featured

SUÇLU AYAĞA KALK…

Geçen hafta, Hava İş Sendikası’nın yaklaşan olağan genel kurulu öncesinde adayların 3 ayrı liste ile seçime gireceklerini yazdım ve onlara başarılar diledim. Yeni dönemde sendika yönetiminin bazı önemli değişiklikleri mutlaka yapmasını, aksi takdirde sendikacılığın havacılık sektöründe daha büyük darbeler alabileceğinden sözederek, ilgilileri kendi bilgilerim doğrultusunda uyardım.
Yazılarımda kesinlikle taraf tutmağımı ve eleştirilerimde; kurum, kuruluş farkı gözetmediğimi biliyorsunuz. Şimdiye kadar TV’lerde ve bu köşedeki yazılarımda uzman sıfatıyla yorum yapmadığımı ve beni uzman olarak kamuoyuna tanıtmaya çalışan bazı TV kanallarına, havacılıkta kimsenin tek başına uzman olamayacağını vurguladığımı, beni izleyenler anımsayacaklardır.
İşte şimdi yine uzman olunamayacak bir konuda, 30 yıllık sendikal bilgi ve birikimlerime dayanarak yazdığım yazılar hakkında, değerli görüşlerinizi almak istiyorum.
Herhangi bir TV kanalında, Türkiye’de sendikacılığın yapısı konulu 3-4 saatlik bir program yapılsa, çok büyük bir zevkle o programa katılmayı ve yaşanan oyunları, seçim stratejilerini, tüzük tadil numaralarını, danışıklı dövüşleri, işçi satmaları vb. gibi yaşanan çirkinlikleri, canlı yayında herkesin huzurunda dile getirmeyi çok isterdim. Çünkü, Airport TV’de aylardır aralıksız olarak yaptığım Kara Kutu programımda, tüm sektörün CEO’larını, Genel Müdürlerini ve yöneticilerini ağırladım, ağırlıyorum. Her nedense, 30 yıl aidat ödediğim kurumun içinden, programıma çıkabilecek ve bu sendikal konuları aynı Kara Kutu formatında tartışacak birini, tüm davetlerime karşın bulamadım.
Sendika yöneticilerimiz ne yazık ki, ellerinde megafonla bağırmalarındaki başarıyı, TV’de canlı yayında karşılıklı sohbet ortamında göstermek istemiyorlar… Neden canlı yayına çıkmıyorsunuz? diye sorulduğunda ise, “O adamları veya o TV kanalını sevmiyoruz  da ondan…” diyebiliyorlar. 
Bizleri veya TV’mizi sevmeniz için, yandaşınız veya yoldaşınız mı olmalıyız..?
 
Canlı yayınlar seyircinin, yani, kamuoyunun gözleri önünde gerçekleşir. Söylenilen bir söz veya görüşü montajlamak olanaklı değildir. Kendine güvenen, faaliyetlerinden çekinmeyen, yaptıklarının arkasında durabilen bir yönetici, hele hele toplumculukla iştigal ediyorsa, bundan kaçmamalıdır.

Sanırım, sendikacılarımız da bazı şirket yöneticilerimizin yaptığı gibi kendilerine baştan anlaştıkları çanak sualler sorulmasını istiyorlar. Fakat, bilinmelidir ki; Kara Kutu programlarında, şimdiye dek anlaşmalı soru olmadı ve bundan böyle de olmayacaktır.
Değerli okurlarım;
Aslına bakacak olursanız, ben bu sendikal konularda; sadece sendika yönetimini işgal (!) eden kadroyu fazla suçlayamıyorum. Bence bu konulardaki asıl suçlu, benim de içinde 30 yılımın geçtiği THY topluluğudur. Aynen, ülkenin geleceğinin belirlendiği genel seçimlerde gösterdiğimiz duyarsızlığımız gibi, bu çalışma hayatımızı ilgilendiren sendikal konulara da ne yazık ki çok uzağız…
4 yılda bir, sendika tarafından zorunlu olarak ortaya konan sandıktan; bu duyarsızlık, hesap sormamazlık, bana necilik yüzünden, yine aynı yönetim ya da bir başka benzeri ile baş başa kalınacak.
Biz Türkler, bazı konulardaki idealist görüşlerimizi, farklı konumlara ve makamlara geldiğimizde, nedense kaybediyoruz. 
İktidarı ele geçirenin, koltuğunu kendi rızasıyla terk etmediği, başarısızlıklar karşısında istifa etme olgunluğunu gösteremeyen, tek adamlığı seven ve bu tek adamlığın ardına sığınarak “yaşa başkan” “sen varsan biz varız” nidalarıyla lideri destekleyerek nemalanmayı seven insanlara sahip bir yapımız ve kültürümüz var. Bir yerde liderleri biz şımartıyoruz.

Bu nedenle, liderlerimizde eleştiriye açıklık hiç yok. Kendisini eleştiren kişilerle değil beraber çalışmak, konuşmak, hatta onlarla aynı ortamı bile paylaşmak istemiyorlar. Oysaki kendi yandaşların tarafından nemalanma tehlikesi nedeniyle eleştirilemiyorsan, yanlışlarını senin yüzüne söyleyecek farklı görüşlerde insanları dinleyerek, gerçekte neler olup bitiğini kolaylıkla anlayabilirsin.
Değerli arkadaşlar, 
Ülkemiz ve sektörümüz gerçekten çok zor günler geçirmektedir. Sözde aydınların, paralı kalemşörlerin ve tabii ki meşhur “yes man” yapılı insanlarımızın, daha ortada her hangi bir metin bile yok iken, hükümetin açılım senaryosuna evet demesi, son günlerdeki en çok izlediğim komedi programlarından biri. Hatta birileri de anında bu açılımın ne olduğunu anlamadan sezen pardon sazan gibi üstüne atlıyor.

Şimdi bu komediyi, yaklaşan Toplu İş Sözleşmelerine uyguladığınızda, İşverenin; “boş bir kâğıdın üstüne toplu iş sözleşmesi yazıp bu boş kâğıdı tartışmaya sunması” gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Buna; şimdiden bu boş kâğıt yeterli diyen bir çalışan çıkar mı sizce? Çıkar diyorsanız, lütfen yazın ki, bilgi ve görüşlerinizden yararlanalım.
 
Ülkemizde son günlerde yaşananlara hafif bir gönderme yaptıktan sonra, asıl konumuza girelim; Hükümet, çalışma yaşamımızın vazgeçilmesi olanaksız olan gerçekliği sendikal yaşamımız ile ilgili yeni girişimlerde bulunmaktadır.

Yıllardır bizlerin işyerlerimizde olan bitenlere karşı seyirci kaldığımız, sendika ağalığının yerleşmesine ve bizi işveren ile birlikte sömürmesine sesiz kaldığımız bir gerçektir. Şimdi bu durumdan rahatsız olup ne yapabilir izi düşündüğümüz sırada, bu yasa taslağının bazı bölümleri, bizim duyarsızlığımız, adam sendeciliğimiz yüzünden yeniden düzenlenme gereği duyulmuş sanıyorum.
İşte o yasa taslağının istekleri.
          
1- Üye aidatın kaynaktan toplanmaması
Şimdiye kadarki yasa gereği uygulama ile; işçinin sendikasına ödeyeceği aidat, işveren tarafından kesilip o ay içinde sendika hesaplarına yatırılıyordu. Ayrıca, bununla kalmayıp işçinin sendika üyesi olmaması durumunda, imzalanan toplu iş sözleşmesi haklarından yararlandırmamak için, toplu iş sözleşmelerine madde koydurarak tüm çalışanların sendikalı olmaları isteniyordu.

Görüşüm: Bu kaynaktan aidat kesilmesine bende karşıyım. Ancak ben işçilerin sendikal birlik ve dayanışma kültürüne hala tam olarak sahip olduklarını da düşünmüyorum. Bu nedenle tüm işçilerin kendisinin bizzat veya bir banka kanalı kullanılarak otomatik ödeme şeklinde aidat ödemekten kaçınacağını ben ve benim gibi bu maddeyi geçirmeye çalışan Çalışma Bakanlığı da bilmekte…
Gönül isterdi ki; Bu öneri, Bakanlığımızdan değil bizzat sendikalardan gelsin. Desinler ki; Eyyyy İşveren! Üyemden parayı senin kesmene gerek yok. Biz işçimizle bir bütünüz ve onun aidatını bize eksiksiz yatıracağından şüphemiz bile yok. Bu maddeyi destekliyor ve şimdiye kadar aidatlarımızın alınmasındaki katkılarınızdan dolayı sizlere teşekkür ediyoruz. Seklinde bir cevap ve tüm işçilere otomatik ödeme talimatı imzalatarak aidat tahsili bizzat yapılabilse…
Ama tüm sendikaların çalışmaları hakkında bir bilgim olmadığından bu konuda genelleme yapamayacağım. Ancak, Hava-İş’in bugünkü yönetiminin, dergisi dışında, işçisini örgütleyici ve eğitici hiçbir icraatının olmadığını biliyorum. Belki de; kendi atadıkları(!) temsilcilerine bu eğitimi salonlarda değil, kare masalarda ve rakı/balık muhabbeti eşliğinde verdikten sonra, şimdi sizler işyerlerine giderek işçiyi sendikal birliğin önemi adına örgütleyin diyerek tasarruf(!) yapıyorlardır.
Kısaca; İşçiyi eğitip, örgütleyerek, sendikal birliğin önemini inandırmadan bu “kendin kes, kendin ye” modeli uygulamaya geçerse sendikaların çoğu biter… Bu nedenle, ilgili taslak maddesinin bu bölümünü işçi konfederasyonları kesinlikle kabul etmeyeceklerdir. Ancak yine gönlümden işverene bu konuda hodri meydan çekilsin diye geçmekte…
2- Sendikalı işçiye çapraz kontrol: THY ile Hava-İş sendikası çalışma bakanlığına sendikalı işçi bildirgesini verirken hatırlarsanız çok farklı sendikalı işçi sayılarına ulaşmış ve mahkemelik olmuşlardı. THY; bizim kayıtlarımız doğru derken,  sendika kendi kayıtlarının esas teşkil etmesini savunmuştu. Sanırım hala mahkemelik bu konu.
Bu konu çok önemli; Çünkü Bakanlık kayıtlarında, Türkiye’deki sendikalı işçi sayısını 3 milyon232bin679 olarak görülürken, SGK kayıtları ile çapraz kontrol yapıldığında 1 milyon yüz bin görüldüğü iddiası çok ciddi…. Sendikaların Çalışma Bakanlığına sundukları sendikalı işçi sayısını güncellemedikleri ileri sürülüp SGK(Sosyal Güvenlik kurulu) ile bakanlık kayıtları arasında fark iddia edilen gibi çıkarsa sendikaların yetkisi düşürülebilinecek. Son derece önemli olup, “var bu işte de bir iş” diyerek dikkatli olmak gerekiyor.
3- Çalışma Bakanlığı iş kolları sayınsı 28 den 18 e düşürmeyi taslağına almış. ve DİSK bakanlığa verdiği cevabi taslakta iş kolu olarak havacılık bölümünü kaldırmış ve iş kollarını şimdiden 17’ ye çekme isteğini kabullenmiş görünmekte.  Bu iş kollarının bazılarının kaldırılacağı veya birleştirileceğini gösteren bir uyarı..Hani seçim telasınız var ya bir hatırlatayım dedim.Yarın bu uyarı/tuzağı içinde havacılığı iş kolu olarak göremezseniz, işte o zaman “hadi buyurun cenaze namazına” www.disk.org.tr
4- Bunların yanı sıra güzel gelişmelerde var. Sendikaların kapatılmasının zorlaştırılması, üyelik yaş sınırının 16 dan 15 e indirilmesi,%10’luk iş kolu barajın kaldırılması, istifa ve üyelik girişinde noter şartının kaldırılarak bürokratik işlemlerin azaltılması. vb…
Sendikalar, ilginçtir 1997 yılında mali denetim dışında bırakıldılar. Yeni taslakta bu denetimsizlik kaldırılıp yerine yeminli mali müşavirlik getirilmek isteniyor. Aslında ben şahsen yeminli müşavirlik sisteminin de tutacağını düşünmüyorum. Yeminli milletvekillerimizin bazılarının yeminlerine ne kadar sadık kaldıkları ortada iken ben bu yeminli, yeminsiz müşavirlik sisteminden şimdiye kadar bir şey anlamadım.
Sonuç olarak; En güzeli seçilen delegelerin, yönetim listesine oy verdikleri kişilerin tersindeki listenin denetim kurulunu seçmeleridir. Dürüst olduğunu iddia eden bir yönetimin karşı listedeki (eğer olursa) denetime aday olan kişilerle çalışmasının ideal olacağına inanıyorum.
Siz delege adayları; oyunuzu hangi yönetim listesindeki adaylara verirseniz verin, ama kesinlikle diğer listenin denetim kurulundaki kişileri asil olarak seçmeye bakın, benden size tavsiye…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir