THY emekçileri, AKP’li yıllarda THY’de çalışmayı, şirkette yaşanan dönüşümü soL’a anlattı.
AKP’li yıllar Türk Hava Yolları’nı (THY), iktidarın esas karakteristiğini yansıtan bir vitrine çevirdi.
AKP’li THY yöneticisi apronda deve kesiyor, uçakta alkol satışı tartışmaya açılıyordu.
AKP işçi düşmanıydı, THY özlük hakları için greve giden sendikalı işçiyi işten atıyordu.
AKP muhalifleri sustururdu, THY uçaklarına girebilen gazeteler yalnız yandaşlar olabiliyordu.
AKP akıl dışı harcamalar yapıyor, kamu kaynaklarını yağmalıyor, dış borcu katlıyordu; THY aynı hırslarla akıl almaz ‘yatırım’lar yapıyor, şirketin piyasa değerinin yarısına denk düşen zararlar açıklıyordu.
Aynı dönemde, sendika AKP’nin uydusu haline getirildi. THY ile Hava-İş arasında 28 Mart 2016 tarihinde imzalanan 25. Dönem Toplu İş Sözleşmesi’ne ek olarak imzalanan protokole göre, uçucu personel açısından çok büyük önem taşıyan 24 saat tebliğ kuralı çeşitli maddelerle esnetilerek resmen kaldırılmış oldu. Yatı sürelerine ilişkin kurallar değiştirildi, buna göre uçucu personelin çok daha esnek ve çok daha fazla çalıştırılmasının, daha fazla yatı yaparak daha sık evlerinden uzakta kalmalarının yolu resmen açıldı. Hava-iş yönetimi, imzaladıkları bu ek protokolle işçi düşmanı hamlelerine resmen başlamış oldu. Ardından şirket, Temmuz başında 268 personeli, büyük kısmı sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlar nedeniyle olmak üzere, işten attı.
THY emekçileri, AKP’li yıllarda THY’de çalışmayı, şirkette yaşanan dönüşümü soL’a anlattı.
Ağustos ayında THY büyük bir zarar açıkladı, önümüzdeki dönem için de açığın büyüyeceği iddia ediliyor. THY emekçileri bu durumdan nasıl etkilendi?
THY’nin son yıllarına baktığımızda hızlı ve agresif bir biçimde büyüdüğünü görüyoruz. Bu pek çok yerde yazılıp çizildi ve eleştiri konusu oldu. Büyük yatırımlar yaptı, örneğin sponsorluklar aldı. Bunlar elbette bizim iş alanımız değil fakat, yönetim tarafından atılan yanlış adımların bedeli çalışanlara ödetiliyor. Kabin personeli olarak son aylarda her zamankinden daha fazla baskı altında çalıştığımız kesin. Eksik ekiplerle uçuyoruz ve iş yükümüz gitgide artıyor. Gereksiz eğitimler planlanıyor, yatı harcırahlarımız kısılıyor, dinlenme sürelerimiz kısaltılıyor. Bütün bunlar olurken işten çıkarmalar ve ücretsiz izne çıkarmalar da oluyor. Bizden hep daha fazla fedakarlık bekleniyor. Fakat kendileri ne özel araçlarından ne de özel şöförlerinden vazgeçiyorlar.
BU ŞEKİLDE ÇALIŞMAYA ZORLANANDAN UÇUŞ GÜVENLİĞİ BEKLENEMEZ
Nasıl fedakarlıklar mesela?
Mesela trafik vs gibi yoğunluk söz konusu olduğu günlerde uçuş operasyonlarının aksamaması için uçuşa erken gelmemiz konusunda uyarı mesajları alıyoruz sürekli. Bizler yoğunluk olsun olmasın zaten her uçuşumuza erken geliyoruz gelmesine ve bunlar aslında fazla mesai ama tabi ki kayıt dışı. Hastalanmayan, iş kazası geçirmeyen, uyku problemi olmayan çalışanlar istiyorlar ve iş yüzünden kaybettiği sağlığı için rapor alan arkadaşlarımızı kolayca işten çıkarıyorlar. Tablo böyle olunca, işten atılmamak için hasta hasta, bedenen ve psikolojik olarak hazır olmadığımız uçuşlar yapıyoruz, tabi güleryüzle! Nasıl olacaksa… Yani hep zorunlu fedakarlıklar. Bazı zamanlarda fedakarlık durumunu da anlayabiliriz fakat bunun karşılığını görememek ya da işten atılma olarak görmek ve bununla korkutulmak hiç ama hiç insani değil. Bu şekilde çalışmaya zorlanan işçilerden uçaklarda ne kadar ‘uçuş güvenliği’ beklenebilir anlamak güç doğrusu, beklenemez.
Bahsettiğiniz tablo, uçuş güvenliğini etkileyebilir mi peki?
Dikkat, uçuş operasyonlarının vazgeçilmezidir. Ve bütün bunlar dikkatin, algının, zihin açıklığının önünde engel teşkil ediyor. Hem bedensel hem de zihinsel olarak çok fazla yoruluyoruz ve ister istemez hatalar yapıyoruz. Fakat her bir uçuş çok karmaşık bir süreçten oluşuyor. Uçuş emniyeti ve güvenliği bizden bağımsız faktörlerce de ihlal ediliyor. Para ve insan hayatı arasında seçim çoktan yapılmış.
YÖNETİCİLERİN KİMİ HER ŞEY DÜZELECEK DİYOR, KİMİ TEHDİTLER SAVURUYOR
Uçuş tazminatlarının kaldırılmasına dönük bir girişim var. Yıllardır uçan kabin memurlarını eğitime alacak ve tazminatlarını ödemeyecekler. Ne yapılıyor tam olarak?
Az önce gereksiz eğitimden kastettiğim buydu. Ekim ayı itibariyle tam bir ayı kapsayan eğitimler başladı. Her ay iki yüz civarı kabin personeline “kabinde uzmanlaşma” adı altında eğitim planlanıyor. Eğitim süresince asıl işimiz olan uçuştan çekilmiş oluyoruz ve böylece o ay uçuş paramız verilmiyor. Eğitimde yöneticiler sınıfları ziyaret edip konuşma yapıyorlar. Kimi her şeyin düzeleceğini vs söylüyor, kimi de tehditler savuruyor. Her şeyin kötü değil ama her şeyin iyi de olmadığını bilelim istiyorlar herhalde. Hem “isyan etmeyelim”, hem de baskıyı hep hissedelim diye!
AİDİYET MESELESİ TAM BİR PALAVRA
Çalışanlar arasında huzursuzluk var mı peki?
Olmaz olur mu! Huzursuzluk kabinin olmazsa olmazı. Her zaman diken üstündeyiz. Sürekli bir sopa gösterenimiz var. Hepimizde işten atılma korkusu. Koşullarımız kötüye gidiyor fakat çoğu arkadaşımız işten atılmaktansa bütün bunlara razı olduğunu söylüyor. Ancak yapılan yanlışların sorumlusu biz değiliz ki. Aynı şekilde Türkiye’deki krizin ve ülkemizin çevresindeki kanlı hesaplaşmaların sorumlusu da bizler değiliz. THY’yi biz yönetmediğimiz gibi Türkiye’yi de biz yönetmiyoruz. Sorumlusu olmadığımız krizlerin kurbanları neden biz oluyoruz? En kolay gözden çıkarılanlar neden hep en çok çalışanlar oluyor? THY yıllardır sürekli büyürken, milyarlarca dolarlık karlarıyla en karlı şirketler arasında olmakla övünürken adımız anılmaz fakat zarar söz konusu olunca tasarruf okları önce bize yönelir. Hep aynı hikaye, “biz bir aileyiz, fedakarlık yapmamız gerekir, hepimiz aynı gemideyiz, şirketimiz kazanacak ki biz de işimizde kalabilelim…” Bunlar palavra. Hele şu “şirkete aidiyet” meselesi. Bu düzenin ürettiği en büyük yalan ve çelişkilerden biri bence. Kocasından sürekli dayak yiyip, beyimdir, döver de sever de demek gibi bir şey. Bunca haksızlık karşısında aidiyet duygusu barınamaz.
Kendi aranızda konuşabiliyor musunuz bunları?
Daha önce de oluyordu fakat özellikle darbe girişiminden sonra “aman kendi aranızda böyle şeyler konuşmayın, siyaset yapmayın, dikkatli olun” türü uyarılar brifinglerimizin konusu haline geldi. Herkeste bir korku. Onu konuşmayalım, buna ses etmeyelim, aman rengimizi belli etmeyelim gibi çekincelerin bize bir getirisi olmuyor ki. Sustukça kaybediyoruz! Ayrıca insanız, sosyal varlıklarız ve havadan ve sudan başka şeyleri de konuşmaya ihtiyacımız var. Ortak kaygılarımız, ortak dertlerimiz var. Hem bizden seçim zamanı oy vermemizi politik bir tercihimiz olmasını öğütlüyorlar hemde seçim dışında asla konuşmayalım hele ki muhalefeti destekleyici tek kelime etmeyelim istiyorlar. Böyle bir demokrasi anlayışları var işte. Sosyal medyada iktidar karşıtı görüş bildirirseniz atılıyorsunuz. Tıpkı küçük bir Türkiye modeli.
Hava-İş’in yaklaşımı nedir tüm bu sürece dair?
Hava-İş uzun sessizliğinin ardından geçenlerde bir mail attı bize. Zaten yönetim destekli bir sendikadan ne yarar gelir ki. Herhalde adet yerini bulsun diye. Onda da “gereksiz ve yüksek ücretle işe alınan personel sebebiyle” işten çıkarmalar olduğundan bahsediliyor. Daha sonra düzeltip yöneticileri kastettiklerini yazmışlar. Sendikanın göstermelik maillerine değil daha ziyade bizimle gerçek ilişkiler kurmasına ve eylemliliğine ihtiyacımız var. Ancak bu şekilde iş koşullarımız iyileşir. Fakat mevcut sendika yönetiminin böyle bir niyeti yok ve hiç olmadı. Onlar konut projelerine ve kapalı kapılar ardında yaptıkları ek protokollere mesai harcıyorlar daha çok. Sorunlarımızı çözmek şöyle dursun daha çok soruna ve hak kayıplarına imza atıyorlar. Varlıkları zararımıza yani. Ama sendika üyeleri olarak bizim de eksiklerimiz var. Sendikadan kimse hesap sormuyor.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan intihar olayının çok yoğun ve stres altında çalışma ile ilgisi olabilir mi sizce?
Stres altında çalıştığımız doğru. Psikolojik olarak çok sağlıklı sayılmayız, özellikle meslekte eski isek. Bunların etkisi vardır belki fakat konu ile doğrudan bağını kurmak pek doğru olmayabilir. Fakat şöyle bir ek yapılabilir. 2013 yılında Osaka görevinde otel odasında ölü olarak bulunan Sema Müstecaplıoğlu için THY ve SGK iş kazası olmadığı yönünde karar verdi ve Sema amirin ailesi konuyu mahkemeye taşıdı. Mahkemede ise bilir kişi iş kazası olduğu yönünde rapor hazırladı. Yani stres faktörü çok etkili ve akıllarda soru işareti bırakıyor.
THY KÜÇÜK TÜRKİYE
THY’de yıllardır AKP’li isimler yönetim kademesinde. Zaman zaman etek boyu, kırmızı ruj gibi kadınlara dönük yasaklamalar da gündeme gelmişti. Kadın çalışanlar bunun doğrudan etkisini hissediyor mu?
Özellikle son bir yılda üniforma kurallarımız daha sık ve katı biçimde denetlenir oldu. Uçuş öncesi dış görünüşümüzü kontrol etmekten sorumlu kontrol amirleri daha sık müdahale etmeye başladılar. Pantolonumuz darmış, eteğimiz kısaymış, saçımız aykırıymış, küpemiz olmazmış vs. Fularımızı önceden iki farklı biçimde bağlayabiliyorduk fakat teke indirdiler. Sebebi daha kapalı bir görünüm elde etmek diye düşünüyorum. Yani İktidarın “mutaassıp” kadın imajını THY emekçilerine de uygulamak istiyorlar. Demiştik ya burası küçük Türkiye diye.(soL.Haber)