Yalnızlığın Suçluluğu
Önce bir yanlızlık hissediyor sanki insan o kalabalığın arasında. Aslında daha ilk elinize performansınızdan verim alınamıyor evrağını aldığınızda önünüzde olacakların, senaryonun yazılmış ve sizin zorunlu oyuncular olduğunuzu bilerek geçireceğiniz saatlerin başladığını zihniniz ikaz ediyor. Gücünüzün mü güçsüzlüğünüzün mü dışa vurulan sonucu anlamıyorsunuz aslında. Size kağıdı vermeye gelenler bu adaletsizlikler zincirinin son halkasını oluşturan sizden , bizden birileri. Yer sofralarında kaşık sallamışlar belki bir zaman bizler gibi kalabalık sofralarda, belki cuma namazında yanınızda duran sizin mahallenin çocuklarından birileri. Eminim onlara da anneleri veya evdeki büyükler dualar okuyup yüzlerine üflemiştir hayır olsun diye, Hak’tan ayrılmasın diye. Eminim bize verilen nasihatler onlara da verilmiştir defalarca. Küçücükken başlanır ya önce büyüklere saygı ile başlanır, sonra öğretmene, sonra komutana, sürekli olarak devlete bağlılık , dine saygı söylevleri, sakın hak yemeyesin ikazları ile büyünür bizim oraların kıraç topraklarında. Devletin yüzlerce yıldır sadece asker alma, vergi tahsilatı için var olduğu bozkırın çucuklarına benzetiyorum ben tebliği yaptırdıkları gençleri. Aslında hep eksiktir bizim oralar bir türlü tamamlanamayan insanları gibi.
Tebliğ için bulunulan oda zaten bekleme odası diye adlandırılan bir türlü ruhuna sahip olamamış artık bir yer insan kaynaklarının katında. Sanki ayrılmış olanlar, yani şirketin gerçek sahipleri ile onların kontrol etmesi gereken, her an çalışma ortamını kirletme potansiyeline sahip olan çoğunluğun arasındaki ayrımı görmeniz ve haddinizi bilmeniz için yapılmış ve bilinçli olarak diğerlerinden ayrılmış bir kat orası. Turnikelerin arkasındakiler sizlerin ne kadar iyi veya kötü olduğuna karar verebiliyorlar. Kriterleri bizimkilerden farklı. Dinamikler bizimkilerden farklı. Bu yaklaşım aslında bizim topluma yabancı değil. Hep böyleydi. Bir zamanların elitleri vardı herşeyi bilen ve hak nedir karar veren. Şimdi de yönetimdekilere yakın zihniyet eskiyi eleştirerek geldiği noktada kendi elitini yarattı. Şimdi de bunlar kimin iyi çocuk olduğuna ve olmadığına karar veriyorlar . Yani 20 yıl öncesinden bir adım ötesine geçemeyen bir kısırdöngüdeyiz anlayacağınız.
Elime kağıdı uzatırken yüzüne bakıyorum, o ise bana değil de kağıda bakıyor. Emin değil aslında yapılan işin doğru mu olduğundan. Dilimin ucuna gelenleri tutuyorum. Bir kız, bir oğlan, karşımda… o kadar genç görünce, içimden onları rahatlatmak geliyor. Ağlanacak halimi, durumumu bırakıp onların düştüğü duruma acıyorum hafif loş artık odada.
Aklıma kendi yaşadıklarım geliyor bu arada, eski anılar. Hem savunma aldım hem de savunma verdim askerlikte. Kural basittir o zamanın ordusunda. Öyle duvarlar arkasında saklanma yoktu bizim subaylığımızda. Yüze bakarak savunmasını verirdiniz. Tekrar aldığınızda da yüze bakarak cezayı tebliğ edersiniz. Çünkü hak ne ise o olacak denmiştir sizi eğitenler tarafından sizlere defalarca. Eğer kapı arkalarına saklanırsanız, o askeri bir mevziden bir mevziye emrinizle götüremezsiniz denmiştir defalarca. Doğru muydu değil miydi bilinmez ama bizim dönemimizde doğruluğuna inanmıştık. Şimdi o savunmayı getirenlerle bizim zamanımızdaki emirle çalışan askerler arasında temel fark, birisinin defalarca eğitimini aldığı davranış biçimini bilinçli tercihiyle uygulaması, diğerinin ise herhangi bir eğitim almadan, körükörüne itaat ederek geldiği yerde, harama helale bakmadan sadece emir verene inanarak, haktan yana olduğuna inanması. Verilen savunmanın bir satırının bile doğru olduğuna inanmadan, o savunmanın zulum olduğunu bile bile, kul hakkının yenmesine ortak olmasını kendisine soramayacak ve açıklayamayacak kadar teslim olmuş birilerine. İmanın körü körüne itaatle kirlendiğini , akılla zenginleştiğini bilse idi muhtemelen her türlü günahta tövbenin affa götürebileceğini ama kul hakkının yenmesinde alınan ahın, zulme ortaklığın af kapısının kapalı olduğunu bilecekti. Eline verilen o zalimlerin kırbacını taşımayı reddecek imanı içinde hissedebilecekti.
Nahl Suresi, 85. ayet: O zulmedenler, azabı gördüklerinde, onlara ne (azap) hafifletilecek, ne süre tanınacak.
O kağıt parçasıyla aslında zalimlerin onlarla bir arada olmayanları nasıl gördüklerini de anlıyorsunuz. Değersiz ve yok hükmünde olduğunuzu, size ait olan her şeyin onlar tarafından yok edilmesinde en ufak bir vicdani sorumluluk hissetmediklerini, sizin ve ailenizin neler yaşayabileceğinin onların umurlarında olmadığını da anlıyorsunuz. Aslında sistemi öyle güzel kurgulamışlar ki bu işleri daha rahat yapabilmek için, önce insanı sistemden çıkarmışlar. Sizin hakkınızda sizi tanıyanların karar vereceği bir irade yok artık. Eğer sizi tanıyanlar karar verirse ne olacağınıza , çok daha insani süreçler devreye girecektir. Belki de sorunlar, anlaşmazlıklar daha insani olarak , yüz yüze bakarak çözüme ulaştırılmaya çalışılacaktır. Bu kadar keskin düşman tanımlaması yapılmayacaktır. Bu kadar acımasızca hüküm verilmeyecektir. Örneğin sizi , eşinizi, çocuklarınızı tanıyan birileri daha insani çözüm üretebileceklerdir. Ama bu kapitalizmin en acımasızca sömürü kurduğu ülkelerde uygulamaya koyduğu, en zavallı toplumlarda uyguladığı düzendir aslına bakarsanız. Taban ezilmelidir. Insan değersizleştirilmelidir. Maalesef işten atılanların bir kısmının o kadar acı hikayeleri var ki, ve bu gelire o kadar çok ihtiyaçları var ki, dinlerken yüreğiniz sızlayabiliyor. Tabii o yüreği dinlemek isterseniz. Eğer insanı tam bu ilişkiler ağının ortasına koyabilseydiniz, ne ihtiyacı olan acı çekerdi , ne sermaye kaybederdi, ne de o kadar acımasızca verilemeyecek hesaplar birikirdi bu sisteme kul köle olanların amel defterlerinde.
Rum Suresi, 57. ayet: Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne (Allah’tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir.
Size verilen savunmada yazdıklarının her satırının yalan olduğunu kendileri de çok iyi biliyorlar. Sizin vereceğiniz cevabın da her kelimesinin doğru olduğunu da biliyorlar . O zaman neden bu işe alet oluyorlar veya neden o evrakların altında o imzalar var ? Neden bu imzaları atarken bir an bile vicdanen rahatsızlık duymuyorlar ve yaptıklarından sorumluluk duymaları gerektiğini, insanlara atılan iftiraların ve sonuçlarının hesabının sorulacağını bilmiyorlar mı? Her insanın bir dünya olduğunu bilmeyen, hak yemenin ahlaken ve dinen olmaması gerektiğini bilmeyen başka bir dine mi inanıyorlar yoksa bilerek mi bu zulmü tercih ediyorlar ? Nasıl bir eğitimin veya örgütlülüğün sonucu buna cevaz verir?
Bu soruları sorarken nedense aklıma yine Türk Silahlı Kuvvetlerinde bir zamanlar varolan o malum yapılanma geldi. Hiç bir şeye aslında inançları yoktu. Her makama hakeden değil kendi adamları gelsin diye yeni mezun başarılı subayları bile türlü iftiralarla sindirdiler ve meslekten atmak için her türlü kumpası kurdular. Yılların eğitimiyle yüzyılların terbiyesiyle yetişen o subaylara kullandıkları yöntemler bizim gibilerin hafızalarında daha dün gibi duruyor maalesef. Gözyaşlarıyla kazındı yapılanlar ve mezalimler. Ama karşımızda her itirazı bu ülkeye isyan, millete ihanet diye değerlendiren o şebeke vardı. Yine de direndi herkes bir şekilde ama bu ülkenin yumuşak karnı maalesef hep siyaset olmuştur. Kolay nufüz edilir ve kolayca ülkenin değerlerine saldırırlar populizmle alınacak oylar uğruna.
Şimdi yöntemde farklılık yok. Benim gibiler bunları hemen tanır. Size zarar verirken tamamıyla bitirecek şekilde saldırırlar ve bunun için kullanılan tetikçiler sizinle olanları türlü türlü baskıyla sindirirler. Herkesi aşı, işi ve ekmeğiyle tehdit ederler. Türk tarihinde en sağdan en sola hiçbir siyasi hareket bu şekilde insanları ekmeğiyle tehdit ederek yıldırmaya çalışmamıştır. Kesinlikle ikna etmeye çalışmazlar çünkü sizin onların kirli ilişkilerine müsade etmeyeceğinizi bilirler. Ama bu işin en acısı ise hep maşa kullanırlar. Karşınıza hep onlardan daha ateşli olan maşalar çıkar ve onlarla boğuşursunuz. Maşa olanlar da o kadar doğruyu yaptıklarına inanırlar ki geri de dönemezler. Işin asıl sahipleri inanın en çok o maşalarla dalga geçerler geride karanlık köşelerinde dururken. Onlar pürü pak kenarda iken o maşaların imzaları , isimleri ortadadır. Kimse gerçekte neden ve kimlerin isteğiyle bu işlerin yapıldığına anlam veremez. Hep sanki devletin üst yapısının bu kararları verdiği imajı yaratılır. Inanın kimsenin de haberi yoktur olayların içeriğinden. Oralara da abileri zaten başka senaryolarla nakletmiştir olayları. Vatan millet edebiyatı, Alman ajanı senaryoları , Lufthansanın oyunu gibi kelimelerle bizleri de şikayet etmediler mi? Eğer karşılarındaki dini hassasiyetleri olan birisiyse bunlara ilaveten dinsiz, komunist, ateist de olursunuz ve nitekim de karşılaştığımız bir AKP li vekile de aynı cümlelerle bizleri anlatmışlar. Çok sistemlidirler ve herkese başka senaryoyu oynayabilirler. Bu konuda en küçükten itibaren böyle yetiştirildiler. Takiyye ustasıdırlar. Hem dindarları hem diğerlerini kandırırlar kolayca. Amaç nihai olarak ne vatan ne bayrak ne de millettir. Nihayetinde para ve paranın getireceği güçle bu ülkede oynayacakları oyunlar ve yapacakları vardır. Aynen FETÖ nün yaptığı gibi biat edecek çalışanların olması, herkesin onlara sorgusuz sualsiz biat etmesi gerekir ki yapılacak olanlar sorgulanmasın, iyi mi kötü mü bilinmesin. Böyle bir din dünyada yok şu anda. Biraz benzerini Filistinde zulumde görebilirsiniz maalesef.
En çok üzüldüğüm konuların başında ise şirket içerisinde en büyük gruba sahip olmalarına rağmen bu paralel devlet yapısının sindirdiği ülkücüler gelir. Boyunları bükük hep itaat etmek durumundadırlar bunlara. Işten atılma korkusuyla tehdit edenler ise saf değiştirmiş dönek milliyetçilerdir. Onların vakıflarına yaranmak, onların derneklerinden medet ummak için saf değiştirmişlerdir ve düne kadar yanlarında oldukları arkadaşlarına telkinde bulunarak işine gücüne sahip çıkmaları gerektiğini söyleyerek el altından tehdit ederler, her şeye gözlerini kapatmalarını isterler. Kötülükler , haksızlıklar, sağa sola harcanan paralar, adam kayırmalar, hak yemeler görülmez hatta bir istasyon müdürünün nasıl olupta 2 000 000 dolarlık ev alabildiği bile bilinir ama görülmez haline gelir. Ama benim kaptan olarak maaşım her zaman kayıtlı ve gözönündedir. Emeğimin , alınterimin karşılığı her zaman kara propaganda aracı yapılır. Gazetelere röportajla verilerek hem ahlaksızlık hem de kanunen suç işlenir bu ülkede. Gazeteye veren kendi gelirini söylemez nedense benim maaşımı soran aynı cinsin ahlaksız gazetecisi de o muhtereme sen ne kadar kazanıyorsun demez. Teşkilat çok güzel kurulmuştur her yerde. Hepsi kim nerede ne yapıyor bilir bunların. Hatta birbirlerinin maşalarını da bilirler ve kullanırlar. Uşaklar işleri bittiğinde de bir süre kullanıldıklarının farkında değillerdir ama kapı bir gün suratlarına kapanınca anlayabilirler ancak.
Zaten bu yapı 14 Temmuzda küfrettiklerine, 15 Temmuz günü başarılı olamayınca övgüler düzen bir yapıdır. Dikkat edin gece olaylar olurken bunlar yokturlar. Ne zaman başarılı olunamayacağı anlaşıldı bunların sokağa dökülenlere katıldığını görürsünüz. Aynı gece , hele bir bekleyelim, bakalım ne olacak diyerek beklediler. Jetler üstlerinden geçerken, millete bomba atarken , aslanlar bunlar diyenler de halen dolaşır ortalıkta. Sabaha karşı baktılar ki başarılı olamayacaklar hemen miletin yanına katıldılar o gece. Direnmenin bir anlamı olmadığını , kaybetmeden süreci geçirmeleri gerektiğini biliyorlardı zaten. Ama herkes kimlerin denizaşırıya el öpmeye gittiğini biliyor zaten. Bir de bunlar her zaman en az bir yöneticiyi mutlaka yönetim kademesine sokarlar . O kadar kendilerine birşey yapılamayacağına inanırlar ki zor durumda kalan kadrolarına her türlü yolu kullanarak para aktarırlar. Bazen inşaat şirketlerine, bazen hukuk bürolarına bazen de reklam şirketlerine büyük ödemelerle sistemi beslerler. Nedense herkes tarafından her şey bilinir ama birşey yapılamaz. Soruşturmalar kapılarına kadar gelir ve birden herşey duruverir anlamsızca. Onlar ne olursa olsun kendilerini korurlar ve sen onlardan olmadığın için mahvolman umurlarında bile değildir.
Maide Suresi, 48. ayet: Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber
Yalnızlık hissi korkunç azap veren bir histir. Çoğunluğun içerisinde tek başınalık kadar üzüntü verici bir durum yok aslında. Tek başına bir adada kalan roman kahramanı yalnız değildir inanın. Zaten yokluğun içerisindedir. Ama sen o kalabalığın içerisinde biçare kalırsın. Bunu savunma elinizdeyken hissediyorsunuz o koridorda. Dışarı çıkınca kendime gelince neden diye sordum kendime. Neden aldım ben bunu? Yaptıklarım , onların dediği gibi vatan hainliği miydi? THY ye ihanet miydi? Ben de mi sussaydım herkes gibi ? Bu kadar planlama yanlışının , ayrılan Türk kaptanların gözlerindeki hüzünün , yorgunluktan istifa eden kabin memurlarının THY ye ve bu ülkenin marka değerine zarar vereceğini söyleyemeyen yöneticiler yerine ben de mi söylemeseydim acaba? Hiç olmazsa çalışmaya devam ederdim herkes gibi görünmez olurdum. Eşim ve çocuklarıma nasıl anlatacağımı da düşündüm. Muhtemelen 10 güne kalmaz işten atılacağını anlayan bir insan olarak, hem de alnınıza bir kara çalarak atacaklarını ve sizden masum olduğunuzu ispat etmenizi isteyen adaletli olmadığına inandığınız hukuk sisteminin içerisinde yaşadığını o an algılayan bir birey olarak bir ele ihtiyaç duyuyorsunuz o kısa anlarda.
Zarfı arabanın yolcu koltuğuna attım. Karşımda gisad binası biraz oturduğumu hatırlıyorum. O odalarda oturdular sendika yöneticileri ve şirket yöneticileri. Listeler ellerinde kararlar verdiler. Hele kabinden atacaklarına birkaç gün çalıştılar. Isimleri yakından tanımıyorlar. Kim oldukları hakkında hiçbir fikirleri yok. Iyi midir kötü müdür bilmiyorlar. Sadece bu insanların yaptıkları var olan ve onların menfaatlerine çalışan sisteme zarar veriyor. Ve denetimsiz olarak, keyiflerine göre kullandıkları herşey, her fayda çökmek üzere. Hem sendika hem de şirkette bunlarla bir araya gelerek isimleri tespit edenlerin dertleri ne THY ne millet ne vatan ne ülkedir. Varsa yoksa mevcut düzenin devamından sağlanacak faydalardır. Yoksa bir insan nasıl olur da çalıştığı iş yerini bu hale sokanlarla biraraya gelir, nasıl olur da işçi ile beraber olması gereken bir kuruluş atılacak işçilerin belirlenmesinde aktif rol oynar. Bunlar kim sorusu her zaman aklımdadır. Isimleri zaten herkes tarafından biliniyor da, nasıl bu hale geldikleri aslında içimizi acıtıyor maalesef. Hem meslektaşım dediğiniz , hem de bizden dediğiniz insanlar gibiler. Ama bunlar benim yetiştiğim o temiz kültürün çocukları değil bir kere. Bizde kul hakkı neredeyse herşeyin temelidir. Orta anadoluda Yunus’u hissetmeden büyümeniz mümkün değildir zaten. Her seferinde bir deyiş duyarsınız ve insan temeliniz olur her zaman.
- Fussilet Suresi, 46. ayet: Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim de kötülük ederse, o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin, kullara zulmedici değildir.
Nedense bizim atılma sürecimizde işler dönüp dolaşıp paraya getiriliyordu. Biz vatan, millet ve büyümesi gereken THY dedikçe onlar mevcut sendika, ödenecek aidat, durumu muhafaza dediler. Biz uçuş emniyeti tehlikede, uluslararası forumlarda rezil durumdayız dedikçe, onlar aman sendikamızı koruyalım, üyelikten ayrılmayalım, aidatları yatıralım dediler. Koskoca yöneticiler işlerini güçlerini, dünya devi THY nin geleceğini konuşmayı bıraktılar, ellerindeki dünya klasının üzerindeki kaptanlarıyla diyalog kurarak sorun çözmeyi bıraktılar, mevcut sendikayı nasıl kurtarırızın planlarını yaptılar. Bizleri attıklarında pilot ihtiyacı had safhada olan şirketten pilot azalttılar ama sendikayı da kurtardılar. Bravo diyesim geliyor hepsine. Süper çözüm buldular ama THY için değil sendika için.
Savunmamı yazdım ve günü gelince teslime gittim. Yine bir genç geldi aldı benden savunmayı. Benim hakkımda ne anlattılar bilmiyorum ama acaba devlet düşmanıdır mı dediler düşünmedim değil. O nasıl hissediyordu acaba ? Neye alet edildiğinin bilincinde mi? Muhtemelen bilmiyor zaten ama düşmana karşı verilen bir mücadelede olduklarını kulaklarına fısıldamışlardır. Şirketi bunlar kötülüyorlar ama biz sendikamızı kurtarırsak şirketimiz de kurtulacak mı dediler acaba?
Bu gençleri böyle kullananların bir turnikenin arkasında odalarında saklandıklarını bilmeme rağmen zavallılıklarının esiri olduklarını da biliyorum. Savunmamı verirken en ufak bir pişmanlık duymadan yaptığım işlerden dolayı korkmadan ortada dolaşacak ve herşeyi konuşabilecek cesaretim herzaman var ama o zavallıların ortaya çıkabilecek yüzleri olmadığını biliyorum. Kanunun değil ama maalesef ülkemde varolan bozuk siyasi yapının kendilerinden zannettiklerine verdiği gücün , yanlış ve gayri ahlaki kullanılmasından dolayı bu duruma düşürüldüğümü biliyorum. Allah tan haramzade, çakal ve haydut değiliz ki başımız dik ve onların saklandıkları odalara hayatımın hiçbir döneminde güçlü olmak için ihtiyaç duymadım. Zavallı olmalarının ötesinde , anlamadıkları konularda ahkam kesmeye devam ettikleri her yerde eninde sonunda sıkıştıkları için, ellerinde var olan güç sarhoşluğu onları baskı ile sindirmeye giden bir sürece sokuyor. En başında da dediğim gibi yapabilecekleri tek şey bu zavallıların beni ve arkadaşlarımı işimizden etmekti. Onu da sendika ve şirket ortaklığı olarak yaptılar. Biat etmelerini istediklerinden bazıları onların tekliflerini kabul etti. Teklif dahi edemeyeceklerini bildikleri için bana kimse bu konuyla gelemedi bile.
Sonuç olarak yaşadığım süreçte suçluluk duyduğum en önemli konu, şirkete ilk girdiğim yıllardan beri var olan bu uygulamanın insanlara, ailelerine verdiği acıyı birebir hissetmem sonucunda benden önce bu duruma maruz kalan herkese neden destek olmadığım oldu. Birilerine performans eksikliğinden diye savunma verildiğini duyarken böyle bir yalanla insanların ekmeği elinden alınırken, ben aynı çatı altında bu insanlarla birarada olmama rağmen , neden şimdiye kadar onların yanında olmadım ve nasıl vicdan azabı hissedemeden uçuşlara gidip gelebildim ? Onların yaşadıklarını, onlara yaşatılanları neden benim başıma gelene kadar hissedemedim? Bu acılarında onlara neden ortak olma sorumluluğumdan kaçtım ? işte bu süreçte canımı acıtan en önemli konu buydu. Elime savunmamı aldığım andan itibaren, bu gayri vicdanı uygulamanın nasıl olup ta normalmiş gibi karşılanabildiği ve benden önce neredeyse binlerce insana yapılan bu uygulamanın önlenmesi için hiçbirşey yapmamış olmanın suçluluğunu hissettim. O kadar insanın hakkını, onların bu durumdan dolayı zarar gördükleri için ailelerindeki her bireyin hakkını bizlere helal etmesini istemekten başka çaremin olmamasının acısını her gün hissettiğimin bilinmesini istiyorum. Maalesef inancım musalla taşına helal olsun demekle kul hakkının ortadan kalkmadığını bana söylüyor. Helallik istemekle veya helal olsun demekle o hak bizlerin üzerinden kalkmıyor. Insanlara yaşatılan ızdırabın, dilsiz şeytan olarak kaldığımız her durumda sorumlusu oluyoruz maalesef.
Ben şahsım olarak şirkete, ülkenin prestijine verilen zarara verdikleri kararlarla ortak olanlara, bana bunları yapanlara, aileme bunları yaşatanlara hakkımı helal etmeyeceğim. Benden öncesinde bu ahlaksızca uygulamaya karşı durmadığım için zarar görenlere de beni affetmelerini dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden maalesef. Üzerimde hakkınız olduğunu biliyorum. Allah günün birinde hakkımızı almayı nasip etsin inşallah.
- Şura Suresi, 40. ayet: Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez.