Anıların tortusuna, telvesine bir bakalım.
Bir grevden çıkmıştı THY. O zamanki hostes odasının bulunduğu, şimdi kumu-toprağı bile kalmamış binanın en üst katındaydık. Kontrol Kabin Memuru Odası’nda oturuyor, karşımdaki Ekip Tahsis Ofis’e gelen kabin memurlarını kontrole alıyordum.
Ayşe’nin her yerde her zaman dostları, arkadaşları çoktu. Öğlene doğru uçuş faaliyetlerinin nispeten azaldığı saatlerde, Ayşe Gökçetin SB1 nöbeti tutarken, karşımdaki ofise gelir, camlı bölmeden dispeçer ve ekip tahsis memurları ile kısa sohbetler yapardı. Her ne anlatıyor ise, bir kahkaha kopar, Ayşe ortadan kaybolurdu.
***
Onbeş günlük program çıktığında, Ayşe ve Serpil ile ekiptim. DC-9 ile, Boeing ile Allah ne verdiyse, memleketi bir uçtan diğerine katediyorduk. Hepi topu 3 kişiyiz. Esenboğa yolcusu titizdir, sinir eder ve adam gibi servis bekler. Servis mi kaldırılmış, su ile Asprin talep eder. Serpil de doldurmuş suları tepsiye, yanında da asprin kutusu dolaştırıyor. Alçalmaya doğru yanıma geldi, suratı sirke satıyor.
-….no.lu koltukta oturan adam elle sarkıntılık etti!
-Serpil, adamın eli-kolu çarpmış olmasın?
Çemkirip diklendi, “siz kaptanlara söylemezseniz ben anlatırım”
Girdik kokpite, halimizi anlattık. Kabini teftiş ederek o numaranın yanından geçtim, kelli felli, takım elbiseli, genç bir adam.
Serpil mi? Aceleci, hırslı, stresli. Çalışkan ama problemli Kişiliğimizden kaçamayız.
Bazen, yolun kendisi de gidilen yer kadar hikâyeli olur. Açtım kapıyı Esenboğa’da, polisler ikişer ikişer tırmanıyor basamakları.
Devam ettik yola ama tadımız kaçmış. Uçuş boyu Ayşe, abla gibi Serpil’e nasihat etti hep. Adamın başına gelebilecekleri sıraladı durdu.
Dönüş yolunda Esenboğa’da bizi de aldılar nezarete. Yok, suçlu gibi değil! Tek tek ifade verdik. Uçak 2 saatten fazla rötara girdi. Adam kanlar içinde, yüz göz şişmiş. Sanırsın ki raf ömrünü doldurmuş. Benim ifadem adamı kurtardı.
***
Ekim ayında havalar çok güzel giderken, Antalya’da terminalde İstanbul’a dönüş saatini bekliyorduk. Ayşe ikna etti, Side’de 2 gün boşumuzu değerlendirebileceğimizi söyledi ve ertesi gün yola koyulduk.
Gece yarısından öte Athena Motel’e vardık ki Serpil’in “arkadaşlarım” dediği ikili bizi karşıladı. Biri filanca otelden beyaz önlüğü ile bir ahçı öteki de yamağı. Tepem attı! Bunlar mı arkadaşların?
Sabah sahile indiğimde kimsecikler yoktu. Kumlara uzandım. Mısırcı geçer eşek üstünde, üzüm satar biri hasır sepetinde. Bakir bir Side koyu.
Ekip öğlene doğru göründü. Ayşe yine haklıydı ve yine çıkışıyordu Serpil’e.
Öğle yemeğinde Zeytinyağlı Biber Dolması ve İslim Kebabı vardı. Sonunda Portakal geldi. Ayşe hem portakalı soydu hem de bana dedi ki:
-İşte buna benziyorsun. Üniforman bu kabuk kadar kalın ama içinden muhteşem bir şey çıkıyor. Bir daha bol üniforma giyme!
***
İstanbul’da hava bozdu dediler. Gecenin bir vakti bindik uçağa, hava bozuk değil, aniden kış bastırmış. Basılmış yeni programları aldık. Ekip dağılmış…
Havada yaşam hırpalar, yıkar. O yaşama vurgun olmak tezattır. Her şeye rağmen hem yorar hem dinamik tutar. Anlamak için o yaşamın içine girmek gerekir.
Ayşe’yi uzun zaman görmedim, ayrıldığını duydum ama bugün temelli gittiğini öğrendim.
Esprili, hazır cevap, çalışkan ve iyi dosttun Ayşe, acele ettin!
Meral Döşemeciler