Bu haftaki yazım, THY’nin 2017 genel kurulu ile ilgiliydi. Genel kurulda THY Yönetimine soracağım soruları hazırlamış ve genel kurul öncesi yayınlayacak ve aldığım cevapları da sizlerle paylaşacaktım.
Ancak THY genel kurulu Haziran ayına erteleniyormuş. Bu nedenle hazırladığım yazıyı şimdiden yayınlamanın bir anlamı yok diye düşünerek,köşem bu hafta boş kalmasın diyerek, okurlarımla özel bir sohbet yapma gereği duydum.
Son zamanların en önemli iletişim organı sosyal medyadır. Bir çok faydasının yanı sıra şüphesiz mahzurlu yanlarının da olduğunu hepimiz yakinen gözlemlemekteyiz. İlk facebook ve twitter kullanıcılarından biri olduğum halde son zamanlarda bu platformları sadece haber ve köşe yazılarımın paylaşımları dışında yoğun kullanmadığımın farkındasınızdır. Bilhassa twitter de “takip et beni takip edeyim seni” tarzı çocukça bir sistem var. Hatta her nedense takipçilerinin çoğalmasını arzu eden kişiler için takipçi artırıcı sistemler kurup para kazananlar bile var. İnsanlar her nedense takipçilerinin sayısı ile övünür olmuşlar.
Bu nedenle sosyal medya’ya güvensiz olması nedeniyle soğuk bakıyorum. Facebook,Twitter ve Linkedin de bulunan, arkadaş, akraba,eş, dost veya takipçi olarak bulunanların hiç birini ben eklemedim.(Aile bireylerim, akrabalarım,samimi arkadaşlarım dahil)
Ancak, sayfama ekleme talebinde bulunan kişilere hayır diyemiyorum kabul ediyorum. Çünkü beni yazılarım nedenli takip etmek istediklerini düşünüyorum.
Bilhassa facebook şifrelerini çok çabuk kırıyorlar ve istenmeyen iletileri sizin adınıza atıyorlar. Birkaç kere benim adıma, borç para isteyenler bile oldu. Neyse ki, listemdeki dostlarım, beni ikaz etti ve duyuru yapmak zorunda kalarak şifre değişikliğine gidebildim. Ancak, okurlarımın çoğu sosyal medyada olduğundan sosyal medya’dan vazgeçemiyorum. Bir nevi mecburiyetten 24 saat aktif durumda görünüyorum. Sosyal medya paylaşımlarımı benim şifremle editör arkadaşlar yapmakta.
Bu nedenle bana sosyal medya aracılığı ile attığınız mesajlara, elimde olmaksızın cevap veremeyebilirim.
Bunları neden mi anlatma gereği duydum. Sosyal medyanın azizliğine uğrayan birçok insan var. Haber paylaşımlarım için sosyal medya hesaplarımı kullanmak gerekmese anında hepsini kapatırdım. Abuk, sabuk bir dolu iletiler atıyorlar. Küfürler, seviyesiz paylaşımlar gırla gidiyor.
Bu nedenle bana sosyal medya üzerinden mesaj attığınızda elime geçme ihtimali çok düşük. Önemli bir mesajınız veya iletiniz olduğunda telefonumu isteyin. Editör arkadaşlara, sosyal medya üzerinden bana yönelik bir mesaj olduğunda, ne olduğunu sorun ve gerekirse telefonumu verin diye bilgilendirdim.
Yukarıda yazdıklarım, devamlı olarak, sosyal medya aracılığı ile tarafıma mesaj atarak cevap alamadıkları için küsen arkadaşlara yöneliktir.
Değerli okurlarım; her şey o kadar hızlı değişime uğruyor ki inanılmaz. Bizim zamanımızda toplum bazı insanları dışlar ve kenara iterdi. Şimdiki zamanda ise bizim zamanımızdaki dışlanma gerekçeleri tam tersine itibar kazanmak için kullanıyor olmuş.
Şimdi sizlere bazı örnekler vererek ne demek istediğimi anlatmaya çalışacağım.
Bizim zamanımızda sivil toplum kuruluşlarının yönetimleri işverenle mesafeli olmayı seçerlerdi. İşverenle görüşecekleri zaman tek başına değil, yönetiminden birkaç kişi yanına alır ve görüşmeye giderlerdi. Örneğin; Eski sendika başkanı Atilay Ayçin’in genel müdürle ve yönetim kurulu başkanları ile birlikte görülmemiştir. Görüşmeleri genel sekreter, sendika yönetim kurulu ekibinden yanına aldığı arkadaşları ile yapardı.
Hava-İş sendika yönetimi, UTED in düzenlediği muhteşem kutlama yemeklerine ücretli olarak tam kadro ile katılırdı. Ancak benden istedikleri tek şey vardı. Bu istek, THY yönetimi ile aynı masada oturmama isteği idi. Ben kendilerine oturacakları bölümün krokisini verir ve THY yönetim kurulu ve genel müdürünün masasına uzaklığını görmelerini sağlar ve yönetime uzak bir masaya tüm sendika yönetimi oturtulurdu.
Aynı durum dernekler için de geçerli idi. Dernek başkanları ve yönetimi işverenle samimi bir ortama girmekten çekinirdi. Çünkü o zamanki toplum, bu tür yönetimleri anında dışlardı. Genel müdür veya yönetim kurulun la görüşmek isteğinizde veya bu istek onlardan geldiğinde en az üç kişi ile makama gidilirdi.
Şimdilerde gördüğüm manzaralara inanamıyorum. Sendika başkanı, THY Yönetim kurulu başkanı ile kol kola girebiliyor… Bu inanılmaz görüntü bizim zamanımızda cereyan etseydi, tüm samimiyetle söyleyebilirim ki o sendika başkanı toplumun önüne çıkamazdı.
Şimdilerde ise sendika başkanının THY Yönetim kurulu başkanı veya genel müdürü ile bu tür samimi görüntüsü değil tepki çekmek, tam tersine prestij sağlıyor! Kısaca işveren işverenliğini, işçi temsilcisi sendika da sendikacılığı bilmeli. Çünkü bu ikili bir birine taraftır. Daha doğrusu taraf olmak zorundadır.
UTED Yönetimi olarak biz makam odalarına gitmezdik? O zamanlar toplum, seçtiği ve güvendiği kişileri, kapalı kapılar ardında görmekten rahatsız olurdu. Mutlaka gidilecek ise yanınıza üç beş yönetim kurulu üyemizi alıp gitmek zorundaydık. Aksi takdirde dışlanırdık. Üye’nin güvenini yitirirdik. Hele, hele aramızdan biri yurt dışına ballı bir göreve gitse veya dernek yönetimindeyken şef veya müdür olsa yandık… Bu durumda toplum, “ee bal tutan parmağını yalar. Boşuna mı dernekçilik yapıyorlar” der ve o ana kadar yaptığımız tüm hizmetler bir anda silinir giderdi. (Birlikte çalıştığım yüzlerce yönetim kurulu üyemizden hiç biri, derneğimizi yıpratıcı eylem ve istekler içinde olmadı)
Değerli okurlarım;
THY’nin geçen seneki genel kurulunda, sorduğum soruların bazılarına o anda cevap verilememiş ve İlker Bey bana dönerek, Sefa Bey bu sorunuzu şu anda teferruatlı anlatmak zor. Siz en iyisi genel kurul sonrası, benim odama buyurun size anlatalım dediğinde, ben makam odasına gelmem, burada cevap verirseniz memnun olurum diyerek kabul etmemiştim.
Çünkü THY yönetim kurulu başkanıyla benim, kapalı kapılar ardında ne işimiz olabilirdi ki… Genel Kurul esnasında cevap almak işin doğru yanıdır. Ancak benim İlker Beyin odasına girmemin ve bunun duyulmasının okur kaybettireceği gerçek olduğundan, bu samimi ve nazik daveti kabul etmemiştim. Genel kurulda da üstüme vazife olmayan ve gündem de yer almadığından divan başkanından izin almak zorunda kalarak, “Teknik A.Ş’nin uğradığı maddi mağduriyeti dile getirmiş ve ısrarcı olmuştum.( Sağ olsun İlker Bey üstüne düşeni yaptı ve mağduriyeti kısmen çözdü)
Bu nedenle soracağım soruları genel kurul öncesinde yazıyor ve THY Yönetimine, cevap verebilecekleri zaman kazandırmaya çalışıyorum. Yukarıda yazdığım gibi bu senede aynısını yapacağım. Önce sorularımı yazıp onlara zaman kazandıracağım.
Bildiğiniz üzere, eleştiri yüklü köşe yazıları yazmaktayım. Çünkü ben tarafım. Çalışanlardan yana taraf olduğumuzu beyan eden bir haber portalının başındayım. Başkaları gibi, İşverenle, kakara kikiri yapıp sonra da biz çalışanlardan yanayız demek inandırıcı olmaz. Hele, hele sendikalıların ve derneklerin susturulduğu bir dönemde bırakın da onları savunan birileri olsun. Örneğin; Mevcut Hava-İş sendikasını eleştiriyoruz. THY’yi eleştiriyoruz. Haksız yere işten çıkartılanların yanında yer alıyoruz. Bu makamlarla dalaşarak menfaat elde edilebilir mi? Oraya buraya bedava bilet almıyoruz, normal biletimizi upgrade ettirerek busines class lara kurulmuyoruz. Kısaca THY Yönetiminden beklentimiz yok.
Şimdilerde bakıyorum da, aynı sivil toplum kuruluşlarımızda olduğu gibi randevu isteyip, işveren temsilcilerinin odasına gitmeye çalışan bir dolu haberci var. Bir zamanlar, Hamdi Topçu’nun odası boş kalmazdı. Çalışanlar aleyhine yaptıkları ile tarihe geçen bu başkan ve yancıları hiç unutulmayacaktır.
Bugün bir ara Airlinehaber’deki köşe yazı arşivime gözüm takıldı. 2006 dan bugüne kadar binlerce köşe yazısı yazmışım.( Sizlerde bakıp görebilirsiniz) Bu yazılardan bir tanesi yalakalık kokmaz. Her zaman tenkit ve eleştiri yüklüdür. Köşe yazarının görevi sadece eleştirmektir.
“Bu şirket çok iyi gidiyor. İşte yönetici dediğin böyle olmalı, THY bence şunu yapmalı veya bunu yapmalı” gibi öğütler verici görüş belirtmek köşe yazarının işi değildir. Şüphesiz, haberlerde durum değişiyor. Her şirketin haberini, aynen vermek zorundayız. Bu haber işimize gelmedi, bu haber işimize geldi demek yok. THY’nin tüm basın bültenlerini, yeni hatların açılma haberlerini aynen yayınlarız. Her görüşe yer veririz. İlgili şirket veya yöneticisi ne dediyse, noktasına, virgülüne dokunmadan aynen yazarız. Bu haber veya basın bültenlerinde, kafamıza takılan bir şey varsa o konuyu ayrıca köşe yazılarımızla eleştiririz. İşte bizim anladığımız objektiflik budur.
Ancak iş kişisel yazdığımız köşe yazılarına gelince iş değişir. Bir pilota çok iyi iniş yaptığı için nasıl bravo demiyorsak bir yöneticiye de demememiz gerekiyor. Çünkü onlar, profesyonel insanlar olduklarından, görevlerini en iyi şekilde yapmaları gerekir. Bu işi en iyi şekilde yapmak için para almakta veya makamlarda bulunmaktalar. Pohpohlanmaya ihtiyaçları olmamalıdır. En azından bizim işimiz pohpohlamak değildir.