Güzel bir gün!
Yağmur-çamur veya kar ne fark eder? Körükten geçip uçağa ilerlediniz. Gülümseyen bir yüz karşıladı sizi, yerinizi gösterdi. Huzur ve güven içinde yerinize yerleştiniz. Ekranda uçuş emniyet kurallarını izleyin lütfen! Az sonra iniş takımları içeri alınacak, uçak burnunu havaya dikecek, irtifa almaya başlayacak. Düz uçuşa geçmeden önce, güzel kokular gelecek burnunuza. Havacılıkta ikram, uçuş kuralları kadar önemlidir.Uçak üzerinde troleylerde bulunan soğuklar ve fırınlarda ısıtılan sıcak yemekler hijyen koşullarına uygun olarak hazırlanır. Önünüze bozuk bir başlangıç tabağının veya yanmış sıcak yemeğin gelmesi mümkün değildir. Bakalım serviste neler var? Menüleri beğenecek misiniz?
***
Yılbaşına birkaç gün kala alışverişe gittim. AVM içinde İngiliz, İsveç, İtalyan, İspanyol ve Alman uluslararası parekende giyim mağazaları var. Hediyeler seçmekti niyetim. Kimi çok pahallı, kimi ucuz fiat politikası uyguluyor ama albenisi yok. Birini gezip neler alabileceğime karar verdikten sonra diğerine girdim. Henüz birkaç adım atmıştım ki, bir şeylere takıldım, yukarıya doğru savruldum, uçtum sanki, potaya basket atar gibi. Son anda elbise askılıklarına tutunarak durabildim. Kendimi yere bırakmak istediğimde artık basamıyordum. Yığın halinde siyah botlar yol üzerinde bırakılmış, görevliler tarafından yerlerine yerleştirilmemiş. Kendimi bir sedyede hastanenin acil kapısında buldum. Yok! Görevliler pek ilgilenmemişti, ambülansın ücreti kaza geçirene aitti.
İhmal ve kusur varsa emniyette değilsiniz demektir ve başınıza kaza gelir. Güven ve huzur gitmiş, başınıza bir musibet gelmiştir.
Günler geceleri kovalar, geceler günlere dönerken acı içinde çaresizce beklersiniz. Hani hediye almayı düşündüğünüz dost, hısım ve yakınlar var ya, hiç ilgilenmezler, her vakit çok yoğundurlar. Psikolojik bir çöküntü başlar, sık sık kazayı yaşar, halüsinasyonlar görürsünüz.
İğneler, haplar ve yardımsız geçen günler sonrasında mağazadan bir çiçek gelir. “Geçmiş olsun, acil şifalar dileriz” Şaka gibi değil mi? Şirket ilk yardım ve ambülans ücretlerini karşılamayı kabullenmemiş ama çiçeğe daha fazla para harcamış.
*****
Ayakta durmayı başarabildiğim gün, ortopedi doktorumdan randevu aldım. Arabadan iner inmez yiyecek bir şeyler bakındım. Gazetelerin hafta sonu eklerinde; semtlerin ara sokaklarında, kimselerin bilmediği esnaf lokantası, köfteci, ciğerci, kanatçı, pilavcı gibi yerlerin tanıtımı yapılır. Topallayan bacağımla birinin önünden geçerken, hatırlayıp içeri daldım. Randevuma bir buçuk saat kalmıştı ve midemde ziller çalıyor. “Soğan olmasın” deyince kırmızı lahanayı boca etti aşçı, tabağın kenarında 5 küçük köfte. Havuç, marul? Iııhhh… Piyazın üzerine koyuyorlarmış ama köfte yanına değil. Çok pişmiş, yanmış et yemenin pankreas kanseri riskini arttırdığını yıllardır herkes bilirken, bir tarafı tamamen yanmış köfteleri yuttum. Tatsızlık olmasın diye ses çıkarmadım. Vakit de kısıtlı zaten. Hesap 12,5 deyince, “yanmıştı köfteler ama” dedim. “aceledenmiş? Aceleden köfte çiğ kalır da yananı hiç duymamıştım.
*****
Sağ kalçadaki protezin halkası, kaza sırasında açılmış, doktor dehşetle beni izliyor. Zaten protezi o takmıştı. Güvende miydim, bilmiyorum! Fulya’daki plazada asansör beklerken sesli bir of… çektim, bir türlü gelmiyor. Protezli, bastonlu, alçılı hastalar için asansörlerin önünde bir oturma yeri yok. Oysa bu bina doktor muayehaneleri ile dolu. Köşeden aniden *Ali Poyrazoğlu çıktı, oflamayı duydu mu bilmem, umurumda değil zaten. Yıllardır tanışıyormuşuz gibi laflamaya başladı. Yıllar önce, ilk kez Karaca tiyatrosunda oyun arasında, fuayede gelmişti yanıma ve yine konuşmuştu. O sıralarda Gülriz Sururi’nin hayatını okuyordum; Kıldan ince, kılıçtan keskin. Kitap etkileyici, üstelik akıcı bir dille yazılmış. Poyrazoğlu “mahallemizin kızıdır, kitap da güzel” demişti. Bu kez ayağını kırdığını, o halde sahneye nasıl çıktığını, oyunları bırakmadığını anlattı bana, “korkuyu at” dedi.
Soğuk rüzgâr yüzümü yalarken, bir taksiye zar zor bindim. Şoför ağır işitiyor, basbayağı öyle işte ve radyonun sesini sonuna kadar açmış, Brüksel’deki görüşmeleri dinliyor. “ Yaaa..işte, memleketi düzeltecek, oralara kadar gitti heyet, ne sanıyorsunuz siz” dedi. Öyle bakakaldım ama sollamalar ve kornalar çoğaldı. Her arabaya elleriyle “…kahretsin!” işareti yapıyor. Ondan başka herkes hatalı. Yine güvende değildim.
Taksimden beni köye getirecek ikinci arabanın şoförü, kendi rahatı ve göbeği için koltuğu iyice arkaya çekmiş, arka koltuk daralmış. Beş kez telefonla konuştu, her konuşma diğerinden uzundu, tek el ile direksiyon kullandı, su içti, arabadan indi para bozdurdu, nefesim iyice daraldı. Ben emekliyim, yaşam hikâyem havada geçti. Havacılar için emniyet, güven çok önemlidir. Şükürlerle arabadan inip eve vardığımda sanki ağrılarım daha da artmıştı.
***
Arkanıza iyice yaslanın, gevşeyin! Hatta koltuğunuzda bedeninizi esnetin. Kabindeki havayı soluyun. Motorlardan gelen hava özel filtrelerden geçirilir, temizdir. Uçuş emniyet kurallarını aynen uygulayan uçağımızın kabininde güven içindesiniz. Konforlu bir uçuşun tadını çıkarın! Dışarıya bir göz atın. Cam kenarında değilseniz ya da hava kararmışsa Air-show monitörüne bakın, ne kadar yolunuz kalmış? Servis başladı mı? Kabin ekibini izleyin, hazırlık yapıyor veya servisleri topluyor olmalılar. İşte güven ve huzur budur. Yolunuz açık olsun!
Meral Döşemeciler
*Oyuncu ve yönetmen
2 Yorum
- Yorumların Sıralanışı
- Yeniden Eskiye
- Eskiden Yeniye
Öncelikle geçmìş olsun Meral hanım,
Güven kavramını öyle güzel anlatmışsınız ki kaleminize sağlık
mutlu ve sağlıklı günler dilerim
Çok teşekkürler Arzucuğum…Allah hepimizi korusun!