Sendikacılık, günümüzde; amacı olan çalışanların emeğinin korunup savunulması, ekonomik demokratik hakların kazanılması ve kazanımların savunulması olan asli görevinden uzaklaş(tırıl)mış ve artık ne yazık ki, neredeyse işlevsiz bir duruma gelmiş olduğunu birçok kez dile getirmiştim. Sendikacılığın amatör ve çalışandan yana olan ruhu resmen meslek haline gelmiştir.
Şirket yöneticileri bile sürekli değişirken, sendika yönetimleri hemen hemen hiç değişmemekte, yerlerinde kalmak için birçok entrika çevirebilmektedir. İşverenler ve onların dümen suyunda oldukları iktidarların destekleriyle, uzun yıllardır ‘yönetimini’ sürdüren yöneticilerin sendikacılığı resmen “sendika ağalığı” sistemine dönüştürmesine müsaade edilmiştir…
Bu durum; sendika yöneticilerini sorgulamayan, kolay kandırılan ve demokratik sendikal yaşam geleneğini ve geçmişini unutan (veya bilmeyen) işçi yapısı oldukça da sürüp gidecektir.
Teknik A.Ş’de çalışan birçok meslektaşımın özel ricası ile tarafsız arabulucuda olan Toplu iş sözleşmesini yakinen takip etmekteyim. Sendika tarafından 6 Mayıs’ta işverene sunulan taslak metni kabul edilmemiş ve toplu iş sözleşmesi tarafsız arabulucuya gitmişti. Bu Çarşamba yani 29 Ağustos 2018 günü işveren ve sendika yönetimleri tarafsız arabulucuda bir araya gelecektir.
Hatırlarsanız, Çelik İş tarafından işverene sunulan toplu iş sözleşmesi taslak metnindeki sendikanın ilk altı ay için istediği %14 ü komik bulduğumu belirtmiştim. Benim komik (yetersiz) bulduğum bu isteğe karşı işveren ise daha da komikleşmiş ve %8 veririm demişti.
Tarafsız arabulucuda bulunan taslak ilk altı ayda %14 rakamını içeriyor. Mayıs 2018 in başlarında işverene sunulan taslaktaki bu rakam, TL’nin değer kaybının maksimumlara ulaştığı bu günlerden çok önce olduğundan, mutlaka ve mutlaka revize edilmesi gerekir.
Bu nedenle, Çelik İş sendikası yönetimi tarafsız arabulucuya, günün şartlarını öne sürerek sözleşme taslağının revize dilmesi gerektiğini söyleyebilir. Çünkü ilk altı ayda %8 zammı uygun gören Teknik A.Ş yönetiminin, sendikaya sundukları %8 zam teklifinden vazgeçip, sendikaya “hadi sizin dediğiniz olsun, isteğiniz olan %14 ü verelim ve bu şekliyle imzalayalım” diyebilir.
Sendikalar, kurtlar sofrası dediğim işverenin karşısına oturmadan, kendilerine göre bir taslak hazırlar ve bunu karşı taraf sunarlar gibi görünse de bazı sendika yönetimleri taslak öncesinde işverenle birlikte birçok maddeyi, taslağı yapmadan önce görüştükleri bilinen bir gerçektir.
Taslaklar; oluşturulmadan önce, sendika tarafından genelde anketler yapılır ve çalışanlara sorular sorulur. Bu anketin yapılmasının nedeni, aslında çalışanların beklentilerini öğrenmek amaçlı değildir. Buradaki amaç, ”Bu Toplu İş Sözleşmesi taslağını, sizlerden aldığımız istekler doğrultusunda, birlikte hazırladık ”diyerek; işçilerin, sendikanın ortaya koyduğu istekleri sahiplenmesini sağlamaya yöneliktir
İstekler, zaten ülkenin sosyo-ekonomik durumu çerçevesinde bellidir. Eskiden olduğu gibi afakî rakamlar öne sürerek toplu iş sözleşmesi masasına oturup, sonra da işçileri hayal kırıklığına uğratacak uygulamalar, artık işçiler için inandırıcı olmaktan çıkmıştır. Bunun yerine, genelde ayağı yere basan taslaklar sunulmaktadır. Ama yine de bazı grupların (derneklerin) isteği olsun diye yazılan metinlere masa başında gerekli olan destek fazla verilmeksizin “Ne yapalım? Biz istedik, işveren vermedi” denilerek geçiştirilmeye çalışılır.
Önemli olan; sendikaların ne istediği değil, ne alabileceğidir.
Çok eskiden yani, 7.Dönem Toplu İş Sözleşmesi görüşmeleri sırasında ortaya konan taban-tavan arasında oluşan 1/7 lik ideal oran ışığında yapılan iş değerlendirmesi, zamanla üstünde oynana, oynana gerçekçiliğini kaybetmiş ve grupsal çıkarların savunulduğu bir sistem haline gelmiştir. Artık iş değerlendirmeleri ve gruplar arasındaki farklılıklar, bilimsel kriterlere göre değil, ilgili grubun oy, etkinlik, temsilci ve etkili delege kapasitesine endekslenmiştir. Yani gücü olan, kuralı koyar hale getirilmiştir.
Çünkü temsilcisi ve delegesi etkin olan ve sendika yönetimine karşı etkili olan gruplar, her zaman pastanın en büyük dilimini kendilerine ve gruplarına almışlardır.
İşverenler; kendi istedikleri gruplara pastadan fazla pay vermek isterlerse, bunu sendika yönetimine sözleşme metnini almadan önce taslağa yazdırtmak suretiyle veya daha sonra bu hakların verilebilmesine olanak sağlayacak esnek maddelerle sözleşmenin bitmesini bekleyerek, istediklerini toplu iş sözleşmesinde olsun veya olmasın yaparlar. Burada karşılıklı tavizler ön plandadır.
Örneğin: Toplu İş Sözleşmesi-Madde 6’da görüldüğü üzere; “Üyelere eşit işlem yapılması ”maddesinde, toplu iş sözleşmesi dışında tek taraflı bir iyileştirme yapılamaz denileceğine, “sendikadan görüş alınır” yazılmış ve buna dayanarak Teknik’teki mühendis arkadaşlara kıdemli mühendis(!) unvanı adı altında fazladan ücret verilebilmesi sağlanmıştır. Teknik A.Ş de kıdemli memur, işçi yok mudur(?!)
Haklı olmak, mağdur olmak, mesleğinin önemini ve olması gereken dilimi bilimsel verilerle anlatmak boş işlerdir. Hesaplar hakkaniyet ölçülerine göre değil, önceden belirlenmiş bozuk dengeler üzerine kurulmaktadır. İşverenler o sözleşme döneminde kendilerinden çıkacak rakama endekslenmişlerdir. Sendika ise bunu paylaştırmaktan başka bir işlevi bugün için maalesef bulunamamaktadır.
Mesela bir uçak teknisyeninin hakkını almak kolaydır. Peki, o hak alındığında diğer Lisanssız teknisyenlerin ve diğer yer personelinin sendikaya bakışı ne olacaktır. Oralardan oy alınabilecek midir? Hesaplanması gereken ve yazılacak, anlatılacak birçok şık vardır. Kısaca sistem hakka ve adalete göre değil, beklentilere endekslidir.
Bugünkü uygulamada olduğu gibi; işçinin hakları için mücadele eder gibi görünüp, aslında işverenle karşılıklı anlaşarak; sözleşmenin basit ve önemsiz maddelerinde; masada personelle birlikte, sözleşmenin işçileri ilgilendiren can alıcı para maddelerinde, yani, imza günlerinde ise kapalı kapılar ardında yapılan özel görüşmelerle masa başı uzlaşmacı sendikacılık anlayışı, özellikle son 8 yıldır oldukça yerleşmiş durumdadır.
Değerli arkadaşlarım, değerli okurlar; Sizlerin içinden çıkıp gelmiş biri olarak; sizlerin her konudaki özlemlerinizi, beklentilerinizi iyi biliyorum. Profesyonel olarak hiç bir yere bağlı olmamam, hiç bir yerden emir ve maaş almamam, en ödünsüz yazıları yazan biri olmam dolayısıyla, yani sendikanın her zaman karşısındakini yıpratma adına söylediği” İşverenin adamı” tanımlamasına kesinlikle uymadığım için; hak, adalet adına sessiz çoğunluğun özgür kalemşorluğuna devam ediyorum.
Bu fikirler, benim 30 senelik sendika üyeliğim ve 19 senelik dernek başkanlığım döneminden elde ettiğim deneyimler olup, her yazımda olduğu gibi; yoruma, eleştiriye açıktır.
Sonuç olarak; THY ve Teknik A.Ş toplu iş sözleşmelerinde; -her zaman gördüğüm bu filmin- her ne kadar aktörleri ve senaryosu aynıysa da, bu sefer en azından değişik bir versiyonuyla karşılaşmanızı dilerim.
Not/ Yazımın başlığındaki deyiş “Nikko Heru” ya aittir.