KELİN İLACI OLSA KENDİ BAŞINA SÜRERMİŞ 23 Şubat 2015 Pazartesi
Bu hafta yine yepyeni haberlerle gündemi birlikte değerlendireceğiz. Yepyeni dediğim habere geçmeden önce, geçen haftaya damga vuran son yılların en yoğun kar yağışını ve bu yağıştan en çok etkilenen havalimanlarımızın en büyüğü olan AHL’de yaşanan kargaşaya bir göz atalım.
En büyük havalimanımız olan AHL’de; 1987 yılında geçen haftakinden daha yoğun bir kar yağışı yaşamıştık. Üç gün aralıksız kar yağdı ve servisler kalkamadığından işe gelenler geriye dönemeyip iki vardiya birden yapmak zorunda kalmıştı. O günlerde, Havalimanında uçak trafiğinin olduğunu hatırlayamıyorum. O zamanlar AHL tek pist vardı ve ona göre uçak sayısı, sefer sayıları, apron büyüklüğü ve alt yapı, şimdiye göre son derece azdı.
Aradan 28 yıl geçti ve bu süre içinde ilk defa bu tür bir kar yağışı oldu ve birçok konuda rezillikler yaşandı. Sonuç olarak; İstanbul belediyesi ve AHL sınıfta kaldı. AHL’nin sınıfta kalıp uçakların farklı farklı alanlara yönlendirilmesi sonucunda, birçok havalimanından “bizde de yer kalmadı” feryatları duyuldu. (Özelikle İzmir) Bir an düşündüm; İstanbul’da 28 yıl sonra bu tür yoğun kar yağışına teslim olunurken, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Rusya vb… gibi ülkeler ne yapıyor? Yeni yapılacak olan havalimanımızda, bugün 3 pistle mücadelede etkisiz kalan havalimanı yönetimleri, yarın 6 pistle nasıl boğuşacak diye içimden geçmedi de değil hani. AHL’deki sorun; genelde park yerlerinde ve taksi yollarında yaşanmış görünüyor. Ancak, emniyetli iniş yapmanın olmazsa olmazı olan; “rüzgâr- frenleme- görüş” üçgeninde de sorunlar yaşandığı, gelen duyumlar içerisinde yer aldı. İyi olan tek şey, bu badirenin kazasız belasız atlatılmasıdır.
Bunun yanı sıra, Havayollarımızın ve özellikle THY’nin yaşadığı rötarlar ve müthiş zarar, yabana atılacak gibi değil. DHMI Genel Müdürü ve THY yönetim kurulu başkanının; birinin A derken, diğerinin B demesi, konuyu en büyük patrona kadar götürmüş görünüyor ki, AHL’de yaşanan sorun tek başına Orhan Birdal’a patlamış gibi görünüyor. Aslına bakacak olursanız, Orhan Birdal, sektördeki genel müdürler arasında sektörel deneyim ve kişisel alt yapı olarak en deneyimlilerindendir… Malum; ölenle, gidenin arkasından konuşulmaz .. denir… İşte bu nedenle şimdiye kadar diğer ayrılan genel müdürlere yazdığım gibi; Orhan Bey için de, sadece Güle Güle demek istiyorum. Malum, siyaseten gelenler, siyaseten gidiyorlar. Keşke bu tür makamlara siyaset bulaşmasa ve en azından “Merkez Bankası gibi özerk bir yapı(!)” sergilenebilse… Nerede o günler…
***
KELİN İLACI OLSA KENDİ BAŞINA SÜRER.
Yazıma başlarken, Türkiye’deki lisanslandırma tarihini anlatmadan konuya girmek yanlış olacak diye düşündüm ve kısaca eskiye bir dönüş yapıp tekrar günümüze gelmeyi uygun gördüm. Yıllar önce (1960 yılların başlarında) SHGM’nin SHD-T 35 lisans yönergesi vardı, ICAO Annex 1’den uyarlanmıştı. Türkiye’de 45-50 yıl boyunca bu yönergeye uygun olarak, binlerce teknisyen lisanslandırıldı. Bu teknisyenlerle, DC-3, F-27, F-28, DC-9, DC-10, B-707, B-727, A300, A310, A300-600, A330, A340 gibi değişik tip uçakların bakımları başarıyla sürdürüldü. O zamanlar, SHD-T35 Yönergesine uygun olarak, lisans sınavları (13 konu yazılı, 12 konu sözlü) THY Teknik Eğitim biriminin SHGM’den aldığı yetki ile gerçekleştiriliyordu.
Lisans almaya aday teknisyenler THY Uçak Bakım atölyelerinde en az 4 yıl çalışıp, THY Teknik Eğitim biriminde ise; 3 ay süren Uçak Teknisyenliği Temel Eğitimini alıyorlardı. Bu koşulları tamamlayan teknisyenler Lisans sınavına girmek için yazılı olarak SHGM’ye başvuruyor, SHGM ise bu başvuruyu gereği için THY Teknik Eğitim Birimine iletiyordu. Adaylar yazılı sınavlara giriyor, 100 üzerinden en az 70 not alanın başarısı onaylanıyordu. 13 konunun hepsinde başarılı olan aday, bu kez 12 konudan (sivil havacılık kuralları dışında) sözlü sınavlara alınıyordu. Sözlü sınavlarda da başarılı olan adayın tüm sınav belgeleri SHGM’ye gönderiliyor ve böylece aday, Uçak Bakım Teknisyeni lisansına sahip oluyordu.
Kuşkusuz iş bu kadarla da bitmiyordu. Alınan lisansın işe yaraması için bir uçak tipinin motoruyla beraber teorik kursuna katılıp, sınavlarından 100 üzerinden en az 70 puan alması koşulu vardı. Sınavda başarılı olan teknisyenin lisansına uçak tipi+motor tipi işleniyor ve sonunda teknisyen uçak tipi ve motor tipi işlenmiş o uçak tipinde yetkilendiriliyordu. Kısaca hikâyesini yazdığım bu yöntemle 1960’lı yıllardan bu yana ülkemizde binlerce lisanslı teknisyen yetiştirildi. (Ben de bu yıllarda aynı süreçlerden geçtim…)
Bu yöntem 2000’li yılların başına kadar kullanıldı. 85’li yılların başında Anadolu Üniversitesi 2 yıllık yüksekokulu bitirenlere, gene SHGM’nin onayı ile lisanslı olarak mezun etmeye başladı. Yüksek okul mezunu lisanslı teknisyen THY’de işe girdikten sonra, ustalarından aldığı ekstra işbaşı eğitimleriyle kendini geliştirerek bir uçak + motor tip kursunu başarıyla tamamlayıp bunu lisansına işletmek zorunda idi.
Sistem böyle kusursuz yürürken bir de baktık ki; bizim SHGM’mizde, önce JAA/JAR, sonra da EASA aşkı başlamış. Şüphesiz bu aşkın alevlenmesinde hükümetlerin AB üyesi olma aşkının da etken olduğu bir gerçek. Neyse uzatmayalım, önce SHD-T35 Yönergesi yürürlükten kaldırılıp, yerine JAR-66 kuralları getirildi. Buna göre ders konularının adı Modül oldu. Artık, üniversitelerden lisanslı teknisyen mezun olmuyordu. Sözlü sınavlar kaldırıldı ve sadece yazılı modül sınavları kaldı.
THY Teknik Eğitim ile MNG Teknik Eğitim birimleri, SHGM’den Part-66 çevirisi olan SHY-66 lisans sınavlarını yapma yetkisi aldılar ve bir kısım aday bu yolla lisans sahibi oldu. Başkasının ipiyle kuyuya inildiğinden bir de baktık ki, EASA bu 2 kuruluşun PART-147’ye uygun temel eğitim verme yetkileri olmadığını ve bu nedenle SHY-66 lisans sınavı yapamayacağını söyleyince; SHGM, sonunun ne olacağını hesaplamadan paldır-küldür bu yetkileri kaldırdı.
Kaldırdı da ne oldu?
Bir tek Anadolu Üniversitesi, SHGM’den sınav yetkisi alabildi ve 2 elin parmağı kadar adayı, ancak lisanslandırabildi. Hepsi o kadar.
Anadolu Üniversitesi de bana göre kantarın topuzunu kaçırdı. Kimsenin yanıtını bilemediği sorularla modül sınavları yapmaya başladılar. Örneğin; “3/8 cıvataya takılacak emniyet telinin, inç cinsinden kalınlığı nedir?” gibi sorularla gençlerin başını ağrıttılar.
Uçağa hayatı boyunca elini değdirmemiş akademisyenlere sorular hazırlattılar, ama, bunların doğru yanıtlarının açıklandığı ders kitapları hiç olmadı.
Parasını peşin yatırıp sınava giren adaylar, bu nedenlerle sınavlarda başarılı olamıyorlar ve doğal olarak hayata küsüyorlardı. Sonuç olarak; SHGM ülkemizde 10 yıldır lisanslı teknisyen üretemez oldu.
SHGM kendi ayağına kurşun sıkmaya devam ederken, adaylar artık SHGM’den lisans alma ümitlerini kesmişlerdi, AB üyesi ülkelerin sivil havacılık otoritelerinden Part-66 lisansı almaya yöneldiler. İngilizcesine güvenen adayların; Yunanistan, Bulgaristan, Almanya sivil havacılıklarına başvurmayı tercih etmeye başladığını gören bu ülkelerin özel eğitim kuruluşları da, bu adayları kendilerine çekmenin yollarını aramaya başladılar. Bu uğurda binlerde dolar veya Euro, ülkemizden bu ülkelere akmaya başladı.
AB’li bu özel eğitim kuruluşlarının en başında gelen Yunan Sivil Havacılığından EASA Part-147 yetkili Helen Aviation Training Academy-HATA kuruluşu idi. Az sayıda aday da bu yolla Part-66 lisansına sahip oldular. Ama sonuç, gene hüsran oldu.
HATA’nın hileli-uyduruk lisans sınavı yaptığı bildirimi üzerine EASA ve Yunan Sivil Havacılığı HATA’nın tepesine bindiler, yetkilerini ve lisansları iptal etmeye başladılar. Basiretsiz SHGM’miz yüzünden genç adaylar tekrar mağdur oldular, emekleri ve paraları uçup gitti. AB ve EASA aşkının sonunda kaybeden hep ülkemiz sivil havacılığı oldu.
Bakım şirketleri, ki buna THY Teknik dahil, iş yüklerini kaldıracak lisanslı teknisyen sıkıntısını aşmak için yaşı 70’leri bulan emekli lisanslı teknisyenleri işe almak zorunda kaldılar. Kısaca, THY/ Teknik A.Ş’ nin içi resmen boşalmış oldu
Şirketler, yukarıda anlatmaya çalıştığım nedenlerle lisans alamayan deneyimli teknisyenlerini Kalifiye Teknisyen (Company Authorised Qualified Mechanic) olarak yetkilendirme yoluna geçmek zorunda kaldılar. Gelinen son durumda, uçakların başında en fazla 2-3 lisanslı teknisyen ve onların yanında lisanssız çok sayıda teknisyenler çalışıyor. Bakım işlerini lisanssız teknisyenler yapıyor, dokümanı ise lisanslı teknisyen, yapılan işin nasıl yapıldığına bakma şansı olmadan imzalıyor/mühürlüyor.
Unutulmamalıdır ki; Allah korusun, yarın bir bakım hatasından kaynaklı bir olay olursa, fatura bu lisanslı teknisyenlere kesilecektir.
SHGM’de, NEDEN olduğu bu tabloyu nasıl seyrediyor bilemiyorum. Ancak EASA yöneticilerinin mühtehzi bir ifade ile ellerini ovuşturduklarından eminim. Bu durum, Osmanlının son yıllarındaki kapitülasyonlara benziyor değil mi?
Peki, ne yapmalı?
On yıllık zararın neresinden dönülse kardır deyip; ICAO Annex 1 temelli olan SHD-T35 örneği yeni ulusal bir lisans programına geçmeli ve lisans sınavlarının eskiden olduğu gibi ülkemizde yapılır olmasını sağlayıp, genç insanlarımızı Avrupa ülkesi sivil havacılık kapılarında süründürmeye bir son vermeliyiz.
Ülkemizin sivil havacılık otoritesi ve gelinen bu sonucun tek suçlusu olan SHGM, lisanslı teknisyen dar boğazı boyutlarını artık iyi okumalı ve 10 yıldır lisanslı teknisyen üretemediğini görmelidir.
Bakım şirketlerinin yöneticileri de, korkmadan (korkunun ecele faydası yok ) SHGM’ye yetersiz sayıda olan lisanslı teknisyen problemlerini iyi anlatmalı ve acil çözüm isteğinde bulunmalıdırlar. EASA Part-145 yetkisi olan bakım kuruluşları bu yetkilerini yalnızca bir AB ülkesinin tescilindeki uçaklarda kullanabilirler. Hemen hemen hiçbir AB tescilli uçak da, Türkiye’de bakıma gelmiyor.
Neden gelsin ki?
Lufthansa Technic, Almanya’nın dışında 20‘den fazla yerde bakım üssü kurmuş, neredeyse tüm dünyaya çöreklenmişler. Örneğin, Bulgaristan-Sofya’da, Macaristan-Budapeşte’de, İtalya-Milano’da, Malta adasında, Belçika- Brüksel’de, Uzak Doğuda, Amerika’da bakım kuruluşları var. İnanmıyorsanız açın Lufthansa Technic web sitesine bakın.
Bizim EASA Part-145 yetkili kuruluşlarımız, harcadıkları binlerce Euro ve emekleri karşılığında bu yetki belgelerini “bak ben ne kadar kaliteli bir bakım kuruluşuyum” demek için sadece reklam amacıyla kullanabilirler.
Bu konuda bizi kurtaracak tek yolun; AB ve EASA boyunduruğundan kurtulup ulusal lisanslandırmaya geçmek olduğunu düşünüyorum. Aksi halde, daha çok genç insanımız lisanssız ve mutsuz, bakım kuruluşlarımız da lisanssız teknisyenlerle Ali’nin külağı Veli’ye, Veli’nin külahı Ali’ye sistemi ile yürür giderler.
Ben bunları düşünürken, bir de baktım ki; THY/Teknik A.Ş AERO Bildung’la anlaşarak, aynı HATA gibi, PART 66 sınav yetkisini kullandırma yolunu gitmek için karar almış. Kurs verecekler ve sınav yapacaklar. Bu firma ile pazarlıklar da yapılmış, adam başı 1500 Euro’ya el sıkışılmış. Bu rakamı teknisyen verecekmiş. ( Hem de mesai saatleri dışında eğitim alıp sınavlara gireceklermiş) Çok fazla uyanıksınız çok…
Bu firma A, A1, B1 ve B2 için eğitim verebiliyor ve sınavları yapabiliyor. Ne güzel memleket burası… Lisanslı teknisyen sorunu yaşayıp 70’lik teknisyenleri tekrar işe başlatan THY, kendi uçaklarında çalışacak ve senelerce hizmet edecek teknisyenlere, ücreti kendilerinin ödemesi koşulu ile; “kurs alın, yetkili teknisyen olun, ben de sizi çalıştırıp kazanayım” diyor. Tamam, da bu kurs sonunda bu gençler bahçelerindeki kendi yolcu uçaklarına bakım yapacak değiller ki? THY’nin uçaklarında çalışacaklar. Hem sizler, bu yeni düzenlemeler ile eski köye yeni adet getirdiniz. Eskiden lisans sınavları ve kursu para karşılığı alınmıyordu? Üstelik kursa katılan teknisyenlere maaşları dışında günlük 50 TL ekstra ücret veriliyordu. Nereden, nereye… Ben olsam bir kuruş bile ödemem. Hem mesai dışında özel dinlenme gün veya saatlerimden fedakârlık edeceğim hem de para verecek ve THY’nin ve SHGM nin zamanında birlikte yaptığı yanlışları düzeltmeye çalışacağım. Sendika ve UTED bu konuya acilen el atmalıdır.
Bence bu kurs ücretlerini; kuralları değiştirip içinden çıkılmaz duruma getiren SHGM ve zamanında 40’lı 50’li yaşlardaki teknisyenleri “sen emekliliği hak etmişsin, git artık” diyerek zorla emekli edip, sözüm ona dışladıklarını yeniden işe almaya çalışan THY ödemelidir.
Biraz da Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Elvan’ın “Uluslararası Sivil Havacılık Organizasyonu ile işbirliği halinde, özellikle Afrika’daki sivil havacılık alanındaki teknik personelin eğitimini birlikte gerçekleştireceğiz” söylemine karşılık görüş belirtemeden geçmek olmaz.
Sayın Elvan; Sizi yanıltıyorlar. Yukarıda yazdığım gerçekler doğrultusunda bakıldığında; bizim teknisyen yetiştirmeyi beceremediğimiz net olarak ortada. Bu nedenle kendi ülkesinin teknik personel gereksinimini giderebilmekten uzak ülkemizin sivil havacılığı, sizin arzu ettiğiniz organizasyonları becerebileceğini sanmıyorum.
Malum; kelin ilacı olsa kendi başına sürermiş! diyerek bu haftaki konumuzu bitirelim…