İDEAL BABA

Elinde olmadan ülkende aşina olduğun yaşantıları, gördüğün farklı ülke insanlarının yaşantılarıyla kıyaslıyor, hatta sosyolojik tespitler yapabiliyorsun. Öncelikle yıllar içinde hijyen takıntımı iyice törpüleyen havacılığa, teşekkürü bir borç bilirim. Bunun sebebi de; ‘başka ülkelerin anneleridir’. Koridorda emekleyen çocuğunun arkasında sabırla dolaşan annelerin rahatlığı, ilk zamanlar beni çok şaşırtıyordu. Emniyetinden önce, çıplak ellerle, her ne kadar kabin temizlense de,  herkesin ayak bastığı halıda dolaşmalarına izin vermelerine kafayı takmıştım. Islak mendili alıp ellerini silmek istiyordum. Üstelik tek başına tuvalete yolladıkları küçücük çocukların öz güvenine olan hayranlığıma karşılık, elini klozette gezdirerek oyun oynayan çocukların annelerinin hiç oralı olmaması beni dehşete düşürüyordu.  Biz olsak, çamaşır suyuyla yıkardık, kendimi düşünemiyorum bile. Bu arada tek başına tuvalete gelen bir Türk çocuğuyla sanırım birkaç kez karşılaştım. Bir tanesi annesinin elinden kaçmıştı galiba. Beş yaşlarındaydı, ön tarafa geldi, tuvaletin yerini sordu. Şaşırmıştım ama hoşuma gitmişti. Hemen tuvaletin kapısını açtım, ışığın yerini gösterdim, ardından kapattım. Perdenin aralığından çocuğunun ön tarafa geldiğini gören annesi, bir hışımla öne gelerek perdeyi açtı. ‘‘ Çocuğum nerede? Ne yaptınız? ” diye sordu. Anlayamadım tepkisini. Parmağımla tuvaleti işaret ettim. Durdu, düşündü sonra,  ” Ohhh… kapıyı açtığınızı görünce… şey… dışarıya attınız sandım… ”
Öyle mi? Bir de hiçbir şey olmamış gibi işime geri döndüm ha? Gerçi bunu yapmayı istediğim birkaç kişi olmuştu hani. Ama ne kapı açması? Bu sihirli değil, basınçlı kapı zaten açılmaz,  üstelik çocuğunu niye aşağıya atayım?  Al işte, meşhur ” Panik anne sendromu.” Bırak tuvaleti,  çoğumuz çocukların tek başına yemek yemesine bile izin vermiyoruz. Ya da bunlar benim uçuşlarıma mı denk geliyor bilemiyorum. Tavuk şinitzel yemeğe çalışan dört yaşlarında bir İngiliz çocuğunu inceliyordum. Annesi gayet sakin kitap okuyor, hikayenin içinde, orada bile olmayabilir. Küçük kız kesmeye çalıştığı tavuğu tabakta tutmaya çabalıyordu. Annesi hiç yardım etmedi. Takip ettim. O çocuk zor da olsa, o sert tavuk parçasını tek başına yiyebildi. Kendimi düşündüm, çevremde gördüklerimi. Biz tavuk demeden her bir lokma kesilmiş ve çatalla ağzımıza sokuluyor olurdu şimdi. Üstelik yabancıların çocukları ne hasta oluyordu, ne de utangaç. ” Ayıptır, dur bi, sen yapamazsın annem, yere dökme annem… ” denilmesinden rahat davranamayız. ‘’Kendi başıma yemek yemeyi bile başaramıyorsam zaten hiçbir şey yapamam…’’ diyerek yıllar içinde bilindik tiplere dönüşürüz. Yabancı bir arkadaşım sormuştu, ” Ayıp nedir?  Her şeye kullanıyorsunuz. ” Cevap veremedim, çok haklıydı. Neredeyse kendini düşünerek yaptığın her şey ayıptı. Düşüncesi, çevirisinden zordu. Sürekli kullansak da ne demek olduğunu tam olarak çözemediğim, joker kelimemizdi.
Bir de yere düşen emzik olayları var. ” Bunu nerede kaynatabilirim?’’ diyen annelerin bitmeyen telaşını fark ettiğimiz an, ne hissettiğini anladığımızı düşünerek anneye seferber oluruz. Oysa bir başka uçuşumda, kabinde yürürken yere bir emzik düştüğünü gördüm.  Eğilip yerden aldım. Onu sıcak suyla yıkayıp geri getirmeyi düşünüyordum.  Hangi ülkeden olduğunu anımsayamadığım anne ise,  elini uzatıp emziği istedi, ağzına sokup çıkarttı sonra hop bebeğinin ağzına soktu, bana da gülümseyerek teşekkür etti.  Durumu abartan yoksa ben miyim? Ya saçını süpürge eden annelerimiz?
Bebekli bir aile gördüğümde onları uzaktan izlerim. Genel gözlemim şudur; yabancı ailelerde anne alçalmaya kadar rahatça uyur, babalar ise çocuklarına sabırla, şefkatle bakar. Bir de, o boya, o posa, o endama aldırmadan, kimisi manken edasında saçlarını savurarak elinde yavrusunun çocuk beziyle yanımıza gelip, ‘‘ Affedersiniz,  acaba bebeğin altını nerede değiştirebilirim? ‘‘ demiyor mu… İşte o an, gel de kıyas yapma. Bu soruya genelde ekipçe aynı tonda, aynı tepki verilir. ‘‘ Ayyyy, baksana adama, ne tatlı ya... ” Sonra, yüzünde o hayran, o şaşkın bakış kaybolmadan usulca tuvaletin kapısını açarsın. Hızla bez değiştirme masasını açıp, adamın ‘’ Thank you ‘’ demesiyle kapıyı arkasından usulca kapatırsın. Yok, belki kapatmak bile istemeyebilirsin. O doğal kokuyu çekmeye razı olup, o model gibi adamların,’’ Karizmam bozulacak, ayıp olacak, hem annesi daha iyi yapar, ona alışmış ‘’ bahanelerine sığınmadan, her hareketini izlemek istersin.
Belki bir an durup, ‘’ Size aileniz ne yediriyor?’’  diye sormayı düşünürsün. Sorsaydım ‘’ Öz güven ‘’ derlerdi sanırım.
Bizlerdeki sürüm şöyle, ” Baksana altına yapmış bu ya ” ya da  ”Ağlıyor şunu bir sustur,” devamında,  ”Sus, yoksa seni hostes ablalara vereceğim, hostes ablası kız şuna! ”
Ya niye benimle çocuğu korkutuyorsunuz?
Bunlar çocuğu bir an önce anneye geri vermek için bahane arayan baba tipleri. Çocuk el değiştirdi mi hemen uykuya geçecek çünkü. Uçuş biter, baba uykudan yeni uyanmış güzelce esner,  öte yandan annenin saçı başı dağılmış, uykusuz, çocuk kucağında,  çanta da elinde, merdivenden düşmeden inmeye çalışır.
Hakkını vermem gereken, iz bırakan, hatırladığım bir baba oldu bunca yıl. İç hat bir uçuş yapılacaktı, son yolcuyu bekliyorduk. Merdivenin altında bekleyen bir aile gördüm. Merak ettim dışarı çıktım. Anne baba çocuğa bir şeyler anlatıyordu,  ” Hayırrr,  istemiyorummm… ” diye bağırıyor, ağlıyordu çocuk.
Yanlarına gittim. ” Sorun nedir? ”  ‘’Uçağa binmek istemiyor ” dediler. Uçaktan korkan koca koca adamlar varken, çocukların korkması normal.  ” İlk uçuşu mu? ”  babası yüzüme baktı, ”Hayatı uçaklarda geçiyor. ”  ” O zaman neden ağlıyor? ”  ” Nedenini bilemiyoruz, özellikle bu uçakla uçmak istemiyorum diyor  ”  ” Neee,  çocuğum niye özellikle bu uçak, bildiğin bir şey mi var? ” gülümsüyorum ama içime kurt düştü.
Çocukların hislerine güvenmek gerek. Onu ikna etmeye yardım edeyim diye kaptana söyledim.  Kaptan pencereden seslendi, ” Gel bak yanımıza ” dedi ama çocuğu bir türlü ikna edemedik.  Kapı kapatma zamanı geliyordu. Yer görevlisiyle konuşurken, baba uçağa geri geldi,     ‘‘ Sonuç ” dedim. ’’ Ben uçuşa devam edeceğim, onlar kalacak.’‘ Anlayamayınca tekrar sordum. ‘’ Yani, sadece siz mi uçacaksınız? ’’        ’’Evet, öyle, çocuk müzakerelere kapalı, zorlamaya gerek yok ‘‘ dedi ve hızla yerine gitti.  Neye kapalıymış? Şu kadarlık yaşımda bana böyle yaklaşan biriyle karşılaşmadım. Diplomasiyle çocuk yönetmek, bu baba başka bir boyuta geçmişti artık. Ama uçak ininceye kadar aklım çocuğun sözlerindeydi. Çok şükür, hislerinde yanılmıştı. Bu kadar şahit olduğum olaylardan sonra, hiç bir şeye şaşırmamayı öğreniyordum. Şimdi, üzerime Budist bir rahip dinginliği gelmesi kadar normal bir şey olamazdı. Bekliyorum… Sanırım uçmak, benim hayata bakış rotamı çoktan değiştirmişti.
 
 
 
 

Exit mobile version