TANRI MİSAFİRİ

arzu-aydın-kose-yazisi
Çek Cumhuriyeti Ostrava’da yatıdaydık. Bu işin en güzel yanıdır yatılar. Dilini, hayatının akışını bilmediğin yerleri korkusuzca, macera havasında keşfe çıkmak, kendini akışa bırakmak bizler için olağan durumlardır. Boş günümüzde üç kız arkadaş, birkaç saat uzaklıktaki bir yere trenle gezmeye gittik. Şahane deneyimlerle geri döndüğümüzde, saat akşamın dokuzu olmuştu. Taksi ile otele geri döneriz diye düşünmüştük ama ne taksi ne de otobüs seferi vardı. Sebebini anlayamamıştık. Diğer yolcuları almaya gelenler vardı. Kısa sürede kalabalık ıssızlığa dönüştü. Yürümekten başka bir seçenek görünmüyordu. Akşam dükkanlar erken kapanıyor, sokaklarda pek insan olmuyordu. Otel yolumuzun karanlık ve ıssız olabileceği düşüncesiyle yürümekte kararsız kalmıştık.
Bizden başka sadece bir kişi vardı bekleyen. Kısa bir süre sonra, boşuna beklediğimiz otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Uzun boylu, yapılı, genç biriydi. Sırtında büyükçe bir çanta ile bize yaklaştığında, İngilizce ‘’ Merhaba ‘’dedi. Derdimizi anlatabileceğimiz bir gezgine denk geldiğimizi düşündüm. Otele nasıl gidebileceğimizi sorduk ama o da bu saatte seçeneğimizin olmadığını söyledi. Aramızda Türkçe durum değerlendirmesi yaparak yürümeye karar verdik. ” Ben de otelinize yakın bir yere gideceğim” dedi.
Aynı rotada mecburen yürümeye başladık. Bizimle arasını mesafeli tutuyor, oldukça saygılı davranıyordu. İyi bir enerjisi vardı. Aklımızın bir köşesinde havacılıkla pekişen, her an her şey olabilir düşüncesini unutmadan yola devam ediyorduk. Yıllar içinde karşılaşılan milyonlarca insan, yaşanılan deneyimler sonrası hislerimize güvenmeyi seçiyorduk. Kısa sorulara verilen kısa cevaplar sonrası aramızda bir sohbet başladı. Havacı olduğumuzu öğrenince her yerde karşılaştığımız meraklı sorular da gelmeye başladı. Konuştukça sohbet koyulaştı. Böyle rastlantılara alışık bünyemize iyi gelmişti.
Askere gideceğini, birliğine teslim olmak için yola çıktığını söylediğinde, gözümüze bir anda daha bir masum gelmişti. Bu kez bizim meraklı sorularımızın sırasıydı. 40 dakika kadar süren ıssız yolculuğumuza fener olmuştu. Otele iyice yaklaştığımızda durdu, ”Buraya kadar sizin için yürüdüm. Tren garına geri dönmeliyim, sabah erkenden yola devam edeceğim” dediğinde çok şaşırmıştık.
Bunca yolu yüreğinde askere gitme heyecanı, sırtında koca çantasına rağmen, hiç tanımadığı  insanlara yardım etmek için gelmişti.  Bizim çaresizce etrafa otobüsü, taksiyi sorduğumuzu duymuş, aynı yöne gidiyormuş gibi yaparak bizimle yürümüştü. Şaşkın ve mahcup halimizle defalarca ettiğimiz teşekkürlerimize  ”Bir asker, bunu yapar. ” diye karşılık verince çok  duygulanmıştık.  Akıllardan çok şey geçebilir ama o, bize gönderilmiş bir Tanrı misafiriydi.
Yirmili yaşlarında bir ana kuzusuydu. Galiba askerlik, her yerde aynı duyguları hissettiriyor. Ne güzel bir evlat yetiştirmiş ailesi diye sesli düşünerek, arkasından bolca dua ettik. Bir anda gözden kaybolmuştu. Uzun zaman oldu ama arada aklıma gelir. İyi olup olmadığını düşünürüm… En karanlık yerde bile, yolunu aydınlatan fenerlerin çok olsun güzel insan…
Değişmeyen gerçek şu ki; dünyanın her yerinde iyiler ve kötüler var. Nerede, hangi şartlarda olursan ol karşılaşman an meselesi. Yolumuz açık, fenerlerimiz çok olsun…
Exit mobile version