Sevgili okurlarım
Avsa adasından sevgilerle…
Şimdiye kadar hiç ihmal etmediğim haftalık köşe yazılarıma mevcut şartlarımın zorluğuna rağmen devam ediyorum. Virüs nedenli korkarak açtığımız otelimizde herhangi bir olaya rastlanmamasının yanı sıra şükür ki henüz adada bile vaka yok. Müşteri bol ama oda fiyatlarını geçen seneki ile aynı tuttuk. Yani biz de pandemi mağduruyuz diyebilirim.
Mümkün mertebe sizleri habersiz bırakmamaya özen gösterdiğimi biliyorsunuz. Tabii ki aldığım duyumlar üzerine, yazılarımı yapmak durumundayım. Aslında duyumlarla haber yapmadığımı biliyorsunuz. Ancak haftalık köşe yazılarım haber değil kişisel görüş içeriyor. Adeta sizlerle sohbet eder gibi yazdığımın farkındasınızdır.
Geçen hafta yazdığım köşe yazımda, kısa çalışma düzeninin devam edebileceğini ve bu kısa çalışma düzeninin THY yararına olduğunu ve sizlere ölümü gösterip sıtmaya razı edebilecekleri görüşümü paylaşmıştım.
Bu görüşümü destekleyen bir haber geçen hafta yayınlandı ve 2020 sonuna kadar Cumhurbaşkanının oluru ile bu dönemin devam edebileceği haberini aldık ve tabii ki siz değerli okurlarımıza sunduk. 2020 yılından sonra da uzatırsa yandı gülüm keten helva. Olur mu? Bence olabilir.
Genel olarak yazılarım da çalışan ve şirket yönetimi ilişkilerine farklı pencerelerden bakmaya çalışıyorum. Çünkü yaşananlara tek bir pencereden bakarak hüküm vermek tek taraflı olacağından yanlış olur.
Şirket yaşayacak ki çalışanları olsun. Çünkü bu ikiliyi birbirinden ayırmak mümkün değil.
Neyse konumuza yavaş yavaş girelim.
Harcırahların kaldırılması;
Bu konuya başlamadan önce yaşanmış bir anımı sizinle paylaşıp sonra günümüzdeki uygulamaya geçeceğim.
THY’nin ilk bankkong seferleri yatı seferi idi. Hatırladığım kadarı ile bu seferler haftada iki defa yapılıyordu…
Bank Kong’da teknik anlaşma yapılamadığından dönerli olarak ilgili tip uçakların olası arıza ve rutin bakımları için yetkili teknisyenler 15 er günlük görevlendiriliyordu. Bank Kong’da Menam Hotelde kalıyor, uçağı ve uçuş ekiplerini havalimanında karşılıyor, uçağı uçuşa hazırlıyor, yatı görevini biten ekiplere teslim edip İstanbul’a yolcu ediyorduk.
Sıra bana gelmişti 15 günlük görevim başlıyordu. İstanbul’dan uçağa bindiğimde kokpit ekibine kendimi tanıtmış ve birlikte olacağımızı iletmiştim. Neyse bangkok ’a doğru yolculuğumuz başladı. Uçağın ön tarafındaki koltukların hepsi doluydu. Kokpite girip “hocam bu ne kalabalık maşallah iyi yolcu veriyor bu hat” dediğimde, (uçağın kaptanı XXX (vefat ettiğinden ismini yazmıyorum, aynı zamanda uçuş işletme başkanı idi) “Sefa bey onlar bizden” demez mi… Hepsi sivil kıyafetli onlarca yolcu…
Yaşlıları da var gençleri de… Uçuş ekibi olmadıkları belli. Şaşırmıştım.
Neyse ben yerime geçtim ve bangkok’a indikten sonra diğer bekleyen ekibi uğurlayıp uçağı güvene aldıktan sonra otele gittiğimde ne göreyim… Uçuş ekibi ve benim yolcu sandıklarımın hepsi masada yemeğe başlamışlar. Biraz araştırdığımda, uçuş ekibindekilerin eşi, dostu, akrabası olduklarını anladım. ( kaptanın kızı, damadı, ikinci pilotunda aynı şekilde) Kabin memurlarının da eşleri ile samimi olmuş ve tüm yolculuk yapanları tanımıştım. Hepsi pas biletli mi idi tabii ki bilemiyorum. Bank Kong’daki müdür koşturup duruyordu. Çünkü kaptan uçuş işletme başkanı olduğundan çekiniyordu. (o zamanlar THY yönetiminin neredeyse tümü asker kökenli idi)
bangkok müdürü hepsinin ekip olmadığını biliyordu ve nehir kıyısında bir masayı önceden hazırlatmıştı. Ekipte olmama rağmen masada benim oturabileceğim hiç yer yoktu.
Benden önceki teknisyen arkadaşım görev yaptığı günlerde ’da çalışan bangkok da iki Türk ile arkadaş olmuş ve bana da bu arkadaşlarının telefonunu verip “gerektiğinde ara, sana yardımcı olurlar ve şehri tanıtırlar” demiş olduğundan ben de o arkadaşları aradım ve otele davet ettim. İki kişi geldiler ve ekip masasının tam karsısında bir yer bulup yemeğe oturduk. (Tabii ki bu daveti kasıtlı yaptığımı söylemeden geçemeyeceğim) bangkok daki Müdür bey de “tabii ki olabilir ama imzanızı ve sicil numaranızı da hesabın altına yazın” demişti. Tek imza yetiyordu.
Ne yalan söyleyeyim… Masada kuş sütü yoktu derler ya aynı böyle bir durum. Açık büfede ıstakozundan tut, pavuryasına kadar her türlü deniz mahsulü dolu… Açık büfeden istediklerimizi aldık masaya oturduğumuzda, kaptan xxx masamıza geldi ve ben de masamıza oturacak sanıp “buyurun hocam” dedim. “Yok, oturmayacağım” dedi. “Sadece arkadaşlar bizden mi diye merak ettim” diye devam etti. “Hayır, hocam benim arkadaşlarım bunlar” dedim.
Kaptan devam ederek, “yemek ücretini siz ödeyeceksiniz sanırım” demez mi? ben de buna karşı, “Hocam sizin gibi ben eşimi ve çocuklarımı getiremediğimden bu arkadaşlarla birlikte yemek yemeyi tercih ettim” diye cevapladım.
Dananın kuyruğu koptu ve “seni dönüşte şikâyet edeceğim ona buna yemek ısmarlamaya hakkın yok” demez mi? Sanki THY için kendi eşi ve kızı ayrıcalıklı imiş gibi konuşuyordu.
Neyse sefer günü onları da İstanbul’a yolcu ettim ve ben tekrar yeni ekiple otele döndüm. Bu süreç 15 gün kadar devam etti ve görevimin sonunda İstanbul’a döndüm. Uçaktan iner inmez, beni THY’nin teknikten sorumlu genel müdür yardımcısı (ki, sonra THY genel müdürü olmuştu) Yusuf Bolayırlı arattırdı ve derhal odama gelsin demiş.
Üstümdeki üniformamı çıkartmadan yanına çıktım. Senin hakkında şikâyet var diyerek rahmetli kaptanın anlattıklarından bahsetti. “O faturada imzan var ve sen, o faturayı ödemelisin” deyince, ben de “tabii ki Yusuf bey öderim ödemesine ama önce XXX kaptanın da ödediği faturayı görmeliyim” deyince sinirlendi ve beni dışarı çıkarttı. Sonuçta XXX kaptan o en az 12 kişilik kabarık faturayı cebinden ödemediğinden ben de ödemedim ve konu kapandı. Aslında o yemek misilleme amaçlıydı ve arkadaşları bilinçli olarak yemeğe davet etmiştim.
İşte o dönem kaptanların hemen hemen hepsi yönetici pozisyonunda idiler. Ne derlerse o oluyordu. Düşünsenize, kabin hizmetleri başkanı bile kaptan idi. Tekniğin başında bile emekli paşa vardı. (Ne anlarlar teknikten o da işin başka boyutu)
Şimdilerdeki uygulamaları duydukça şaşırıyorum. Nereden nereye… Aslına bakacak olursanız THY’nin pandemi sürecindeki “harcırah genel talimatını okudum. Süreç pandemi olunca ve otelden dışarı çıkma yasağı varsa mantıklı bulduğumu söyleyebilirim. Bu arada otel seçimleri THY uçuş ekibine layık olmalı. Sonuçta hem THY’yi hem de Türkiye’yi temsil ediyorlar.
Şüphesiz harcırah verilmesi ekiplerin yatılardaki belirli ihtiyaçları için olsa da bu konu eskiden olduğu gibi şimdilerde de suiistimale açık görünmekte. Bu suiistimali sadece uçuş ekipleri değil üst düzey yöneticiler de yapabilir. Bu nedenle genel müdür yardımcıları, hukuk müşavirliği, başkanlar, vb… gibi yönetici pozisyonunda çalışanların da ülke içi ve dışındaki harcamaların kontrolü sağlanmalıdır.
THY’de 30 senemi geçirince, konulara girmeden önce, şimdiki yöneticilerin hatırlayamayacağı, eskiden yaşanmış olayları ve mevzuatları hatırlatmak gerekir diye düşünüyorum.
Neyse şimdi de gelelim geçen hafta yazdığım kısa çalışma dönemimin devam edebileceği tahminime;
Bildiğiniz üzere kısa çalışma dönemi 2020 yılı sonuna kadar uzatıldı. Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanının tekrar bir altı ay daha uzatabilme ihtimali her zaman var.
İlker Aycı bir ara “2018 yılındaki ücretlere döneceğiz” diyordu. Her zaman en kötü ihtimali düşünmek lazım. İlker Aycı’nın teklifi olan 2018 rakamları mı iyi, yoksa kısa çalışma dönemi rakamları mı? Cumhurbaşkanı 2020 sonunda bir altı ay daha uzatıyorum derse kim ne diyebilir ki?
Hepinizin bildiği bir söz vardır. “Kim Öle Kim Kala” derler. Bu söz bu günkü durumlar için geçerli. Kimse önünü göremiyor. Yarının ne getireceğini bilemiyor. Mevcut durumda size” kırk katır mı yoksa kırk satır mı?” diye soruluyor. Cevap vermelisiniz.
Sizlere sendikanızdan istifa edin, onu yetkisiz pozisyona düşürün dendiğinde ne ses çıktı nede görüntü. Ankara’ya resmi elbiselerinizle yürüyün dendiğinde de cevap yok. Kısaca Eylem yok.Tepki yok.
Şimdi de siz söyleyin bakalım bu iş nasıl çözülecek?
Şimdi size 2018 rakamlarını şimdilik kabul edin ve olası bir 12 aylık kötü durumu daha az kötüye dönüştürün desem bir dolu tenkit alacağımı biliyorum. Ancak bu durumda yani her şeyin işverenin elinde olduğu bir dönemde başka seçenek bulamıyorum. Tabii ki sonrada isterseniz yine hak mücadelenize devam edebilirsiniz.
Fark ettiyseniz bu aralar sendika başkanı firarda diyorlar. Sendikaya gidenler başkanı görebiliyorlar mı dersiniz? Sendikanın faal olması gereken durumda adamlar ortada yoklar.
Lütfen başka çözümü olanlar yazsın ki benim de sendikal bilgi dağarcığım gelişsin. Gerçekten ben çözüm bulamıyorum. Esnek çalışma ücreti de çok az olunca ve 12 ay daha uzatılma riski varsa, sizce başka ne yapılabilir?
Böyle çözümü zor durumlarda kimse duygularına yenilmesin. Mantık yürütmek ve en kötü ihtimale karşın 12 aylık hesap yapmak gerekiyor.
Geçen senelerde, işveren zora düşmüş, yurt dışına giden ve gitme hazırlığı içinde olanlar nedeniyle pilotlara zam yapmak zorunda kalmıştı. Kısaca toplu iş sözleşmesine aldırmaksızın iyileştirmeler yaptırmıştınız.
Şimdi ise tam tersi durum var. Bu sefer işveren güçlü ve çalışana şartlar koşuyor.
Bir zaman gelir ibre tekrar terse döner. Top sizin ayağınıza gelebilir. İş hayatı, maalesef işte böyle.
GÜÇLÜ OLAN KAZANIYOR.