Değerli okurlarım;
Sektörümüzde haber zorluğu pek çekilmiyor. Hemen her gün ortalama 16-17 haber atıyoruz. Bu haberleri atmak zor değil. Önemli olan o haberleri yorumlamak. Bu yorum işini de ancak haftada bir yapabiliyorum. Bu nedenle yazılarım uzuyor.
Önce THY’nin 2019 sene sonu değerlendirme toplantılarına bir göz atalım.
THY’nin İlker Aycı döneminde geleneksel hale getirmiş olduğu sene sonu değerlendirme toplantılarından biri daha bitti. Bu toplantıda neler konuşuldu veya biri konuştu diğerleri sadece dinleme ile mi yetindi bilemiyorum. Toplantı medyaya kapalı yapıldığından gidemedim. Hani bir atasözümüz vardır. “Çağrıldığın yere git ar eyleme, çağrılmadığın yere gidip yerini dar eyleme” diye… Aynı durum söz konusu…
THY’nin bu toplantılarında çalışan kesimi ilgilendiren tek nokta, İlker Aycı beyin alıştırdığı ve her sene yaptıkları toplantı sonucunda çalışanlara, bir nevi teşekkür amaçlı aldığı prim kararı idi. Bu sene çalışanların beklentisi maalesef tutmadı ve prim verilmedi.
THY’nin tasarruf yılı olarak belirlediği bu sene de isterdim ki, tasarruf genele yayılsın.
Birçok kere yazdığım üzere tasarruf yukarıdan aşağıya inmeli ki samimi ve önemli olunduğu anlaşılabilsin. Ancak böyle olmadı ve yukarıdakiler dururken tasarruf neşteri aşağıya yani çalışana vuruldu. Altta kalanın canı çıksın misali…
Bilhassa, Teknik AŞ çalışanlarının prim beklentisi çok yüksekti. İlker Aycı beye bu konuda ricacı olmuş ve alıştırdınız herkesi ekstra prime verseniz iyi olur demiştim.
Sonuç olarak; Teknik AŞ deki yapılan son toplu iş sözleşmesinde bekleneni alamayan çalışanlar, bir kez daha hayal kırıklığına uğradılar.
THY işin kolayını buldu. Teknik A.Ş de toplu iş sözleşmesini delen THY, şimdi de THY AO’nun toplu iş sözleşmesini deliverdi. Bu normal mi? Tabii ki değil… İlgili yanlış mutlaka mahkemeden dönecektir ama ne zaman? Sonuç olarak, uçucu ekiplerin mesai sorunu, Teknik A.Ş de yaşanan süreç gibi işleyecek ve sonunda mutlaka kazanılacaktır diye düşünüyorum. Çünkü Teknik A.Ş de toplu iş sözleşmesi biter bitmez, Teknik A.Ş Genel müdürü Ahmet Karaman imzalı bir genelge yayınlanmış ve bu girişim toplu iş sözleşmesi dışında bir hamle olduğundan uzun süren mahkeme aşamasından sonra genelge ki maddi kayıplar sorunu çözülmüş ama mağdurların eski kadrolarına intibakları sağlanamamıştı.
Bu tür durumlarda sendikanın yasal olarak uygulayacağı tek yol mahkeme olmakta. Bir önceki yazılarımda bu konuyu açmış ve sürecin nasıl işlediğini anlatmıştım.
Şimdi diyeceksiniz ki, Ya Sefa Bey, işveren bu süreci bildiğinden ben “yaptım oldu” mantığında ve bile bile yanlış yapıyor. Bu yanlışa mahkeme dışında çözüm bulunamaz mı?
1980 yılından önce böyle bir imkân vardı; Hak Grevi. Veya eski TALPA Başkanı Erkan Potükönen gibi biri…
Erkan Potukönen, beni arayıp Sefa Kardeş yarın THY uçaklarını uçurtmayacağım. Bu nedenle sizden ricam teknisyenleri uçak başına getirtmemen olacak dediydi. (Ben Uted Başkanıydım) Bende ona cevaben, Erkan Kaptanım, sizin pilotlarınız uçağa gelmezse bizim teknisyen arkadaşlar uçağın başında neden olsun ki…Demiş ve gülmüştük.
Merak ettim ve eylem yapacakları gün pilot odasına gittim. Rahmet içinde yatsın Erkan kaptan o iri cüssesi ile kapıda durmuş ve uçuş için aprona çıkmak isteyen pilot ve kabin memurlarını dışarı bırakmıyor. TEK BAŞINA...Ne mi oldu? THY hatırladığım kadarı ile iki tam gün Atatürk havalimanından uçak kaldıramadı. Tabii ki sonuçta Erkan Potukönen atıldı. Ne thy yönetimine bir süre verdi nede benden başka kimseye duyurdu. İşte eylem budur. Var mı sendikacılar arasında öyle bir delikanlı. (palabıyık olması şart değil)
Şimdiki yeni yetme sendikacılar 1980 öncesi sendikacılığı değil bilmek, okumamışlardır bile…
Bakın tarih nasıl tekerrür ediyor…
THY işvereni imzalanmış toplu iş sözleşmesine uymadığı ve sendikanın muhtelif yazılı ikazlarına rağmen yanlıştan dönmediği için, 1977 yılının 4-8 Şubat günlerinde 5 gün süren bir Hak Grevi uygulanmıştı. Bu tür grev artık yasa dışı bırakıldı. Birlikte yaşadığımız bu süreci, Erhan İnanç’ın sitemizde 7 Şubat 2017 de yayınlanan “THY ve Hava-İş sendikasının 2000 öncesi grev tarihçesi-1” yazısında detayları ile okuyabilirsiniz.
THY işvereninin bile bile toplu iş sözleşmesini delmesi tabii ki hoş değil. Ancak bu uygulamayı yapmadan önce sendika ile konuşuldu mu yoksa konuşulmadı mı bilemiyoruz. “Tavşan Kaç Tazı Tut” mu oynanıyor. Karşılıklı anlaşarak verilmiş bir karar yani danışıklı dövüş diyenlere kesinlikle öyle bir şey olamaz diyememekle birlikte, bu tür bir oyunu her iki tarafa yakıştırmam diyerek geçiştirmek zorundayım.
Günümüzde sendikaları işçiler seçiyor dense de bunun böyle olmadığı her çalışan bilir. İşçilerin de bildiği bu gerçek nedeniyle, toplu iş sözleşmesi delindiğinde işçi tepkisi çok az olmakta. Çünkü işçi veya çalışan dediğimiz kesim sendikasını kendi seçmediği için güvenemiyor.
Hava-İş seçimlerinde yaşananlar, balık hafızalı bile olsak, unutulacak gibi değildi. Keza, Teknik AŞ’de de aynı oyun sergilenmişti.
Örgütlenmemiş ve güven sendromu yaşayan çalışan kesimde birlikte hareket etmek çok zor. Çalışan kesim yani işçiler şirkete midesinden bağlı olduklarından, öne çıkıp çalışanları arkanızdan getirmek çok zor. Bakın çok zor diyorum. İmkânsız demiyorum.
Sendika seçimlerinde yönetimler bileğinin hakkı ile gelse ve sendika ile işveren arasında oyun sergilenmezse çalışanlar onlara güven duyabilir. Bizim sektörümüzde böyle bir sendikaya henüz rastlamadım diyebilirim.
Aslında sendika yönetiminin maaşını çalışanlar veriyor. Bu arkadaşlar işverenle flört etmese ve biz gerçek sendikacılık yapacağız diyebilse, haksızlıklarla mücadele edebilmeleri zor olsa da imkânsız değil. Bunun yolu öyle kapılarda bağırıp çağırıp, işçiyiz güçlüyüz nidaları ile yeri göğü inletmek değildir. “Kabahat de gizli olmalı, İbadet de ”derler. Bu sözün anlamı, “yapılan bütün işlerde işin özüne inmeye gayret edilmelidir. “Başkalarına gösteriş için yapılan hiçbir işten, davranıştan iyilik ve hayır beklemek mümkün değildir” anlamında kullanılır. Bu sözün argosu, havlayan köpek ısırmaz şeklinde günlük hayatımızda duyduğumuz bir sözdür.
Hani hatırlarsınız. Teknik A.Ş yöneticisi Çakar Hüseyin, Teknik A.Ş de çalışırken intihar eden bir meslektaşımızın cenazesinde şov yaparak, yapamayacağı eylemi söylemişti. O zaman bende ona karşılık olarak “çakacak adam söylemez çakar demiştim. Sonuç ne oldu, eylem sözde kaldı ve rezil oldu.
Çünkü;
Eylemini yapacak kişi, kurum veya kuruluş her neyse işte… Yaparız, ederiz, diyerek kimseyi korkutamaz. Yapacaksa anında yapar… İşverene süre vermek ise komik ötesi…Sendika konusu öyle bir hale geldi ki inanılmaz. İşveren isterse bir dahaki seçimde mevcut sendikaya yol verip, yerine bir başka sendikayı kazandırabilir hale gelebilir. Bunun gerçekleşebileceği bilen sendika’da bir daha ki seçimi kaybetmemek adına işverene bol bol taviz verir.
Bu işin aslı sadece ve sadece delegelerin özgür iradelerini ile yapılacak seçimdir. Tabii ki bu tür seçimle göreve gelen sendika yönetimine alışık olmayan işveren hiçbir şey yapamaz. Peki bu mümkün mü? 1980 öncesi mümkündü ama şimdi gerçekten bilemiyorum. Çünkü,sendikacılar gibi çalışanlarda değişti. Kuşak farklılığı olsa gerek…
Sevgili Hava-İş; Eylem veya iş yavaşlatma yapacaksanız sessiz sedasız,size güvenen ve gönül esaslı çalışan kesimle yapacaksınız ki, işveren tedbirini önceden alamasın. Siz bırakın sessiz kalmayı megafonla bağırıyorsunuz.
Siz bağırınca işverenin korktuğunu ve eli kolu bağlı sizi seyredeceğini mi düşünüyorsunuz?
Sendika çalışanlarını bu nedenle riske atmamalı, 305 olayını hatırlarsınız. O zaman eylem yapan kişilerin çoğu bilinçsizdi.
Sanki grev yapıyorlar gibi davranıyorlardı. Bende oradaydım ve birkaç kişiyi ancak uyarabildim. “Grev başladı abi diyorlardı bana…” Ancak Bay Hamdi adamlarına (!) eylemcilerin fotoğraflarını çektirdi ve sonra birim başkan ve müdürleri kendi çalışanlarını cımbızla çeker gibi bulup deşifre etmiş ve işten atmışlardı.
Gerçek sendika bileğinin hakkıyla ve sadece ve sadece çalışanların desteği ile göreve getirilirse (ki çok zor) İşte o zaman ne bağıracak ne çağıracak, sessiz şekilde eylemini gerçekleştirebilme ihtimali diğerine göre yüksek olacaktır. Var mı öyle delikanlı sendika ve bilinçli toplum?
Yazdıkça yazasım geliyor… Şimdilik bu kadar yeterli.
AŞAĞIDAKİ BU BÖLÜM SADECE TEKNİK AŞ DEKİ ÇALIŞANLARI KAPSAMAKTA…
Sevgili Teknik A.Ş çalışanları, sizlerden aldığım duyumlara göre iş kıyafetlerinizden nefret ediyormuşsunuz. Benim anlayamadığım o kıyafetleri sizin temsilcileriniz yani dernek veya sendika seçmiyor mu?
Bizim zamanımızda iş kıyafet ve resmi uçuş elbiselerini sendika değil dernek seçerdi. Biz en az 18-19 sene hep kılık kıyafet komisyonlarında yer aldık ve dernek olarak arkadaşlarımıza iş kıyafeti, ayakkabı, uçucu ekipler için de resmi kıyafetleri biz seçtik. Şimdilerde nasıl yapılıyor bilemiyorum.
Erhan İnanç beyin dernek başkanlığı yaptığı zamanda pilotlarımız siyah elbise giyerlerdi Yani şimdiki lacivert elbiseler daha sonra yapıldı. O zamanlar bizim uçuşa veya göreve giden arkadaşlarımız sivil kıyafetleri ile gider sivil kıyafetleri ile gelirlerdi. Tabii ki yatı seferlerinde ekip olarak resmi kıyafetlerle uçağa inilip binilirken sivil bir şahsın (teknisyen) gümrük ve kontrollerden geçerken sorunlar yaşanırdı. Bu sorunlar derneğe iletilmiş ki Erhan İnanç Bey, işverenden siyah resmi elbise istemiş ama işveren sadece siyah kumaş vermişti. Tabii ki hal böyle olunca herkes ya kendi resmi elbisesini o zamanlar her mahallede olan erkek terzilerine dikiş parasını ceplerinden ödeyerek diktirdi ya da diktirmedi.
Bizler siyah resmi elbise ile uçuşlara giderken, uçuş işletme kokpit kıyafetlerini pat diye lacivert renge cevirdi. (kendilerinizi bizden izole ettiler)
İşte o zamanlarda ben ve arkadaşlarım derneğe aday olduk ve kazandık. İlk işimiz kılık kıyafet komisyonlarında temsil edilme hakkını aldık ve elbiselerimizi kendimiz değil ihaleyi yapan firmaya lacivert olarak diktirmiştik.
Sanırım 1986-87 yılları… Apoletler ve kollarınızda ki sırmalar o dönemlerde kabul edilip yapıldı. Ayakkabılar içinde aynı yine ihaleye giriliyor ve biz seçiyorduk. İşveren hiç karışmazdı. Erhan İnanç beyin UTED başkanlığından beri Eskişehir’de bir kuyumcuya yaptırdığımız gümüş brövelerimizi de altın kaplamalı olarak yaptırmaya başladık.
Hatta yine bir ihale günü personel müdürümüz rahmetli Yavuz Suyolcu ile birlikte genel müdürlüğe giderek ihaleye girdik. Kiğılı ve Sarar firmaları vardı diye hatırlıyorum. Yavuz bey, elbiseleri siz giyeceksiniz, bu nedenle kumaşı siz seçin diyerek kendini geri çekti. Ben de elbiseleri Altınyıldız kumaşından yapacağım diyen KIĞILI yı seçmiştim. Ayakkabı firmamızın ismini hatırlayamadım.
İhalenin ücret aşamalarında biz yoktuk. Bizim beğendimizin pazarlığını THY’nin yetkileri yapıyordu. O zamanlar Genel müdür makamında bizden biri olarak gördüğümüz Yusuf Bolayırlı Bey vardı.
Ben ve Yavuz Bey, ihalede kumaşımızı, dikecek firmayı ve ayakkabımızı seçtikten sonra ben Yavuz beyin kulağına “Abi ben gidebilir miyim seçimlerimi yaptım gerisini sen halledersin” dedim. O da “tamam Sefa sen git ben buradayım” dedi.
Ben hemen genel müdürlük binasından aşağıya indim, arabama binerek eve doğru yola çıktığımda Yavuz Bey beni aradı. “Sefa ihaleye Sevgi Gümüştekin girdi ve senin seçtiklerini yapacak olan firmayı değiştirdi” dedi. “Ya hemen geri gel ya da ben imzamı atmak zorunda kalacağım” dedi.
Ben tornistan anında geri dönüp Sevgi hanımla tartışmaya başladık. Bu arada Sevgi Gümüştekin o zamanın genel müdür idari yardımcısı idi. Ben resmen onu suçlayıcı ve biraz da firmayı değiştirmekle bir avantajınız mı var tarzı söylemlerimden sonra bana bağırarak “çık git burdan” dedi. “Ben teknik adına buraya geldim ve siz beni buradan çıkartamazsınız” tartışmaları yaşanırken imza faslına gelindi. Yavuz beye aman abi sen sakın imza atma on dakika beklet dedim. Tamam dedi.
Genel müdürümüz Yusuf Bolayırlı beyin makamına geldim sekreteri beni tanıyordu ve Yusuf beyle mi görüşecekseniz dedi. Evet dedim ama sinirden ellerim titriyor… Yusuf Bey odasına beni alırken bu ne hal böyle dedi ve ben durumu anlattım. “Sevgi hanım sanırım diğer firma ile anlaşmış, bu işte şaibe var Yusuf Bey” diyerek genel müdür yardımcımız Sevgi Gümüştekini ihaleye fesat karıştırmakla suçladım.
Yusuf Bey bana “Sefa sen hemen evine git burada durma ben ilgileneceğim” dedi ve ben Yavuz beye durumu söyleyerek evime gittim. Ne oldu dersiniz? İhalelerde biz neyi seçtiysek o alındı.
Yusuf Bey sağ olsun Airlinehaberi takip eder. Çünkü Yusuf beyin çok yakından tanıdığı, ben ve birkaç kişi Airlinehaber’de yazıyor. Sanırım bu anımı paylaştığım için bana bozulmaz
Burada anlatmak istediğim konu, iş kıyafetiniz ve resmi kıyafetlerinizin seçimine sizler girmelisiniz. Kontrolü de siz yapmalısınız. ( Siz dediğim dernek veya sendika) İş kıyafetlerinde ve elbiselerde mutlaka DROP sistem ile çalışmalılar -. Çalışmıyorlarsa o firmaya ihaleyi vermeyin. Her beden herkese uymayabilir. Bu nedenle Prova yaptırtmanız lazım.
Elbiselerin ihalesini alan firma bir kaç gün hangara gelir ve tüm vardiyalarda ki uçuş elbisesini hak edenlerin ölçülerini bizzat alırdı
Siz giyeceksiniz o kıyafetleri, işveren değil… Bu nedenle seçimi siz yaparsınız ödemeyi işveren…