NEREDEN NEREYE…NEDEN BU ÖFKE!

Puslu bir sabaha açtım gözlerimi, vitesi değiştirmeden, debriyaja basmadan yine serildik yatağa,  05.30’da ne yapılır ki?
09’00’da hava aynı, güneş kendini gizlemiş, yağmur yağacak gibi ama mümkün değil. Böyle puslu havalardan ürkerim hep; sanki deprem olacak, fırtına kopacak. Meteorolog ortalarda yok, ekranda arka arkaya jetlerin bombalama haberleri.
Rahmet istedi, sanatçı Gazanfer Özcan derdi ya “vallahi şiştim…”
Millet iyice huylu oldu, her şeyden nem kapıyor, kıl oluyor. Bu sabah   Sultanbeyli-Kadıköy hatlı yolcu otobüsünde, yabancı uyruklu biri kadın 2 kişinin sürekli terlemelerinden ve tedirgin hareketlerinden şüphelenen vatandaşlar durumu polise ihbar etmişler. İETT otobüsü durdurulmuş, 2 Pakistanlı indirilmiş, didik didik aranmış.
Ayıp olmasına ayıp da acaba sonunda gönül alındı mı? Baksanıza sabaha karşı sınırdaki bombalama işlemi öncesinde bile Esad’a bilgi verilmiş.
Karaçi’de olduğumu düşündüm bir an. Yolumun kesildiğini, polisin üstümü başımı, paketlerimi didik didik  ettiğini, otele kadar benimle geldiğini ya da beni polis otosu ile getirip Sheraton önünde indirdikten sonra resepsiyon ile konuştuğunu filan…
Öyle ya, her an olaylara gebe bir şehirdi Karaçi. Aniden bombalar patlar, onlarca insan bir anda hayatını kaybederdi. Türklere karşı sevgi doluydular. Kara kaşımızdan gözümüzden değil, Atatürk gibi bir liderin torunları olduğumuzdan.
İstasyon şefi( bazen satış müdürü)matbu  yazılı kağıtları zarflara koyar, içinde harcırah ile birlikte kabin amirine verirdi. Ekip arabaya yerleşip, içinde sadece yazlık kıyafet olan yarı boş valizler yüklendikten sonra, chef de cabinet zarfları teker teker uzatır.
***
Satış Müdürü sabaha karşı Karaçi’ye inen ekibi niye karşılasın? O iş istasyon şefine ait. Ama, Genel Müdür Uçuş İşletme Yardımcısı, yönetim kurulu üyesi filan varsa kokpit ekibinde, o zaman  başka!
Şimdi açıklamak gerek; bir tarihte saydığım zatlar kokpit ekip üyeleriydi. Yani  pilotlar yönetimde söz sahibiydi. CEO nedir? Biz bize yuvarlanıp gidiyorduk işte. Bana göre hiç fena değildi ama bazıları feci şekilde havaya girer, bazen tanımazdan gelir, selam vermez veya görmezdi. Sanki ömrü billah o koltukta oturacak! Kimi analizci, kimi iş bitirici, kimi mütevazi ve yardımcı, dedim ya biz bizi iyi tanırız, geçinip giderken, başımıza siviller geldi.
***
Zarfı açan önce paraları sayar . Eskimiş, solmuş Rupi’ler, kimisi lekeli, kimi yırtık, leş gibi paralar tomar tomar.  Tomarın çokluğu; verilen harcırahın yüksek miktarda oluşundan değil, para kurunun değersizliğinden, düşüklüğünden. O alımsı lekelerin ne olduğunu zaman içinde öğrendim, sokaklarda  yerlerde, kıpkırmızı kaldırımlarda  sık sık görüp soruşturduktan sonra.
Pan  (Paan) dedikleri şey; bir ağacın (Batel) yaprağının içine çeşitli baharatlar, tütün ve kafa yapıcılar konup bohça yapılıyor, hadi ağıza. Saatler boyu geviş getirir gibi ağızda dolaştırıp emdikten sonra, bir yolun, bir kaldırımn herhangi bir yerine tükürüyorlar.
İşin özü; millet kendini uyuşturuyor. Kimse de karışmıyor. Zengin evleri hariç otellerde bile alkol tüketimi yasak. “Alkol” kelimesinden her zaman nefret etmişimdir, şuna kibarca içki desek?
Lobi’de, yemek salonlarında alenen içki içmek yasak ama odalara, yabancı pasaportlulara karışmazlar. Zaten lobi Avrupa’lının, Amerika’lının Pakistan’lı ile karşı karşıya oturduğu, kahve veya meyve suyu içip iş anlaşması yaptığı, tokalaştığı, iş bitirdiği yer. Nasıldı nar suyu?
Uzun bir bardağa doldurmuş sırıtarak getirdi Pakistanlı garson. Ben de içtim. Akşam yemeğine kadar ağzıma lokma koyamadım, hazmetmedi mide. Bizim kızlar nasıl içerlerdi aklım hiç almadı.
1 Hafta tatil sanki, sabaha karşı odaya girip bir seriliyorsun 4 kişilik yatağa, öğleden sonraya kadar…. sızmış gibi.
Balkonun, pencerenin kapısını araladın mı acayip kuş sesleri, tropikal ağaçların dallarına konmuşlar, şakıyorlar. Hiç biri aşina değil ama büyülüyorlar havayı. Sonra telefon trafiği başlar, aşağıda havuz başında buluşulur. Mahmur gülümseyişlerle şezlonglara uzanır bedenler, işte o an portakal suyu ve tost siparişi verilir. Kulaklara walkmen takılır…pardon walkmen yoktu o yllarda, arada bir laflama, akşama kadar dön allah dön o güneşin altında. Güneş de yakmaz, al benisi yok, acayip karartır. Havuz yeri tesbit edilirken  güneş ışınlarının koordinatları  hesaba katılmamış, besbelli.
İkindi vakti, değişik bir makamdan ezan sesi duyulurken, havlulardan, klorlu sulardan kirlenen bedenlerin üzerine alelacele bir şeyler giyilir, hemen banyoya.
***
Bizim köyün otobüs durağında beyaz renkte bir araba durdu. Elinde kalaşnikof gibi uzun namlulu silahı ile bir er arabadan indi. Üzerinde, arazi kuvvet alanına uygun askeri muharebe üniforması. Açık kapıda bekliyor. Diğeri direksiyondan ayrılıp kapı ağzına geldi, bir muhabbet gidiyor. Muhabbet yanlış anlaşılıyor dışardan, sanki aralarında bir şey tartışıyorlar da karar veremiyorlar . Artık ne senaryo yazarsan kafanda.
10 Dakika, 20 dakika, yarım saat. Askeri harekattan sonra durakları asker bekleyecek demek ki?
Derken, önce kuaförün çırakları etraflarında dolaşmaya başladı, geniş açılı çembere aldılar, onu kalfa takip etti. Taksim otobüsü durağa yanaşamadı, yolcular açıktan binmeğe çalıştılar ama binme isteği yok gibi. Dahası içerden sarkanlar askere seslendiler.
Az öteden gelen kadın önce durakladı sonra gitti konuştu. Birisi daha…İnsanlar tedirgin olmuştu. Öyle ya, şehrin göbeğine de banliyösüne de polis-asker diker devlet. Taksim meydanında polis görmeğe alışığız ama asker bir başka oluyor. Sonunda, bir havacı üsteğmen eli kulağında, kulağında telefon, geldi bindi arabaya. Araba hareket etti. Hava Harp Okulunun yolunu tuttular.
Neydi o kadar evham,telaş ve merak?
***
Karaçi’nin asırlık  ekip arabası, yüklü yolcu otobüslerini sollayarak hoplaya zıplaya giderken, parasını saymayı bitiren mektubu açar:
Avenue Centre Strachen Road,Karachi-74200 Pakistan
“Sayın Türk Hava Yolları Ekibi” diye başlıyor yazı ve devam ediyor:
-Sizleri ortaklığımız adına Karaçi Sheraton otelde ağırlamaktan mutluyuz. Yönetim Kurulumuzun 15/7/1991 gün ve 144 sayılı kararı ile yurtdışı uçucu ekip harcırah ve konaklama şartları değiştirilmiştir. Bu nedenle…..
***
Karaçi halk otobüsleri salkım saçak insan yüklü ve süslüdür. Ekip arabasının yanından geçerken; üniformalı ekip üyelerine serbest kalan elleri ile selam yollarlar. Diğer el arabanın her hangi bir yerinde çivili pozisyondadır. Arabanın tavanında, bagajında, kasasında, kapısında, nerede boş yer varsa. Bedava seyahat yok ama daha düşük fiyat ödüyorlarmış.
Beyaz uzun tünikleri ve şalvarları ile hepsi genç, hepsi erkek. Simsiyah briyantinli saçları ve esmer tenleri ile bembeyaz dişleri bir tezat içinde. Kadın, erkek saçlarına hayranlar. Kadınların ellerinde hep tarak.  Erkekler zengin, fakir hepsi yağlı, briyantinli saçlarla dolaşıyorlar. Güneşten koruyan her ağacın altı berber. Oturanların saçları bir güzel yağlanıyor.
***
Pakistan’da siyaset oldukça hareketli. Ülke sürekli Hindistan’la kavga halinde. Nükleer silahları  olan İslam ülkesi, bir yandan Hindistan diğer taraftanTaliban hareketi ile uğraşıyor.
Afganistan’dan kaçıp Pakistan’ın Veziristan bölgesinde Pakistan hükümeti ve Amerikan askerlerine karşı savaşan Taliban hareketi yüzünden yaklaşık 400.000  kişi ülke içinde göçmen durumunda. Göçmelere karşı hükümet yetersiz. Burada yardım kuruluşları devreye giriyor, hükümetin açığını kapatmaya çalışıyor. En güvendikleri Kızılay.
Urduca aksanı ile konuştukları İngilizce’yi anlamak zor. Gözlerini dikeceksin suratına iyice, tam o sırada evet yerine “hayır” der gibi kafayı sallamıyorlar mı, ip kopuyor. Çarşı pazar gezileri ve çapıt spor iyi hoş ama riskli.
Bombaların patlayabileceği netameli günlerde istasyon şefi sözlü olarak  otelden dışarı adım atılmaması gerektiğini ikaz ederdi zaten. Herkezin keyfi de kaçardı.
Karşı köşede eczane-drug store vardı alllahtan da, çaymış, ilaçmış, ojeymiş, sürmeymiş valizler doluyordu. Bir vukuat yaşanmadan, uzun menzilli uçaklar filoya katılınca yatı bitti.
***
Askerim,polisim uykusunda şehit edilirken, nahak yere kargaşa çıkarılıp gençlerimiz genç yaşta yaşamını yitirirken, Pakistan, Afganistan, Ortadoğu bölgelerinin kaosuna ülkemiz sürüklenmek istenirken düşündüm de; kimin kime oy verdiği önemli değil. Şu anda beraberlik ve dayanışma önemli. Hükümetler kurulur, düşer, koalisyonlar olmazsa seçime gidilir. Her şey akışında yolunu bulur. Birbirimize inancımızı, desteğimizi kaybedersek yok oluruz. Haberlerin alt kısımlarındaki yorumlar bile bazen kin ve düşmanlık kusuyor. Neden bu öfke?
Aşırı korku ve panik teröre destek verir. Önemli olan acıları paylaşmak, tek çözümün inadına yaşamak olduğunu göstermek ve  ispatlamak.
***
Pakistanlılara gelince;  zengini, orta hallisi uzun yıllardır tatilleri için Türkiye’ye geliyor,1 hafta 10 gün kalıyorlar. Zenginlerin dışında kalan grup apart (müstakil) otelleri tercih ediyor. Semt pazarlarını keşfe çıkıyor, alışveriş yapıyorlar, iyi para bırakıyorlar.
Biz, orada burada Çinlileri Korelileri karıştırır dövmeğe kalkarsak Pakistanlıları, Hintlileri terör örgütü  diye  polis çağırırsak *va veyla, va esefa!
Ülkemize turist gelsin diye düşünüyorsak kendimizi ve ülkemizi her şekilde tanıtmalıyız. Yani ayağımızı yere basmalıyız. Yakın zamanda Çin’e seyahat eden gazeteci Yavuz Donat’a bu sözü şöyle derlemişler; Mucize; havada ya da su üstünde değil, dünya üstünde yürümektir.
Çalkantılı günlerin ruhsal yükünden biraz uzaklaşalım, anılar ile baş başa kalalım istedim.
Aydınlık günlerde buluşmak dileği ile…
 
*Esefler olsun,eyvah çok yazık
 
 
 
 
 
 
 

Exit mobile version