MUTFAKTAKİLER VE VİTRİNDEKİLER…22 Eylül 2014 Pazartesi
Yazılarımı yazmadan önce; “bu kez hangi konuya dokunayım, hangi konu daha güncel” diye derin bir araştırmaya girerim, bazen yazıya başlar, sonra vazgeçerim ya da başka bir zaman bu konuya yer vermenin daha mantıklı olacağını düşünerek , konuyu sonradan değerlendirmek üzere bir kenara bırakırım…
Bu hafta da böyle bir hafta işte… Kafamda oluşan sorular, bana gelen bilgiler, “bunu da yazmalıydınız” diye gelen mailler, çevremde uçuşuyor adeta… Bu ortamda inanın, değil her hafta, her gün sayfalarca yazı yazabilecek konular oluşuyor beynimde.
Bildiğiniz gibi, birkaç haftadır çok önemli konulara değiniyorum. Bu tür makaleler yazmak oldukça zor oluyor. Siz değerli okurlarıma, doğru bilgi aktarmak ve doğru yorum yapabilmek için, sıkı araştırmaya girip, ortaya bir gerçekliği sunmak, yorucu olsa da, verilen emeğe değiyor.
Bu hafta; acil yazmam gereken bir konu olmadığından, çalışma hayatımızla ilgili farklı bir konuyu kaleme almaya çalışacağım. Kuşkusuz, bunlar benim kendi kişisel görüşlerim olup, her türlü eleştiriye açıktır.
Bana mail atarak; THY dışındaki şirketlerin sorunlarını dile getirmediğimden yakınan okurlarıma sesleniyorum; sorunlarınızı bana detaylı ve belgeli olarak iletmenizi rica ediyorum. Bana yolladığınız konular, bireysel değil toplumsal olmalı ve detaylı anlatımın yanı sıra, varsa belgeler eklenmelidir.
THY ve ortaklıklarındaki sorunların hepsi hemen hemen aynı oluyor. ( THY, Teknik A.Ş,HABOM, TGS) Çünkü tepe yönetim ne derse ilgili genel müdürlük onu yapıyor. Ucuz işçilik, fazla mesai yaptırılıp ödenmemesi, vardiyalı çalıştırılıp prim verilmemesi, çalışma saatlerinin devamlı değişkenlik içermesi, mobbing vb… ortak sorunlar olarak görülüyor.
Bildiğiniz üzere; bu platformu sektörün profesyonelleri de izliyor ve yorumluyor. Şimdiye kadar yazdığım yazılar; yanlış bir bilgi içermediğinden, ilgiyle okunuyor ve yorumlanıyor. UTED Dergi dışında, dokuz yıldır her hafta aralıksız olarak bu köşemde yazılarım çıkıyor. Sizlere şimdiye dek, bu köşeden 468 makale sunmuşum. Bu makalelerde yazdıklarımın hepsinin arkasında olmam, her konuyu ince eleyip sık dokumaya çalıştığımdandır.
Değerli okurlarım:
Rüzgârın veya suyun akış yönüne göre tarz ve fikir değiştiren o kadar çok insan var ki… Şaşırmamak elde değil. Şöyle ki; dün acımasızca eleştirdiği, hatta aşağıladığını, bugün çıkarı uğruna öven ve daha önce savunduğu fikirlerini değiştirip, ceketi üç düğme ilikli olarak, eleştirdiği ve aşağıladığı kişi ile birlikte çalışanların olduğunu hepiniz yakından biliyorsunuz. Bu; kişiliği kiralık zat-ı muhteremlerden, her zaman nefret etmişimdir. Kimsenin bu durumlara düşmesini istemem… diyerek, mesajımı ilgili kişiye ulaştırdıktan sonra, asıl konuma geçeyim.
MUTFAKTAKİLER VE VİTRİNDEKİLER
Çalışma yaşamımız, yaşam sürecimizin en uzun ve de en verimli olduğumuz dönemini içeriyor. Bu süreç içine o kadar çok şey sığdırırız ki, bazen şöyle bir geriye doğru bakıp düşünmeden duramayız; neydik ne olduk misali…
Aslında çalışma yaşamımızı bir mağaza veya bir restoran yönetimi gibi görmek de olanaklıdır. Sizlerle bu hafta, bu konudaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Çalışma yaşamımızda; kimilerimiz mutfakta çalışırken, kimilerimiz ise vitrinde yer alıyorlar. Aslına bakacak olursanız, konumuz; mutfak mı, yoksa vitrinde çalışmak mı daha önemli? konusunu içermiyor. Bu makalemi, kişisel bir bakış açısı ile çalışanlara ve yöneticilerine serzenişte bulunmak amacı ile yazdım.
Her zaman; vitrin mi, yoksa mutfak mı daha önemli diye düşünmüşümdür ve görsel olduğundan; vitrinin üstünlüğüne inanmama karşın, mutfağın öneminin de yeteri kadar gösterilemediğini düşünüyorum. Bu birbirinden kopamayacak, yani biri olmazsa diğerinin olamayacağı; Vitrin, Mutfak meselesini, çalışma yaşamımıza bir uygulayalım isterseniz.
Konumumuz havacılık olduğuna göre, vitrini süsleyen, meslek gruplarına baktığımızda; burada, pilot ve kabin memuru arkadaşlarımızı görmekteyiz. Havacılık sektöründe, buraya yazılamayacak kadar çok meslek grupları olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Hepsi birbirinden önemli ve zincirin halkaları gibi birbiriyle bütünleşmiş, biri olmazsa diğerinin olamayacağı bu kadar meslek grubu çok az sektörde vardır.
Genelde, yukarıda yazdığım iki meslek grubu dışında kalan tüm gruplar mutfağı temsil etmekteler.
Sosyal yaşantımıza şöyle bir dönüp baktığımızda, bu gerçeği hemen görebilmemiz olanaklı. Şöyle ki; hangimiz bir lokantaya gidip, beğendiğimiz bir yemek için aşçıya teşekkür etmişizdir? Hangimiz, bir mağazadan alışveriş yaparken, beğenip üstümüze giydiğimiz bir giysi veya bir ayakkabı için, bunları üretenleri düşünür veya tanırız?
Ground Prix yarışlarına baktığımızda; hep aracın pilotuna odaklanır ve yarışçılarının adlarını ezbere söyleyebilirken, o arabanın performans ayarlarını yapan ve yarış sırasında girdikleri ‘Pit Stop’ ta 10 saniyenin altında hizmet sunan teknik elamanların bu yarıştaki katkısını kaç kişi aklına getirmiştir?
Hangi araba yarışından sonra, teknik ekibe şampanya patlatılmıştır veya ilgili yarışçının teknik ekibinden bir tanesinin bile ismini bilen kaç kişi vardır?
Taraftarı olduğunuz futbol kulübünün tüm oyuncularını ve teknik direktörünü yakından tanırken, arka plandaki çalıştırıcı, malzemeci, masör, doktor, menajer vb.lerini tanıyan veya isimlerini bilen kaç kişi çıkar?
İşte bunları sorguladığınızda, mutfaktakilerin şanssızlığı ortaya çıkmaktadır. Görsel olamamanın verdiği bu eksiklik, özellikle mutfak bölümünün en etkili kollarından olan teknik birimde çalışan insanları, olumsuz yönde etkilemektedir.
Niyetim, insanların vitrindekilere verdiği önemi sorgulamaktan çok, mutfakta çalışanların ve yöneticilerinin kendilerini kamuoyuna yeterli şekilde tanıtamamalarını vurgulamaya çalışıyorum. Mutfaktakiler, vitrinin önemini çok iyi bildikleri halde, vitrindekiler, mutfaktaki kişilerin ne yaptıklarını ve hangi koşullarda çalışma hayatlarını sürdürdüklerini bilmezler.
Tabii ki bu serzenişim tüm kabin ve kokpit ekiplerini kapsamıyor. Benim çalıştığım yıllarda, bir çok kaptan arkadaşımız sıklıkla hangara gelir ve bakım ve arızaları izlerlerdi. Hatta uçuş sonrası; yazdığı arızanın nasıl giderildiğini gözlemlemek için evine gitmeden hangara gelip, vardiya şefliğinde işi takip edenler bile vardı.
Şimdilerde bu branşlar arasındaki bağ öylesine kopmuş ki, değil kabin veya kokpit ekiplerinin hangarı ziyareti, THY’nin üst yönetimi ve yönetim kurulu bile oralara uğramaz olmuş. Bir şirketin takım oyunu içerisinde faaliyetlerini sürdürmesi gerekirken birbirine düşmüş çalışanlarla bu işi yürütebilmesi uzun vadede çok zor olacaktır.
Mutfaktakiler bölümünden örnek olarak THY/Teknik A.Ş ve HABOM çalışanlarını vermek istiyorum
Hangarlarda 30 sene geçirmiş biri olarak, UTED dergisini 1991 yılında çıkarttığımızda; “madem mutfağı kimse tanımıyor, bari biz tanıtalım” mantığıyla hareket etmiştik. (Bu dergi, hala aylık olarak yayınlanan tek havacılık dergisidir, 274’üncü sayısına ulaşmış durumdadır ve ücretsiz dağıtılıyor.)
Çelik hangarlar içerisinde, bilgilerini, becerilerini, deneyimlerini çok zor koşullarda gerçekleştiren teknik elemanların, kafalarını bu çelik hangarların dışına çıkartıp ne yaptıklarını, üretimdeki yerlerini, hangi koşullar içerisinde çalıştıklarını anlatmalarını, yani göz önünde olmalarının gerekliliğine inanıyordum.
Vitrindekilere karşın, mutfaktakilerin görünmezliğini bir şekilde ortadan kaldırmak için; mutfaktakilerin, yaptıkları işleri hem yönetim kadrolarına, hem de kamuoyunun dikkatine sunmaları gerekir diye düşünmüştük. Dergimizin yanı sıra, görsel medyayı da kullanmış, sosyal etkinliklere hız vermiş, uçuş elbiseleri, apoletler, bröveler yaptırmanın yanında; iş giysilerini o zamanlar Sümerbank’tan almak zorunluluğu varken, özel firmalardan modelini biz çizdirterek ihale yoluyla alınmasını sağlamıştık. Şimdilerde resmi üniformalarını giyip, apoletlerini ve brövelerini takıp uçuşa giden teknisyenler, bunların ne koşullarda THY yönetimine kabul ettirtilip alındığını biliyorlar mı dersiniz?
Şimdilerde durum nasıl, bunu tam olarak bilemiyorum. 5 Aralık UTED kuruluş günü bile ne zamandır kutlan(a)mıyor. Çalışanların aileleri ile birlikte bir araya gelip, coşku ile kutladıkları geceler nerede kaldı? Bu geceler yazılı ve görsel medyada; “Uçak teknisyenleri …. Restaurant’ta stres attılar“ diye manşet olurdu. O ortamlarda arkadaşlıklar pekişir, aileler birbirini tanır, davetli yöneticiler ve medyamız iş giysileri ile görmeye alıştıkları pırıl, pırıl genç arkadaşlarımızın, robot değil, sosyal bir insan olduklarını anlarlardı.
Değerli teknisyen arkadaşlar;
Bakın TV’lerdeki havacılık programlarına, hangisinde teknik bölümler konu edilir? Tele-vole kültürünün yoğun olarak yaşandığı ülkemizde, bu önemli konuları kamuoyuna sunmayan TV yöneticileri mi, yoksa biz mutfak çalışanları mı? medyanın bu ilgisizliğine sebep olmaktadır.
Kamuoyundaki değer yargılarını daha iyi anlamak için, fazla ileriye gitmeye gerek yoktur. Çalıştığınız ortam dışında, havacılık mesleğinde olduğunuzu söylediğinizde, erkekseniz pilot, kadınsanız hostes misiniz? sorularıyla karşılaşanınız çoktur. Dispatch, Load Master, Operasyon Memuru gibi önemli meslek gruplarını bilen, ya da Teknisyen ile Uçak Teknisyeni veya mühendis ile uçak teknisyeni arasındaki farklılığı bilen kaç kişi vardır? Lisans nedir? Kaç senede, kaç modül geçilerek ve kaç sene deneyim süreci geçilerek alınabilir? Tip kursu nedir? Lisanslı olmak her uçak tipinde imza yetkisi verir mi? C/S nedir anlarlar mı? Bu meslekte deneyimin önemini kavrayabilirler mi? Sıradan teknisyen diye geçiştirdikleri kişilerin tahsil seviyeleri nedir? Bilirler mi?
Dertlerimizi, sorunlarımızı, çalışma şartlarımızın zorluklarını, sorumluluklarımızın önemini anlatabilmek için, yukarda anlatmaya çalıştığım tanıtımların mutlaka kullanılabilmesi gerekir. (“http://www.uted.org/basinda-uted” Bu tür tanıtımlara devam edilmelidir.)
Medyamıza baktığımızda; pilot eksikliği, yabancı pilot çalıştırıldığı sayfa, sayfa yazılırken, aynı sorunlarla baş başa kalan Uçak Teknisyenleri ile ilgili tek bir haber bile yapılmamaktadır. Medyanın bu bakış açısı, siyasi hükümetlere, onların atadığı yönetim kadrolarına, hatta maalesef sendika yönetimlerine aynen yansımakta, onlar da her kes gibi vitrine odaklanıp, mutfağı görmemezlikten gelmektedirler.
Sonuç olarak, sizin ne olduğunuzun değil, nasıl göründüğünüzün önemli olduğu çalışma hayatımızda, mutfaktakilerin, vitrindekilerin olanaklarına sahip olamamaları, vitrindekilerin tabii ki suçu değildir. Ama, mutfaktakilerin de kendilerini tanıtma eksiklikleri ve bu konuyu önemsememeleri ve hak ettikleri yerde olmamaları, onların suçudur.
NOT/ Kılık, kıyafet konusu geçmişken, bir anımı anlatmak istiyorum:
THY Genel Müdürü Yusuf Bolayırlı, UTED’in ricasını kırmayarak, bizimle ilgili ihalelere mutlaka dernek temsilcilerinin de girmesini ve kendi giyecekleri elbise ve ayakkabılarını kendilerinin seçmelerini kabul etmişti.
Yine günlerden bir gün, hem resmi elbise, hem de ayakkabı ihalesi birlikte aynı güne denk geldi. Ayakkabıyı arkadaşlarımızla birlikte seçtik, sıra resmi elbiselerimize geldi. İhaleye dört firma katılıyordu. Bunlardan biri SARAR diğeri ise KİĞILI idi. Biz, UTED olarak; geçmiş senelerde KİĞILI’yı seçmiş ve memnun kalmıştık. Drop sistemi ile çalışıyor ve tek, tek provalı elbise diktiriyorduk. Diğer firmalar, kumaş kalitesi ve verdiği fiyat yüzünden elendiler ve son iki firma olarak SARAR ve KİĞILI kaldı. KİĞILI biraz daha yüksek fiyat vermişti. Biz tabii ki her zaman elbiselerimizi yapan KİĞILI’yı tercih etmiş ve ihale komisyonu başkanı da KİĞILI temsilcisine dönerek SARAR fiyatına yapar mısınız? demiş ve kabul edilmişti. Ben, iş bitti diyerek ihaleden ayrıldım. Teknikten İdari İşler Müdürümüz Yavuz Suyolcu, ihalede imza aşamasını beklerken, bir anda içeriye THY Genel Müdür Yardımcısı Sevgi Gümüştekin hanım girmiş ve ihalenin SARAR’a verilmesini istemiş. Yavuz Suyolcu, Sevgi Gümüştekin’e; “kullanıcı temsilcisi Sefa Bey, Kiğılı’da karar kıldı” diye cevap vermiş, ama Sevgi hanım; “ben ne dersem o olacak” diyerek ısrarcı davranmış.
İdari işler müdürümüz Yavuz Suyolcu Bey iki arada bir derede kaldığından beni aradı ve durumu anlattı. Ben arandığımda Bakırköy civarında idim. Bu olayı duyar duymaz, anında geri dönüp ihale salonuna gelip, Sevgi hanımla tartışmaya başladık. “Aynı fiyatla olmak kaydı ile siz bizim giyeceğimiz elbiselere nasıl karışırsınız?” dediğimde, ortalık sertleşti ve yapılan ağız dalaşı sonrasında Sevgi Hanım; “ben ne dersem o olacak” dedi. Ben de kabul etmeyeceğimi söyleyerek odadan ayrıldım ve doğru genel müdürümüz Yusuf Bolayırlı’nın makamına çıktım. Durumu anlattım ve ihaleye fesat karıştırıyor diye genel müdür yardımcımızı şikâyet ettim. Yusuf Bey beni sinirli görünce; Sefa Bey, “sen git ben hallederim” dedi. Ben de odasından çıktım ve eve gittim. Sonuçta; bizim dediğimiz, yani KİĞILI ihaleyi aldı. Şimdiki zamanda olsa genel müdür yardımcısını genel müdüre ihaleye fesat karıştırıyor diyerek şikayet etseniz sizce ne cevap alırsınız?
Bu tür anılar o kadar çok ki… Zamanı ve yeri geldikçe anlatmaya devam ederim.
Aynı Türkiye gibi tek adam sistemi içerisinde yürütülen THY ve ortaklıkları yönetiminde genel müdürlük makamları sözde var ve ortaklılıklardaki tüm yönetim THY’nin tek adamına sormadan adım bile atamaz iken bir dernek ne kadar işlevsel hareket edebilir ki? Bu nedenle dernek yönetimlerinin işleri çok zor.

Exit mobile version