Ülkemizde sivil havacılık sektörüne yönelik ilk yayıncılık girişimi; 1991 yılında düzenli olarak yayımlamaya başladığımız ve bu gün itibarı ile 201’nci sayısını geride bırakmış olan UTED adlı aylık dergiyle başlamıştır. Amatör katılımlarla, ama profesyonel bir ruhla yayımladığımız UTED dergisi’nin ilk sayısından bugüne, hala genel yayın yönetmenliğini ve yazı işleri müdürlüğünü resmen yürütmekle beraber, Airporthaber sitesinde de köşe yazarlığı görevini üstlenmiş durumdayım.
Bu hafta sizlerle; medyada son zamanlarda gittikçe artış gösteren yanlı haber yapanları eleştirmek ve günümüzdeki yayın ahlakını sorgulamak istiyorum.
Geçtiğimiz haftalarda çok iddialı konularda yazılar yazarak, kamuoyu yaratmaya çalıştım. Hatırlarsınız, THY’nin, Gelir Vergisi Kanunu’nu doğru uygulamadığını yazarak vergi kaçırdığını iddia etmiştim ve henüz bir yanıt alamadan, geçen hafta da THY’nin Lagos serüvenini yazmış ve elde edilen DFDR (kara kutu) bilgilerinin kamuoyuna hemen iletilmesi gerektiğini vurgulamıştım. Ne yazık ki; bu sürece –her nedense!- gizem hâkim oldu ve herkes suskunluğa büründü.
Benim anlayamadığım; şirkette (THY) elde edilen bazı başarılı uygulamalar kamuoyuna yandaş medya vasıtasıyla aktarılıp show yapılırken, neden yanlışlar, ya da merak edilen konular, aynı samimiyetle en azından sorulup cevap beklenmez.
THY gibi büyük bir şirkette, başarılı hamlelerin yanı sıra mutlaka yanlışlar da olacaktır. Aslında bunlar; uçuş emniyet ve güvenliğine zarar vermeyecek boyutlarda ise normal de karşılanabilir.
Fakat, iddialar uçuş emniyet ve güvenliğinin tehdit edilmesine yönelikse, iş başka boyuta gider.
Benim burada asıl sorgulamak istediğim; bilhassa THY’nin işine gelen yerlerde konuşup, işine gelmeyen yerlerde suskun hale gelmesi değil. Benim anlayamadığım, ülkemizdeki medyanın taraflı tutumunun, yaşamsal önemi olan konularda bile değişmemesi.
THY vergi kaçırmakla suçlanıyor, ses yok!
THY bakım atlaması yapıp SHGM’den büyük bir ceza alıyor, ses yok! THY’nin Lagos seferi yapan uçağı hala ne olduğu belirsiz bir durumda yolunu kaybediyor, ses yok!
Peki değerli gazeteci arkadaşlar, siz ne yazacaksınız? Siz bu şirketlerin PR’ını yapmakla mı, yoksa kamuoyuna gerçekleri yansıtmakla mı görevlisiniz?
Bu mu, sizin gazetecilik dediğiniz?
Gazeteleri elime alıyorum, kilo ile satsam nerdeyse gazeteyi almak için ödediğim paradan çok eder! (Özellikle Pazar günleri…)
Kullanılan haberler, haber başlıkları, yorumlar ve köşe yazarları genelde hep yanlı… Gazetelerin her köşesi adeta reklam kokuyor.
Ve bizler, o gazeteleri alıp bu yanlı haberleri okudukça, ilgili yayın organı, gazete satışından elde edemeyeceği rakamsal geliri, “beni şu kadar okuyorlar”, “bu kadar okuyorlar” diyerek, reklâm almak istedikleri yerlere bu tirajlarını göstererek gidiyorlar. Hatta bazı gazeteler; bedava gazete dağıtıyor ve sadece o gazeteyi almanız, okumayıp atmanız bile, ona tiraj pastasından pay elde etme olanağı sağlayarak, şirketlerin reklam bütçesinden büyük dilim almalarına ve güçlenmelerine yol açıyor. Bu nedenle, halkımız hem yanlı haber okumak zorunda kalıyor, hem de istemeksizin reyting kobayı olarak kullanılıyor.
Tabii ki; gazete olup ta siyasi yapılanmadan etkilenmemek olamaz. Halkın; gazete okumak, dünyada ve ülkemizde yaşanan olayları öğrenme, bilme isteğini kullanmamak olmaz. Hemen siyasi yapılanma oraya da el atarak, halkın öğrenme merakını ve yaşanan olayları, gazetelerinin profesyonel yazarlarına yorumlatarak, gündemi kendi istedikleri tarafa doğru yönlendirerek, ülkemizin geleceğine hükmediyorlar. Bu güçlü siyasi pazar, medyaya reklâm almaktan çok daha fazla ayrıcalık getiriyor.
Bu nedenle; Ülkemizde basın maalesef ikiye bölünmüş iktidar ve muhalefet yanlısı olarak iki grupta yer almaktadır.
Şimdi, sizlerin; ‘’sen de 1991 yılından bu yana, sektör el bir derginin genel yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürü ve şimdide köşe yazarı olarak basın sektörünün içindesin ve sektörle ilgili yazı yazanların en deneyimlilerindensin, dolayısıyla seni de aynı kategoride değerlendirmemiz yanlış olmaz” dediğinizi, duyar gibiyim.
Bu düşünce içinde olanlara; tüm samimiyetimle HAYIR! diyeceğim. Çünkü ben bu işi hala profesyonel olarak yapmadığım gibi, kadrolu ve maaşlı bir yazar da değilim.
Ayrıca, yazı yazdığım dergiler, yorum yaptığım TV kanalları ve tabii ki haber sitemiz; şimdiye kadar hiç bir zaman, ne konuşmama ve ne de yazılarıma müdahil olmayı düşünmediler bile…
Bir gün; düşündüğümü anlatamaz ve söyleyemez, yazmak istediklerimi de yazmaktan bir şekilde engellenirsem, burada zaten olmayacağımı, eleştirdiğim yapılanmanın içine girmeyeceğimi tüm samimiyetimle bilmenizi isterim.
Bu anlayış çerçevesinde; üstlendiğim Airport TV kanalının yönetim kurulu başkanlığını, yan gelip yatma yeri (!) olarak kullanmayacağımı, adeta bir program yapımcısı gibi her hafta sizlere kendi ekranımızdan seslenmeyi sürdürmeyi düşünüyorum.
KARA KUTU adıyla yayına girecek programımda, objektif yayıncılık ilkeleri doğrultusunda sektörü irdelemeyi, söylenmeyenleri deşifre etmeyi, kazaların oluşumunu bilgim dâhilinde değerlendirmeyi sürdürürken, canlı yayın konuklarıyla yapılacak samimi sohbetler sırasında; yapılanları, yapılması gerekenleri konuşacak, sizlerle gerek e-mail, gerekse telefon bağlantısı kurularak, konuların enine boyuna ele alınacağını belirtmek isterim.
Bizi, ekranda da yalnız bırakmamanızı ve TV’mizi sürekli izlemenizi diliyorum…
İyi haftalar…