Orgeneral Muzaffer Ergüder’in 1922-1930 yılları arasını kapsayan havacılık anıları Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından okurla buluşturuldu.
(E.) Hava Kuvvetleri Komutanı Org. H. İbrahim Fırtına‘nın yayıma hazırladığı eser, Ergüder’in 1924 ve 1927 yıllarında yaptığı inceleme gezisi raporlarını ve ayrıca 1926 yılında hazırladığı Hava Kuvveti Rehberi’ni de içeriyor.
Kitabın “İstiklal Harbi’nde İlk Hava Birliği” başlıklı bölümünde Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk havacıların önlerine çıkan hassas teknik problemlere ürettiği yaratıcı çözümler anlatılıyor.
Türk havacıların yokluğa karşı geliştirdiği bu yaratıcı çözümlere başta şüphe ile yaklaşan Ergüder, Türk askerinin yakaladığı başarıları şu sözlerle övüyor:
“Soyumu, Türk’ü düşündüm. Yokluk zamanlarında yoku var eden bu kuvvetin evlatlarının, karıncalar gibi çalışmaları karşısında, bir an için sonuca inanmamış olmaktan dolayı utancımı saklayarak, onlara başarılar dileyip yanlarından ayrıldım.”
Orgeneral Ergüder, Türk askerinin yokluklar içinde sürdürdüğü kurtuluş kavgasını şu sözlerle özetliyor: “Zaten zaferi mutlaka elde etmek isteyen insanların yapacağı şeylerden başka bir şey de yapmıyorduk.”
İşte Orgeneral Ergüder’in anılarındaki “İstiklal Harbi’nde İlk Hava Birliği” başlıklı o bölüm:
“İzmir, Aydın, Menemen, Ayvalık, Balıkesir, Bursa önlerinden beri Anadolu, kendi İstiklal Harbi’ni daha çok milis kuvvetleriyle idare etmişti, fakat artık düzenli orduyu kurmak sırası da gelmişti. Terhis edilmiş ordu birliklerinden elde kalanlar, zayıf birer kadro hâlindeydiler. Bir piyade alayı, küçük bir bölük çıkarabiliyordu. Bu kadroyu alay hâline getirebilmek için er mevcudumuz çoktu. Zaten subaylar da istilaya uğramış yerlerde kalmayarak Anadolu’da açılan bayrağın altına koşuyorlardı. Genişleyecek olan bu kadroya gerekli olan elbise, teçhizat, silah, ulaşım araçları, mühimmat yoktu. Anadolu’nun köşe bucağı aranıyor, nerede ne bulunursa Batı Cephesi’ne akıtılıyordu. Askerlik şubelerinin depolarında dağınık yerlerden elde edilen kullanılmış hatta eski de olsa elbise, ayakkabı, her cins ve çapta tüfek, cephane batıya doğru taşınıyordu. Batı Cephesi’nde kuvvetli bir ordu kurmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti olağanüstü bir emek harcıyor, bütün millet de bu emeği destekliyordu. Uzaklardan, İstanbul ve civarından kaçıp gelen her subay, Anadolu’ya girerken bulabildiği birkaç bombayı, mermiyi, tabancayı, tüfeği de beraber getirmek için uğraşıyordu.
Tayyare subay ve makinistleri de kendi sınıflarına yarayacak, mesela, bir top kanat bezini, şeridini, birkaç bujiyi veya manyetoyu, tayyare makineli tüfeklerini beraberlerinde getiriyorlardı. Dünya Harbi cephelerinden çekilebilmiş sınırlı sayıdaki tayyareler, Konya’da ve daha ötede beride birkaç yıldan beri kar ve yağmur altında kalmış olan bu tayyarelerin onarılması, kullanılır hâle getirilmesi olağanüstü güç bir teknik mesele idi.
Binbaşı rütbesinde, Eskişehir’de Batı Cephesi Komutanlığının Kurmay Başkan Vekiliydim. Tayyarecilerin önündeki bu büyük teknik problemi, diğer sınıf subaylarının kavramasına imkân olmadığı gibi benim de bu alanda etraflı bir bilgim yoktu.
Batı Cephesi’nin ilk tayyare birliğini oluşturmaya çalışan on beş, yirmi havacı subay ve teknik personelin Konya’dan getirdikleri birkaç eski tayyareyi tamir etmek için yaptıkları çalışmaları dikkatle izliyordum.
Bir gün, bir tayyarenin kanat bezine fırçalarla bir sıvının sürüldüğünü görmüş ve bunun ne olduğunu sormuştum. Alınlarından terler akan bu personel, şöyle cevap verdiler: “Efendim, işe yarayabileceğini umduğumuz tayyarelerin kanat ve gövde bezleri, basıncın etkisiyle gevşemiş ve özelliklerini kaybetmişlerdir. Bunların, ancak emayit denilen bir sıvı ile gevşeklikleri gerdirilebilir. Bizim emayitimiz yoktur. Aklımıza şöyle bir çare geldi. Patates suyu, yumurta ve paça suyunun karışımından elde edeceğimiz sıvı, belki emayitin yerini tutarak, gövde bezlerine gerekli olan özelliği kazandırabilir. İşte şimdi, bu işleme başladık.”
Tayyareciliği bilmiyordum. Daha önce okumuş olduğum birkaç eserden, bu işin ne kadar hassas ve teknik problemlere dayandığını öğrenmiştim. Bizim havacıların bu icadını öğrendiğim zaman sonuca inanamamış, hele tayyarelerin ötesine berisine, gelişigüzel takviyeler yaptıklarını gördükçe güvensizliğim artmıştı. On beşlik obüs toplarına yine hemen orada kama yapan diğer teknik elemanların elde ettikleri başarı, bende bir ümit ışığı uyandırdı. Zaten zaferi mutlaka elde etmek isteyen insanların yapacağı şeylerden başka bir şey de yapmıyorduk.
Soyumu, Türk’ü düşündüm. Yokluk zamanlarında yoku var eden bu kuvvetin evlatlarının, karıncalar gibi çalışmaları karşısında, bir an için sonuca inanmamış olmaktan dolayı utancımı saklayarak, onlara başarılar dileyip yanlarından ayrıldım. Elimden gelen ikmal yardımını ben de yaptım.
Birkaç gün sonra, Türk motorunun gürültüsü, Eskişehir’de havayı sarsıyordu. İlk tayyare bölük komutanı, ilk tayyaresinin uçuş eğitimine başladığını, ikincisinin hazırlanmakta olduğunu, Cephe Kurmay Başkanlığına telefonla haber vermişti.
Birinci İnönü günleri gelip çatmıştı. Bursa istikametinden Eskişehir’e doğru ilerleyen düşman ordusu, İstiklal Harbi’nin ilk düzenli ordusuyla İnönü mevzilerinde karşılaşacaktı. Pi-yade alaylarımızda her cinsten tüfek vardı. Tüfek başına elli mermi bulabildiğimize seviniyorduk. Bazı taburlarda süngü, kasatura yoktu. Göğüs göğüse dövüşte; dipçik, yumruk kullanılacaktı. 4 topa 100 mermi verilmişse batarya oluveriyor ve cepheye koşuyordu. Topların çoğunu öküz ve mandalar çekiyordu. Süvariler, eğer bulamamışlarsa, palana hatta se-mere biniyor; kılıç verilmemişse yatağan, bıçak ve balta ile silahlanıyorlardı.
Bu yokluklar içinde oluşturulan ve mükemmel bir emir komuta ile sevk ve idare edilen ilk disiplinli ordu, Anadolu’nun ortasında düşmanı durdurdu.
Bezlerine paça suyu sürülmüş, ötesi berisi yamanmış, perçinlenmiş iki üç tayyaremiz, İnönü’deki bu ordu ile iş birliği yapıyor, uçuyor, keşfediyor hatta düşman kuvvetleri üzerine birkaç bomba bile atabiliyordu. Düşman, hiç de beklemediği bu düzenli ordu direnişi karşısında duramadı, bocaladı ve binlerce askerini İnönü dolaylarında serilmiş olarak bırakıp çekildi. Kılıçsız süvarilerimiz onları takip ettiler. O birkaç tayyaremiz de düşmanın ricatını zorlaştırmıştı. İnönü Muharebesi kazanılmıştı.
Beş, on tayyareci ve makinistin günde, velev bir tek tayyare uçursalar bile elde ettikleri başarının değerini taktir ederek adlarını, yazılacak Türk havacılık tarihinin baş sayfalarına dizmek, tarihçilerimiz için kutsal bir borçtur. Ben, o zaman tayyarecilerin tamamen içlerine karışmış ve onların aralarında ve saflarında bir görev üstlenmemiş olduğum için ayrıntılara giremiyor, şimdi kimsenin adını yazamıyorum. Aklımda kalan isimler var, ancak unuttuklarımı yazmadan geçerek, bütün şerefi birkaç isme mal etmek bir haksızlık olacağından, bu mütevazı kahramanların hepsini bu küçük hatıralarımın başına geçirmeyi daha uygun buluyor ve İstiklal Harbi’mizin o zamanki ilk tayyare bölüğünü saygıyla anıyorum.
Millî Mücadele’nin bu ilk tayyare bölüğü, Erzurumlu Nafiz Bey’in Avrupa’dan kaçırıp bölüğe hediye ettiği dört tayyare ile düşmandan Sakarya Muharebesi’nde ele geçirilen iki tayyare ile güçlendi. Batı Cephesi ordularının harekâtına şerefiyle katıldı.”
Odatv.com
3 Yorum
- Yorumların Sıralanışı
- Yeniden Eskiye
- Eskiden Yeniye
savaşı kazananlar toprak alır kaybetmez kusura bakmada yunanlar zaten kazandı netin kafası bu izmiri işgal etti yarısı yunan adalar musul kerkük sahi biz kazandıkmı toprakları verince
Allah onlardan razi olsun
Senin ya kafan kıyak, yada at gözlüğünü çıkarmadan bakıyorsun. Bi ayıl da öyle yorum yap bari.