Geçen hafta yazdığım “Sözün bittiği yer” başlıklı yazıma gelen yorumları okuduğumda; SHYO öğrenci ve mezunlarının ilk kez İstanbul’da başlayan ve daha sonra ülkemizin bir çok kentine yayılması planlanan Part-66 Lisansınayönelik serzenişte bulunduklarını gözlemledim.
Gençlerimizin yazdığı yorumlardan; Alman sivil havacılığı kanalı ile 49 günde tüm modüllerdeki müfredatın ve sınavların bitirilerek SHY/JAR-66 değil, uluslararası geçerliği olan Part-66 alınabilmesine özendiklerini ve bizde neden olmuyor diyerek hayıflandıkları izlenimini aldım.
Evet; “Sözün bittiği yer” diye başlık atarken aslında ben de onların bu serzenişinin haklılığını onlardan önce sezinlemiş ve benimle aynı görüşte olacaklarını düşünmüştüm. Beklediğim gibi oldu ve köşe yazıma bu konuyla ilgili onlarca yorum atıldı.
Sözlerin bittiği, sözcüklerin tükendiği yerde isen, yeni bir başlangıcın da başındasın demektir. Her tükeniş bir başlangıcın ilk adımıdır. Kader değildir sözün bitmesi. Önemli olan, sözün bittiği yerden tekrar dönebilmek ve yeniden söze başlayabilecek konuma gelebilmektir.
Bu hafta her zamankinden farklı bir tablo çizerek, öğrenimdeki gençlerimizin layık olduğu konuma gelebilmek için devletimizin yapması gereken atılımlara değineceğim. Ülkemizde okullarımıza ne yazık ki niteliklerine göre değil daha çok sayısal değerlerine göre bakılıyor. Yine her zaman sıklıkla yazdığım gibi; “Var mı?- Var” mantığı hakim. Aileler, çocuklarının geleceğini şekillendirebilmek için varını yoğunu ortaya koyup, onlara belki de kendilerinin yaşayamadığı mutlu bir yaşam vermeye çalışıyorlar.
Aile yapılanmamıza bakıldığnda, bu yazdıklarıma hak vereceğinizden eminim. Çünkü ben de sizlerden biriyim ve ben de aynı duygularla bu gözlemimi sizlerle paylaşıyorum. Peki; ailelerin bu özverisine karşın, gençler geleceğe ümitle bakabiliyorlar mı? Hayır…
Neden hayır?Çünkü; bir çok okulumuz, verdiği branş eğitimlerinde kesinlikle yeterli değil. Eğitmen kadrosu olarak, atölyeler olarak, laboratuarlar olarak çok eksiklikleri var.
Sivil havacılık konularına yönelik yazı yazdığımdan, konumdan uzaklaşmadan sektörümüzdeki eğitim veren kurumları irdelemek istiyorum.
Evet; SHYO’larımızın, özellikle teknik bölümlerine yönelik gözlemlerimi bu hafta sizlerle paylaşmak istiyorum. Bildiğiniz üzere; bazı SHYO’ların öğrencileri beni okullarına davet ederek, sektörde karşılaşacakları sorunlarla ilgili söyleşi yapmamı istediler. Ben de bu daveti kırmayarak, okullarına gittiğimde alt yapısız bir ortamda nerdeyse 2.Dünya harbinden kalma motorlarla ve okulun kendi yetersiz maddi imkanları ile kurdukları son derece yetersizlikler içeren atölyeler ve laboratuarlarda çağımızın en teknolojik aracı olan uçak sistemlerini öğrenmeye çalıştıklarına tanık oldum.
Bu okullar, devletten çok komik ödenekler alarak öğrenimlerini sürdürmeye çalışırken bazı hayırseverler de bu okullara yardım ediyorlar. Ancak bu yardımlar; öğrenci için gerekli olan takım, donanım, laboratuar veya atölyelerin yeterli hale gelmesi için değil, okula bina yaptırıp, kapılarına kendi isimlerini koyma gibi şekilci yaklaşımlara hizmet ediyor.
Yine başa dönelim ve ailelerin; çocuklarının öğrenimlerini tamamlamaları için yaptıkları özveriye karşın ne kazandıklarına bir bakalım. Bu gençler, ailelerinin ve kendilerinin istekleri doğrultusunda bu okullarda yeterli eğitimi görerek, eğitimlerin sonunda mesleki yeterliliklerini sektöre kanıtlayarak, hak ettiği ücreti alarak ailelerine yük olmaktan kurtulup, sisteme dahil olabiliyor mu?
Tabii ki yine Hayır.
Peki; Neden olamıyor?. İşte sözün başlayacağı yer burası.
Okulların bu yetersizliğini bilen sektör, okul biter bitmez, bu okulda alınan eğitimi önemsemiyor tekrar onlara kurs uygulayarak, zamanını ve parasını alıyor ve bunun mutlaka gerekli olduğu vurgulanıyorsa, burada devletin okullarının müfredatının sorgulanması gerekmiyor mu?
Peki; sektör ne yapıyor? Okulların bu müfredat ve atölye,laboratuar eksikliğini bahane ederek kendi işleri olmayan ekstra eğitim satışı ile nemalanmaya çalışıyor. Kendi çalışanına yönelik vermek zorunda olduğu kursları baştan bu öğrencilere satarak hem kendi hizmet kalitesinin yükselmesinin yanı sıra bundan birde maddi nemalanma yoluna gidiyor.
Aslına bakacak olursak; Okul okulluğunu bilse ve kendine 4+1 sene öğrenim almak ve karşılığında bir meslek sahibi olmak için gelen öğrenciye sahip çıksa, teori ve pratikte son derece başarılı bir öğrenimle bu öğrencinin mezuniyetinde bu mesleğin olmazsa olmazı lisansını vererek mezun edebilse, iyi olmaz mı? Olur… Bal gibi de olur…
Çünkü; Devlet bu işi beceremeyince, bazı uyanıklar çıkar ve bu boşluktan yararlanarak kurslar açar, literatürde olmayan teknisyen yardımcılığı kadroları yaratarak ucuz iş gücü sağlamaya yönelik eleman yetiştirir ve bu hizmetleri karşılığı para alır.
Diyelim ki; Bu okullu kursiyer ekstra olarak verilen paralı kursuda başarılı olarak bitirerek o şirkete kabul edildi. Bu durumda şirketi ondan faydalanabilmek için kendi filosundaki uçaklara yönelik yine kurs verip onları kullanmak zorunda.
Evet; buna da çözüm bulunmuş, kurs adayının göreceği kurs süresi dikkate alınarak kurs başlamadan çalışan senetle borçlandırılıyor. Bu kurstan sonra, bizde en az 3 sene çalışmak zorundasın veya bu süreçten önce gidersen “şu kadar veya bu kadar” parayı ödeyip gidebilirsin mantığıyla hukuksuz davranışlar sergileniyor.
Sistem; aynı “Kunta Kinte” sistemine dönüşmüş; İşe ihtiyacı olan kişiler bu istekleri ya kabul ediyor yada işe bile alınmıyor. Alınırda kurs görmek isterse o borç senedini imzalamak durumunda bırakılıyor.
Şirketlere sorsan onlarda diyor ki; “Çalışanlara kurs gösteriyoruz sonra daha yüksek ücret bulup kaçıyorlar” Borçlandırmasak şirketimiz boşuna eğitim maliyetine katlanacak. Baktığında oda haklı gibi görünüyor. Ancak; çalışanı kaçmaya çalışan şirket yönetimi “ya bu çalışanım, benim şirketimi neden terk etmek istiyor” diye düşünmüyor veya düşünmek işine gelmiyor. Borçlandırıyor olup bitiyor.
SHGM’mizin ECAC Eğitim başkanlığını sürdürdüğü bu zamanda bu eğitimimiz ile ilgili gerçekler size de ilginç geliyor değil mi?
Kısaca; sistem ve kurallar sadece çalıştırandan yana. Altta kalanın canı çıksın misali uygulamalar var. Sorarsanız alacağınız cevap belli; İşine gelirse kardeşim.