gelişen olaylara şöyle bir bakalım: Irak tam olarak ABD emrinde bir devlet olup, başına konulan kuklalarla yönetilmeye çalışılıyor.
Talabani, Barzani gibi kuklalar, tümüyle ABD’nin emrinde olan sözüm ona yöneticilerdir.
Türkiye, geçen hafta da yazdığım gibi; bağımsız, onurlu duruşunu tam olarak gösteremiyor.Hükümetimizin başbakanı, bakanları; tezkere çıkar, çıkmaz uluslararası kurullar ülkemize gelip, bizleri, olası bir operasyondan caydırmaya çaba göstermesi gerekirken, biz onlara giderek” bak yaparız heeee” diye inandırıcılığı olmayan politika uyguluyoruz.
Sınır ötesi operasyon kararı almamıza karşın,%80 e yakın bölümü yabancıların yatırımlarından olan Borsamızdan her nedense sıcak para çıkışı bile yaşanmıyor. (Onlara sınır ötesi operasyon olmayacak diye garanti verilmiş sanırım.) Başbakanımız, İngiltere başbakanına giderek “Şu müttefikiniz ABD’ye söyleyin, bize yanlış yapılıyor!” diyerek şikâyet ediyor. Ordumuza görevini yapma izni veren tezkere TBMM’den çıktığı halde, onlar, bizden çekinip ne yapıyorsunuz? diye ayağımıza geleceğine, Dışişleri Bakanımız Irak’a gidip ABD kuklalarıyla muhatap oluyor. Kuklalar da ağabeylerine sormadan kendilerinden çok büyük laflar ediyorlar. Sonra da Ağabeylerinden gelen istek doğrultusunda konuşma metinleri değişiyor.
Bölgenin coğrafyasını, üzerinde yaşayan ülkelerin ve halkların istenci ve isteği dışında salt kendi çıkarları için yeniden düzenlemek isteyen, dünyanın Jandarmalığına soyunmuş, hak hukuk bilmez ABD ise; Irak hükümetine farklı, bize farklı tavır alıyor. Bölgede özgürce etkinliklerini gerçekleştirebilen PKK terör örgütüne; silah ve donanım sağlarken, terör örgütünün nerede olduğunu bilmediğini söyleyen ABD’ye kim inanır? Resmen “tavşan kaç, tazı tut” oyununu oynatarak, sadece Irak ve bizle değil, tüm bölgeyle dalga geçiliyor.
Türkiye sınırlarına resmen başka bir ülkeden taciz varken, NATO’dan ses seda çıkmaması ise ayrı bir komedi! Çoktan, NATO=ABD olmuş durumda!
Dolayısıyla, NATO bir savunma paktı olmaktan çıkmış, ABD ve AB gibi emperyalist ülkelerin dünya çapında global çıkarlarını savunmakla görevli bir askersel örgüt durumuna gelmiş durumda.
Bizim bu konsept içindeki yerimizi, ülkemizin tüm geleceğinden sorumlu Atatürkçü generallerimiz, sanırım değerlendirmektedirler ve ulusal kurtuluş savaşımızı kazandığımız ruhla taban tabana zıt bu durumdan rahatsızdırlar.
Türkiye, sınır güvenliğini sağlamak için Irak’a girecek ama sanırım “İtin hatırı yoksa sahibinin hatırı var” atasözünü hatırlıyor ve ABD’nin hatırından değil tepkisinden çekiniyor.
Kafamıza çuval geçirdiklerinde “ne yapıyorsunuz hani müttefiktik biz!” dediğimizde; PARDON! yanlış olmuş diyen ABD’ye, bizler de yanlışlıkla Irak’a girip ABD/Irak Kuvvetlerini biraz bombalayıp,PARDON!, yanlışlıkla oldu… Diyerek, onlar gibi kıvırsak mı acaba?
Bağımsız mıyız?, sömürge miyiz? Ya da yarı bağımsız bir ülke mi olduk? Ben anlayamıyorum. Her 10.Yıl Marşı çalındığında, her Cumhuriyet Bayramı olduğunda, tüylerim diken diken olurken, acaba ülkece kendimizi mi kandırıyoruz diye düşünmeden edemiyorum.
PKK dağlardan inmiş, artık içimizde yer alıp tüm kurum ve kuruluşlarımızın içine kadar girmişken ve bunlar bilinirken, kimsenin sesinin çıkmaması “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığında olayların gelişmesi, ATATÜRK ilkelerine yakışan tavır ve davranışlar mıdır?
Herkesin kendi kapısının önünü temizlemesinin gerektiği bir durumda, kurum ve kuruluşlarımızıniçine yerleşmiş bu bölücü yapılı insanları; bile, bile dışlamamak, onlarla aynı görüşü paylaşmasak bile tarafsız davranmak, aynı yere hizmet etmek anlamına gelmez mi? Tarafsızlık da aslında taraf olmak değil midir?
Cumhurbaşkanını, halk mı yoksa meclis mi seçsin? diyerek referanduma gidilirken, sayın Başbakan; bu uygulama yanlış olur diyenlere yanıt olarak; “milletimiz bu referandumlara alışsın, bir çok konuyu referanduma sokup aziz milletime soracağım” demiştir. Şimdi Sayın Başbakana sormak gerekir;ABD ile ilişkileri, Avrupa Birliğini, sınır ötesi operasyonu halka sorsak ve bir referandum daha yapsak, %90’a yakın ne çıkar dersiniz?
THY’de Yaprak Dökümü…
THY çalışanlarının Toplu İş Sözleşmesi sonuçlandığında, yeni oluşan durumun işveren tarafından nasıl değerlendirildiğini anlamak için, hemen THY Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Hamdi Topçu’yu aramıştım. Sayın Topcu’ya; “yönetimin bu sözleşmede verecek 1 YTL fazlası yok” dediği halde, neden esnemek zorunda kaldıklarını ve bunu bir yenilgi olarak görüp görmediklerini sordum.
Sayın Topçu bana; “Ocak 2008’de görüşelim, o zaman anlarsın!” dediğinde, bunun, yönetimin Ocak 2008’e kadar bir takım değişikliklere gideceğinin bir sinyali olarak almış ve kışkırtma olmasın diye yazmamıştım. Son günlerde kulağıma gelen ve yeni bir yaprak dökümüne hazırlanıldığı ve bu seferki ölçütlerin; emekliliğe hak kazanmış kişilerden yanı sıra, kendilerine göre randımansız kişilerden oluşacağı şeklinde… Ayrıca, Teknik A.Ş’de vardiyalı çalışılan ve bunun karşılığında ekstra prim alınan birçok atölye, tekrar normal çalışma düzenine dönebilir. Ve eskiden gerekli olup olmadığına bakılmaksızın yaptırtılan fazla çalışmalar ve bayramda çalıştırılarak, yapılan ekstra ödemeler çok azaldı. İşveren, sanırım verdiği 3–5 kuruşu buradan çıkartma yolunda.
Eleman çıkartmada, ister emekliliğini hak etme durumunda olsun, isterse emekliliği dolmamış olsun, aynı şekilde hukuk mücadelesine gitmeye alışmış ve kesin yenilgi alacağını bilen THY ve Teknik A.Ş işverenini; işten çıkartmak için arayacağı ölçütlerde, nasıl olsa her türlüsünde de personeline tazminat ödeyeceği ve geriye dönüş davasını kaybedeceği gerçeğiyle karşı karşıyayadır. Bu durum, THY yönetiminin, personelin emekliliğinin dolup dolmamasına bakmaksızın söz konusu yaprak dökümünü gerçekleştireceğini gösteriyor.
Eski yazılarımda belirttiğim üzere, iş hayatında İşveren torpilli kişiler olduğu gibi, sendika torpilli kişiler de vardır. Bu tür işten çıkarmalarda, THY işvereni mutlaka sendikaya danışacak ve listeyi beraber gözden geçireceklerdir. (Bu şimdiye kadar böyle olmuştur.) Bu işten çıkartmalar yaşandığında THY ile Hava-İş arasında oluşacak sürtüşme, işten çıkartılan kişilerin sayısı veya niteliklerine göre değil, kendi yanlarında olan ve olmayan kriterlerine göre oluşacaktır.
Bu konuda işverenin ve sendikanın bu olaya bakış açısından çok, beni çalışan personelin, bu haksız çıkartmalara olan tepkisizliği hatta desteği dikkatimi çekiyor; emekliğini hak etmiş ama yıl olarak süre dolmadığından, emekli olmayan kişilerin, bu, hukuka aykırı davranışı protesto edip gitmek istememelerine; çalışanlar olarak, destek geleceğine, gerek sendikadan, gerekse çalışma arkadaşlarından, destek yerine köstek gelmesi.
Dinozorlar gitsin artık, önümüz açılsın mantığıyla baktıkları bu haksızlıkla, kendilerinin de bir gün karşılaşacaklarını düşünemiyorlar sanırım.
Sendikaların; toplu iş sözleşmelerinde kazanılan hakların uygulamada işleyişini denetlemek kadar, çalışan kişilerin bu tür haksızlıklara uğramalarına karşı çıkması da gerekir. Zorunlu emekli edilene, yardım olarak sendikanın avukatını önermek ve %100 kazanılacak bu dava karşısında %10 gibi çok astronomik avukatlık ücreti ödettirmek, hangi sendikal ahlaka sığıyor, sormak istiyorum. Belki de, bu konuda da işveren-sendika son günlerin moda oyunu Tavşan kaç, Tazı tut’u oynuyorlardır ne dersiniz?

Exit mobile version