Son yıllarda havacılık sektörü, yenilikler ve değişikliklerle dolup taşıyor. Ancak, bu değişimlerin çalışanlar için olumlu sonuçlar doğurmadığını görmek içler acısı bir gerçek. Uzun mesafeli uçuşlar, pilotların dinlenme süreleri ve iş yükü açısından ciddi sıkıntılar yaratıyor. Amerika, Endonezya, Filipinler gibi ülkelerdeki kıtalararası uçuşlarda, pilotların yatı süresi maalesef 24 saate indirildi. Oysa bu süre, uzun uçuşların yorgunluğunu atmak için son derece yetersiz.
Gece-gündüz döngüsü ve saat farklarının pilotların biyolojik ritimlerini nasıl altüst ettiği herkesin malumu. Vücut saatinin bu kadar bozulduğu, zorlu ve yorucu uçuşların ardından sadece 24 saat içinde dinlenip bir sonraki uzun uçuşa hazır hale gelmek neredeyse imkânsız. Eski uygulamalarda, bu tür uzun uçuşlar için yatı süresi en az 48 saatti; ama son yıllarda maliyet kaygıları öne çıkarılarak bu süre kısıtlandı.
Durum yalnızca yatı süreleriyle sınırlı değil. Boş gün sonrası gece yarısı 00:30’da başlayan uçuşlar da pilotlar üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Diğer sektör çalışanları, boş günü bitiminde dinlenme fırsatı bulurken, havacılıkta çalışanlar hemen ertesi gece uçuşa çıkmak zorunda kalıyor. Bu da mesai saatleriyle boş gün arasındaki ayrımı ortadan kaldırıyor. Boş günümüzde iş için dinlenmek, hazırlık yapmak ve uçuşa gitmek zorunda olmak, iş kanunlarına açıkça aykırı bir durum ve çalışanların özel hayatlarına yapılan bir müdahaledir. Pilotlar, aileleriyle vakit geçirmek veya kişisel ihtiyaçlarını gidermek yerine, bir sonraki uçuşa hazırlık yapmak zorunda bırakılıyor.
Bu koşullar altında pilotlar üzerinde oluşan baskıyı “mobbing” olarak tanımlamak hiç de yanlış olmaz. Sosyal yaşama yapılan bu müdahaleler, fiziksel ve psikolojik yıpranmayı beraberinde getiriyor. Tüm bu uygulamalar, yalnızca pilotların değil, aynı zamanda yolcuların güvenliğini de tehlikeye atıyor. Zira yeterince dinlenemeyen bir pilotun uçuş esnasında tam konsantre olması beklenemez.
Havacılıkta her şeyin merkezine maliyeti koymak, insan hayatını ve güvenliğini geri plana itmek demektir. Bu durumun değişmesi, sadece çalışanların değil, tüm yolcuların güvenliği açısından bir zorunluluktur. Pilotların uçuş sonrası yeterli dinlenme süresine sahip olmaları, hem onların hem de biz yolcuların güvenliği için vazgeçilmezdir. Havayolu şirketlerinin, insan hayatını ve çalışanlarının refahını önceliklendiren politikalar benimsemesi, sürdürülebilir ve güvenli bir havacılık için olmazsa olmazdır.
Türk Hava Yolları (THY), uluslararası alanda kendine sağlam bir yer edinmiş prestijli bir marka olarak övünse de, arka planda çalışanların patlayan öfkesi adeta bir bomba gibi bekliyor. Maaşlar, banka promosyonları, vergi dilimleri ve sezonluk çalışma koşullarıyla ilgili yaşanan sıkıntılar, çalışanların motivasyonunu hızla erozyona uğratıyor. Ancak, bu sorunların yönetim tarafından göz ardı edilmesi, yalnızca iş barışını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda şirketin uzun vadeli başarısını da ciddi anlamda sorgulatıyor.
THY çalışanları, maaş artışları ve kâr paylarının belirsizlik içinde yönetilmesinden bıkmış durumda. Sürekli belirsizlik içinde kıvranan çalışanlar, “Yıl sonuna kadar borç yapıp, gelen parayla borçlarımızı kapatır olduk,” diyerek dert yanıyor. Herkesin bilmesi gereken bir gerçek var: Belirsizlik, çalışanların geleceğini planlamasını neredeyse imkânsız hale getiriyor. THY yönetimi, bu konuda en azından net bir bilgi vererek çalışanlarının moralini yükseltebilir.
Banka promosyonları ve vergi dilimleri konusundaki haksızlıklar ise ayrı bir facia. Çalışanlar, kendilerine tanınan hakların, kâr payı adı altında göz ardı edilerek dağıtıldığını ifade ediyor. Oysa ki, banka promosyonları çalışanların hakkıdır ve bunu başka hesaplarla birleştirmek, işverenin açık bir şekilde çalışanlarının haklarını gasbetmesi demek. Vergi yükü, çalışanların gelirini adeta eritirken, “40 bin lira kâr payı aldık, ama yıl sonuna kadar bunun üç katını vergi olarak geri ödedik” diyen çalışanların isyanı, yönetimin dikkatini çekmesi gereken bir durum.
Bir diğer önemli sorun ise, sezonluk çalışma modeli. THY’nin her yaz dönemi iş bulup kasımda işten çıkarması, çalışanların psikolojisini olumsuz etkiliyor. Her yıl aynı evrakları toplamak ve mülakata girmek zorunda kalan çalışanlar, bu döngü içinde tükeniyor. “Her yıl aynı evrakları hazırlayıp, aynı mülakata giriyoruz. Yeter artık!” diyen çalışanların çığlığı, şirketin iş güvencesi sağlamadaki aciziyetini gözler önüne seriyor.
Türk Hava Yolları çalışanları, ne çifte maaş ne de ekstra kâr payı talep ediyor. Onlar yalnızca hak ettikleri ücreti ve adil bir çalışma ortamını istiyor. Ancak, belirsizlik içinde çalışan bir ekiple verim beklemek, yönetime duyulan güveni zedeler.
THY yönetiminin, netlik ve şeffaflık sağlama konusunda bir adım atmadığı sürece, bu sorunlar daha da büyüyerek şirkete ciddi zararlar verebilir. Sayın Ahmet Bolat ve yönetimine düşen görev, çalışanların bu haklı taleplerine kulak vermek ve onları belirsizlikten kurtaracak adımları atmaktır. Türk Hava Yolları gibi büyük bir kurumun, çalışanlarına hak ettikleri adaleti sunarak onlara daha güvenli bir gelecek vaad etmesi artık bir zorunluluk haline geldi. Aksi takdirde, bu başarı hikayesi, çalışanlarının yıkılmış umutlarıyla birlikte karanlık bir sona doğru ilerleyecek.
Kalın sağlıcakla.