featured

KIRILMA NOKTASI

 
Garip isimler duyarız bazen, anlam veremeyiz “ölüm kanyonu” gibi. Ne yani, oraya giden ecelinden önce mi ahirete yollanıyor? Öncesi diye bir şey yok! Vakti, saati gelmiş ki o anda orada. 1954’de Tepebaşı Dram Tiyatrosunda,bir oyun seyretmiştim, çocuktum daha. Jacque Deval’in yazdığı ve Necdet Mahfi Ayral’ın yönettiği “Bu Akşam Semerkant’da” adlı oyunun küçücük belleğimde kalan tek sahnesi; padişahın sağ kolu vezir-i azamın ölüm korkusu ve Azrail’den kaçmaya çalışırken, kendi ayağı ile Semerkant’a gidişidir. Uzun bir hikaye ama çok düşündürücü. Ne demişti Azrail: “ben de seni Semerlant’ta bekleyeceğimi söylemeye gelmiştim”. Lafın özü, kimse kaderin önüne geçemez!
Bir zamanlar, Ankara-Kızılcahamam girişinde TIR ve kamyon şöförlerinin korkulu rüyası virajlar vardı, dön dön bitmez, kazadan geçilmez! 1977 Yılına ait bir belgeselde (The World About Us) bir- iki bölüm Türkiye’de çekilmiş ve yönetmen, virajlar bölgesinden “ölüm kanyonu” olarak bahsetmişti. Çünkü çok canlar yakmıştı. Vadinin muhteşem güzelliğine rağmen riskli ve meşakkatli bu bölgeye “Kargasekmez” demişler.
Gel gör ki, Kargasekmez bir tane değil! O bölgeden oldukça uzakta, İstanbul’da havalimanına “Yeşilköy Havaalanı” denilen yıllarda bir “Kargasekmez” daha vardı. Meydan küçük olduğundan, bazı uçaklar buradan yolcu alır veya bu kuş uçmaz-kervan geçmez noktada yolcu indirirdi. Kapıya yanaşacak bir körük olmadığından, yolcu otobüslerle taşınırdı. “Eski hangar” dediğimiz bölgenin ötesinde, çayırlık-çimenlik, bol rüzgar alan bir yer. Öyle bir rüzgar ki kanatlayıp uçuracak cinsten. Hangara girecek, bakıma alınacak uçaklar bu bölgede mevzilenirdi. Motor engine test bölümünün, kulakları sağır eden gürültülü ses dalgaları buradan çevreye yayılırdı. Daha da ötesi 50’li,60’lı yıllarda Haramidere, Çobançeşme ve Kargasekmez’e  karlı kış günlerinde kurtların indiğinden bahsedilirdi. Gözünle görmen şart değil, inanırsın. Devlet Hava Meydanları adını taşıyan şirketin personel otobüsü Yeşilköy’den kalktığından, hemen hepsi vardiyalı çalışan teknik personel haberleri köye iletiyordu. Kargasekmez aynı zamanda bir mahalleydi, gecekondu mahallesi, ters istikametindeki Haramidere gibi.
*****
1930’lu Yıllarda Romanya ve Bulgaristan’dan gelen Romanlar Haramidere’ye yerleştirilmişler. Şehir içinde istenmediklerinden, ihtiyaçlarını karşılayıp dönerlermiş. Bir Çingene üssü haline gelmiş. Çoook eskiden bir dere akardı buradan, arabası olanlar ağaçlar altında kuş sesleri ile şenlenen mesire yerine gelir, şimdiki tabiriyle piknik yaparlardı. Dere üzerinde Osmanlı’dan kalma bir köprü. Acaba duruyor mı? Bu civarda ve köprüde haramiler gezermiş, adını oradan almış. Upuzun ağaçlar arasında yazın bile üşütesi rüzgarı vardı. Eski yıllarda şehirler arası otobüs yolculuğunun merkezi yine bu semt. Dinlenme tesisi ve et lokantaları ünlü. Haramidere, yıllar sonrasında, gümrüksüz satış merkezi gibi olmuş. Tekneler denizden yanaşıyor, bi ıslık, çingeneler kaçak malları arabalara yüklüyorlar, hadeee rastgele!
Şimdi Haramidere nerede derseniz eğer, şöyle tarif edebilirim; Avcılar ile Beylikdüzü arasında, petrol ofisi tesisi ve Ambarlı elektrik santralini içine alan organize sanayi bölgesi.
****
Ambarlı, Avcılar’a bağlı, deniz kıyısında şirin bir yerdi. Mübadele yıllarında burası da değişime uğramış. Rumların bıraktığı Ambarlı’ya Yunanistan’ın Omberiya köyünden gelen Türkler yerleştirilmiş. O köye de Giresun ve Samsun’dan giden Rumlar. Rumlar sadece balıkçılık ile uğraşıp geçinirken, bu yöreye yerleşen Türk çiftçiler zorlanmışlar. “Biz burada nasıl yaşar, nasıl geçiniriz” diye dertlenmişler, Atatürk denizi göstermiş. Öylesine asude, dingin bir yerdi ki, güneşin batışını soluksuz izlerdik. “Bal Mahmut” olarak anılan Mahmut Baler’e ait dinlenme tesisinin olduğu sahildi burası. Öylesine konuşkan, konuşurken ağzından bal damlayan bir sohbet adamıydı Mahmut Baler. Ailesi Osmanlı’ya dayanan, Antalya’da doğup İzmir’de tahsil görmüş bu görgülü, şirin beyefendinin çevresi,  her zaman sohbetine doyamayan insanlarla çevriliydi. Hafif peltek diliyle, günün koşullarına uygun fıkralarla başlar, geriye eskilere uzanır, döner-dolaşır, konuyu yine başladığı noktaya getirir, bitirirdi. Hele azınlık lehçelerini taklit edişi eşsizdi. Akşam yemekleri için her zaman miasafirleri olurdu. 8-10 Yıldır İstanbul boğazında Reine, Sortie gibi yerlere denizden gelmek moda ama yeni bir adet sanılmasın, sadece tekrar. 70’li Yıllarda Adalar’dan, Moda’dan, Kalamış’dan teknelerle önemli misafirler Baler Motel’e akşamın 9’dan itibaren gelirlerdi. Konukların arasında; başkan, bakan, milletvekili ve aileleri ile arkadaşları ve bazı gazeteciler olurdu. Bol sohbetli bir yemeğe başladıklarında, biz çevre masalarda yemek yiyenler de kahkahalı bu sohbetlerden nasibimizi alırdık. Hiçbir yer kapatılmazdı yani, her şey halkın arasında ve gözü önünde. Akıl, izan ve edep öyleydi.
Zaman içinde, Ambarlı köyü ile Avcılar birleştirilmiş. Adı “Avcılar” olmuş. 50’li Yıllara kadar ayaklarında tahta takunyalar ile Yeşilköy ve Florya tarlalarına giden köylü kadınlar çeşitli tahıl, soğan, ayçiçeği, kavun-karpuz yetiştirir, yoğurt imalatı yapar ve ürünlerini iskeleden kum tekneleri ve yelkenliler ile İstanbul’a gönderirken, hayvancılığı ve balıkçılığı önemsememişler. Su Avcılar’a Çobançeşme’den borularla aktarılırdı. Kısacası Haramidere, Avcılar, Ambarlı ve Çobançeşme mavi ve yeşildi, tabiattı, görkemdi, doğa harikası yerlerdi. Sabahın köründe kalkıp yola koyulan avcı gurupları buralara gelirdi. Artık kısmette ne varsa; turna, bıldırcın, keklik, ördek, mevsimine göre.
****
İstanbul’un her bölgesinde istimlakler başlayınca anlattığım yöreler bitti. Sadece ava gidenler, piknik yapanlar değil, biz havayollarında çalışanlar da bu yörelerin hayranlarıydık. Uçak kalktığında tırmanırken üzerinden geçilirdi.
-Pull up- pull up, kokpit lövyeyi çekiyor. İrtifa alıyor uçak. Propoller uçakların altında uzanan orman, dere, göl ve deniz birden karardı. Tabiat örtüsü yok oldu. Jetler yükselirken, aşağılarda karanlık sokaklar, mahalleler vardı artık. Geriye dönüş olanaksızdı. Gidin oralara şimdi Romanlar var yine, villalarda yaşıyorlarmış ama mutlu değillermiş. Kimsenin Haramidere’den, Ambarlı’dan filan haberi yok, yine de sizi “buyur be güzelim, buyur gaco”diye karşılarlar, neşeli insanlar. Bir de radyo açmışlar şimdi, ala!. Haber ve müzik ağırlıklı olan Radyo Roma, Bulgaristan’ın kuzeyindeki Vidin kentinden yayın yapıyor, bizimkiler de dinliyor.
****
Oldukça büyük bir baraka; Kargasekmez’de dış hat uçuşlarından gelen yolcuların ilk giriş kapısı. Gümrükçüsü burada, valizini almaya çalışan yolcu burada, yolcu peşinde koşuşturan, yük taşımaya çalışan, seslenen hamallar yine burada.  Bir gürültü, bir kıyamet sorma gitsin. Dış hatlar barakasının çıkış kapısı önünde THY servis otobüsü, taksiler bir de emniyet amirliği. Ana meydana ne olduğunu sorarsanız eğer, hap kadar yer, yabancı havayollarına hizmet veriyor. KLM, Swissair, Pan Am gibi. Onların da üstü tenteli özel bir merdiveni var. Öğle saatlerinde Pan Am gelirdi mesela.”Kanape Havayolları” diye bir isim takılmış. Nedeni belli, her daim yemek mi çıkaracak yani? Kanape(canape) de olsa sandviç de olsa, yolcunun başka alternatifi yok! 001 ve 002 Sefer sayılı 2 uçağı vardı. Biri batıya, diğeri doğuya uçardı. Böylece bizim uçaklara da Kargasekmez kalırdı. Sonrasında bugün İç Hatlar binası olarak kullandığımız Dış Hatlar binası devreye girdi. Tek kelime ile muhteşemdi. Arkadan medar-ı iftiharımız yeni hangara kavuştuk, hani Cem Kozlu’nun genel müdür olduğu dönemlerde camiayı toplayıp konuşma yaptığı yer. Tüm o sözler tutulmuş, THY atağa kalkmıştı, öyle bir yönetici işte!
Havaalanı, yap-işlet-devret metodu ile havalimanı oldu, coğrafi açısı değişti. TAV gurubu(Tepe-Akfen-Ventures) beklenenin ötesinde, mükemmeli yarattı. Nereden nereye?
Uçakların, hangarların, yolcu giriş-çıkış, gümrük ve mock-up eğitim binalarının Kargasekmez ve Florya’ya kadar uzanacağı, aprondan özel kartlarla E kapısı diye geçiş yapılacağı kimin aklına gelirdi? Evet, görevliler gerçek simulatörlerde eğitim alıyorlar ama doğanın talan edilmesi neden? Hangi Avrupa ülkesi ormanın koynunda yeniden yapılanıyor? Deniz-dere-göl kıyısında veya dağlardaki örtüyü acımasızca harap ediyor? Doğanın ruhuna ters, tabiatın dengesine aykırı düşmemek gerek. Büyümekse büyümek ama gaddarca değil!
****
Yeni iş olanakları, zorunlu yerleşim ve sağlık merkezleri derken Yeşilköy ve anlattığım yöreler etkilendi. Artan nüfusa paralel gelişen havayolu taşımacılığı, yolcunun uçakla seyahati keşfetmesi ve tercihi, yolcu potansiyeli, uçak filosu ve uçuş noktaları kırılma noktasına getirdi bizleri. İpin inceldiği yer, gelişmelerin ulaştığı son zamanlar“kırılma noktası”dır.
Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı anlamını taşır. Siyah-beyaz Yeşilçam flimlerinde kalmıştır havaalanı, eski yolcular ve uçaklar. Tabii Yeşilköy ve çevresi de.
Swissair ile Zürh’den Strasbourg’a geçerken meydanın uzak bir noktasına götürdüler yolcuları, ben de aralarındayım. Bir de ne göreyim; bizim Kargasekmez’de çürümeye bıraktığımız uçaklardan biri duruyor karşımda. Kapıdan mis kokulu kabine girdim, cam kenarına yerleştim. Pır pır pır, pervaneli uçakla ağaçların, ormanların üzerinden hudutu geçtim, Fransa’ya geldim. Doğa olduğu gibi duruyor, katledilmemiş. Eski uçaklar da öyle, değerlendirilmiş. Bilmem anlatabildim mi, gerisi teferruat!
 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 11 yıl önce

    Meral hanımın gözlem ve bunu iletiş tarzı hayranlığımı çeker. Aynı dönemin önemli bölümünü yaşamış bir kimse olarak, hiç dikkatimi çekmemiş bölümleri canlandırma fırsatı buldum. Teşekkür eder sağlık içinde yeni çalışmaların hatıralarımızı tekrar yaşamamıza neden olmasını dilerim.

    Cevapla