Değerli okurlar, sonbaharın gelişi ile birlikte coronavirüs vakalarında hızlı bir artış yaşanıyor. Yaz bitti tatile, memleketlerine gidenler geri döndü, okullar kısmen açıldı ve İstanbul, virüsün merkezi haline geldi. Bizzat Sağlık Bakanının açıkladığına göre, toplam vakaların yüzde kırkı İstanbul’da. Demek ki hergün açıklanan ortalama 2000 yeni vakanın 800 adedi İstanbul’da tespit ediliyor. Yani ayda 24.000 vaka ! Geçmiş 7 ayı dikkate almayın, sadece son 1 aydaki vakalara bakınca 16 milyonluk şehirde her 700 kişiden biri covidli… İstanbul’daki tüm özel hastanelerde pandemiye bölüm ayrılması durumun vahametini gösteriyor. Henüz Ekim ayındayız. Kış başlayınca sürecin nerelere gideceğini tahmin etmek zor değil. İnsanlar kapalı ortamlara girecek, virüs riski daha da artacak.
Kapitalist anlayış maalesef kar ve kazanç odaklı yaklaşımını, pandemi falan dinlemeden tam gaz sürdürüyor. İnsan sağlığını hatta yaşam hakkını dikkate almayan bu anlayışın tek hedefi her şart altında karlılığını devam ettirmek. Aradan 300.000 yıl geçti. İnsanoğlunun ilk varolduğu dönemdeki doğal seleksiyon ilkesi, 21. yüzyılda tekrar devrede. Güçlü olanların hayatta kaldığı, zayıfların öldüğü bir sürece geri dönüldü. Parası olanların, çalışmak zorunda kalmayanların, iyi beslenenlerin, kaliteli sağlık hizmetlerine kolaylıkla ulaşabilenlerin virüsten korunarak hayatta kalabildiği, çalışmak zorunda olanların, toplu taşımaya mecbur bırakılanların, kalabalıklara girmek zorunda bulunanların ise virüse yakalanarak sapır sapır döküldüğü bir aşamadayız. Maske , mesafe ve hijyen üçlemesinde mesafenin artık hikaye olduğunu görüyoruz. Toplu taşımada, mesafeyi nasıl sağlayabilirsiniz ki ? 10-15 kişinin aynı tuvaleti kullandığı bir çalışma düzeninde bulaşmayı nasıl önleyebilirsiniz ki? Covidli bir hastanın evdeki tedavi sürecinde ayrı bir tuvaleti kullanması gerektiği dikkate alındığında işin vahameti daha iyi anlaşılacaktır.
PATRONLAR “ÖLÜME SEBEBİYET VERMEKTEN” SUÇLANIR MI?
Çalışanın virüsü kapması şart değil. Evinde, oturduğu binada covidli varsa bu kişi artık saatli bomba gibidir. Ama paragöz işverenler, ” ailende, çevrende varsa da boşver, sende covid yoksa işe gel.” diyerek tüm çalışanlarını riske etmekten çekinmiyorlar. Yapılan, güvenilirliği şüpheli testlerle de hem kendilerini rahatlatıyor hem de çalışanların gözünü boyuyorlar. Bugün test oldun, doğruluk payı % 60-65 olan testte negatif çıktın, sen de sevindin, arkadaşların da, patronun da… İyi de, işten çıktın, metrobüse bindin virüsü kaptın ve sabah işe covidli olarak geldin. Sen de bilmiyorsun virüslü olduğunu, ailen de, işyerindeki arkadaşların da. Buyur buradan yak… Arkadan bir de bakmışsın, çorap söküğü gibi yaymışsın hastalığı… Bu geçeklerden ve algoritmadan habersiz patron ve yöneticiler, yarın çalışanları veya ondan virüsü kapan bir yakınları öldüğünde bunun vebalini nasıl taşıyacak? İleride biraz bilinçli insanların açacağı davalarda birçok patron ve yönetici ölüme sebebiyet vermekten yargılanırsa şaşırmayalım…
“EVDEN ÇALIŞMA” DOĞRU KARAR…
Bu açıdan bakılınca, THY’nin aylardır uyguladığı “yer personelini evde çalıştırma yöntemini” takdir etmek lazım. Kısıtlı sayıda nöbetçi personel dışında herkes evden çalışıyor. İşler zaten zayıf, hergün bir dünya insanı servislere doldurup kapalı ofislere tıkmanın ne anlamı var? Kışın havalandırma imkanı da ortadan kalkacak. Virüsün havada ne kadar kaldığına ilişkin çeşitli süreler veriliyor. Bu riski nasıl göze alabiliyorlar, gerçekten anlamak zor. THY’yi bu kararından dolayı tebrik ederken uçuculara aynı insani yaklaşımı göstermediği için de eleştirmek hatta kınamak lazım. Özellikle kargo seferlerinde 5-6 personeli göz kadar kokpitte saatlerce birarada tutmak nasıl bir aklın ürünüdür? Özellikle kabin memurlarının ciddi risk altında olduğunu söylemeye gerek bile yok. Hele hele 100 küsur yolcunun, kabin ve kokpit çalışanlarının kullandığı sınırlı sayıdaki tuvaleti düşününce insanın tüyleri diken diken oluyor. Sonuçta THY’de çok sayıda covid vakası olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yok. Eminim THY bu virüse yakalananları isim isim biliyordur. Peki niçin bu konuyla ilgili bir açıklama yapmaz? Aylar itibarı ile, kaç personelin covide yakalandığını, kaçının tedavi gördüğü, kaçının yaşamını yitirdiğini, kaçının ailesine bulaştırdığını, aile bireylerinden ölen olup olmadığını açıklasa, kısaca şeffaf olsa ? Yapar mı, yapmaz! Çünkü, havayolunun güvenli olduğu algısına zarar gelir, yolcular endişeye kapılır, uçaklar boş gider… Yani ticaret, para, kar hırsı, insan sağlığından daha önemli. Birileri ölsün, hastanelerde günlerce ızdırap çeksin ama yeter ki, Şirket yaşasın… Yaşasın ki, siz sağ kalanlara maaş verebilsin. Personelin durumu ise gerçekten dramatik… Bir yandan kendisi ve ailesinin sağlığından endişe ediyor ama kirasını, borçlarını, geçimini düşününce de uçuş görevi verildiğinde seviniyor ! Terazinin bir kefesinde sağlığı ve yaşamı, diğer kefesinde ekonomi var.
COVİD TOPLANTISINDA DOKTOR YOK, DİYETİSYEN VAR…
Peki, işçinin tek başına karar vermekte zorlandığı bu süreçte sendikalar, sivil toplum kuruluşları ne iş yapar? Çıkın siz açıklayın kardeşim kaç vaka var? Ama işverene göbekten bağlı olan yapıların böyle bir görevi yapması mümkün mü? Yetkili sendika Hava iş de, dernekler de biliyor aslında olayın boyutlarını. Belki işveren kadar net rakamlar veremez ama en azından gerçeğe yakın rakamları paylaşabilirler. Bakın Eylül ayında, THY ile Hava İş arasında yapılan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği toplantısında ne kararlar alınmış? 2 saatten daha az süren uçuş görevlerinde kahvenin yasaklanmasına karşı çıkılmış. Yemeklerin karbonhidrat ağırlıklı olmasına itiraz edilmiş. Bunlar da önemli tabii ama işin özüne ilişkin alınmış bir karar yok. PCR testlerinin havalimanında yapılmasına da itiraz eden sendika, bu testlerin Medipol hastanesinde bedava yapıldığı bilgisini iletmiş. Sendika dediğin böyle olur ! İşverenin parası boşa gitmesin istiyor. Olabildiği kadar uçağa geçmeden önce en yakın zamanda test yapılmasının önemini kavrayamamış bir sendikal anlayış gerçekten ibretlik. Medipol’e gittin, test yaptırdın, negatif çıktı. O rehavetle arkadaşlarınla oturup kahve içtin. O arada virüsü kaptın, sabah da bir gün önceki negatif test sonucu ile uçuşa gittin. Oldu mu şimdi? Garip bir algı var insanlarda. Test negatif çıkınca, bunun koruyucu bir etkisinin olduğu düşünülüyor. Negatif Test sonucuna aşı muamelesi yapılıyor. Neyse, dönelim ISG toplantısına. THY Sağlık Müdür Vekilinin ve ilgili ünitelerin temsilcilerinin katıldığı Covid 19 konulu toplantıya Hava İş, diyetisyenini götürmüş, iyi mi? Konu sağlık ama Hava İş’ten bir doktor yok. Yav birader, indirimli ücretlere göre bile ayda minimum 2 milyon TL aidat topluyorsunuz. İşinin ehli bir doktora ücret verip bu salgın sürecinde danışmanlık alamaz mısınız? Siz ki, bir avukata 2014 yılında bir seferde 560.000 TL avukatlık ücreti vermiş bir sendikasınız. Hakkını yemeyelim, belki temsilci sıfatıyla katılan kabin memurları içinde doktorluk geçmişi olan bir arkadaş vardır, kimbilir?
SAHİPSİZ UÇUŞ EKİPLERİ…
Sendikayı geçtim de, uçuş ekiplerinden sorumlu THY yöneticileri bu konuda ne iş yapar acaba? İnsanlar HAVASEN’in bildirisindeki tanımla “ölümüne uçarken” Genel Müdür Yardımcısı Aykut Alpa, Uçuş İşletme Başkanı Ramazan Sarı ve Kabin Hizmetleri Başkanı Nevin Çolak, sorumluluklarını taşıdıkları personelin covidle imtihanında ne yapıyorlar? Covidden korunmayı geçtim, mesela evlerinde karantinaya gönderilen çalışanların ücretli istirahatli sayılması, covidin meslek hastalığı kapsamında değerlendirilmesi konusunda bir çalışmaları var mı? Covid belasını atlattığı için ha babam de babam uçurulan ekiplerin ileride nasıl sağlık sorunları ile karşılaşacağına ilişkin bir araştırma yapılıyor mu? Bu işler vekaleten yürütülen Sağlık Müdürlüğünün boyunu aşar. Daha kapsamlı bilimsel ve profesyonel bir desteğe ihtiyaç olduğu açık. Ülkenin en büyük şirketlerinden biri olan THY’nin bir Bilim Danışma Kurulu oluşturması çok da zor değildir herhalde. Gariban işçileri kitabına uydurarak kovmak için hukuk bürolarından hizmet alan bir şirketin sağlıkla ilgili harcayacağı her kuruş normaldir, kimse de eleştiremez. İşin özü, THY’nin salgın dönemindeki önlemleri tekrar gözden geçirmesinde, her biri birer can, ana-baba, kardeş, evlat olan personelinin sağlığını korumak için yeni bir konsept oluşturmasında yarar var. Son olarak Metin Pekoğlu kaptanı kaybettik. Virüsten yaşamını yitiren çalışma arkadaşlarının arkasından taziye mesajı yayınlamak, cenazesine çelenk göndermek yönetici sorumluluğunu yerine getirmek değildir. Zaten en büyük talihsizlik, böyle bir sendikayla ve böyle bir Uçuş İşletme yönetimi ile salgına yakalanmak…
BİR YABANCI PİLOT, 7 TÜRK PİLOTUNA BEDEL !
Geçtiğimiz haftanın flaş olaylarından biri de, THY’nin yabancı pilotları izne çıkarması idi. Gecikmiş bir karardır. HAVASEN aylar önce, yabancı pilotların ilişiğinin kesilmesini teklif ettiğinde, cılız da olsa tepkiyle karşılaşmıştı. Akıl için yol birdir. Aradan aylar geçti ve THY yabancı pilotları ücretsiz izne çıkardı. Böylece sınırlı uçuş görevlerinin Türk pilotları tarafından yerine getirilmesine de imkan sağlandı. HAVASEN’in bildirisinde dikkat çeken bir başka detay daha vardı. Meğer yabancı pilotların asgari ücreti farklıymış ve en az 19.129 TL almaları gerekiyormuş. Türk pilotuna 2.943 TL reva görülürken yabancı pilotlar bunun neredeyse 7 katını alıyormuş. Şimdi diyeceksiniz ki, pandemiden önce 2.943 TL’ye çalışan pilot mu vardı? Doğru ama Eylül başındaki ücret indiriminden sonra yabancı asgari ücretin altına düşen çok sayıda Türk pilotu var. Pandemiden önce dahi birçok Türk pilotunun iş bulamadığı dikkate alındığında, yabancı pilotlar için belirlenen bu anlamsız ve dengesiz ücretin düzeltilmesi için çaba harcanması bir zorunluluktur bence. Kendi yurttaşlarına ister doktor olsun ister tekstil işçisi, isterse kapıcı; tek tip asgari ücreti layık görenlerin, iş yabancılara gelince mesleklere göre farklı asgari ücretler belirlemesi gerçekten inanılır gibi değil.
Yazıyı bitirirken, geçen hafta eğitim uçuşu sırasında meydana gelen kazada yaşamını yitiren öğrenci pilot kardeşimize rahmet diliyor, AYJET camiasına da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
29 Ekim Perşembe günü Cumhuriyetimizin 97. Yılını kutlayacağız. Emperyalist güçlere ve onların ülkedeki maşalarına karşı, ulusa önderlik ederek verdiği savaş sonrasında bu cennet toprakları bizlere vatan yapan, insan onuruna en yakışan yönetim biçimi olan Cumhuriyeti armağan eden Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını minnetle, şükranla ve saygıyla anıyoruz. “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” sözünün ve hedefinin takipçisi olmak namus borcumuzdur.
Yaşasın Cumhuriyet !