Çocukken New Orleans havaalanında büyükannemi bekleyişimi ve birkaç hostesin o zamanlar yeni sayılan tekerlekli valizlerini çekerek önümden geçişini hatırlıyorum.
Ütülü lacivert üniformalarıyla özgüvenli bir şekilde yürüyüşlerinde bir hava vardı. Onların gülümsemesi ve New York ile Paris hakkında havadan sudan konuşmaları dikkatimi çekmişti özellikle. Gözden uzaklaştıklarında onların dünyasının bir parçası olmak istediğimi biliyordum. Ve oldum da…
Yıllar sonra hostes olarak eğitimimi tamamladığımı gösteren uçan kanatlar rozeti yakamda, Boeing 727’den dünyayı seyrediyor, tatile çıkanları egzotik sahillere, spor takımlarını müsabakalara taşıyordum. Dünyam genişledi, ilk kez pasaporta ihtiyaç duydum maceralarım için.
Zaman içinde işverenlerim değişti, ama dünyayı yukarıdan seyretmenin heyecanı hiç dinmedi. Manzarada bazen bilinen noktalar oluyordu: Missouri’deki St Louis Kemeri, Arizona ile Nevada sınırındaki Hoover Barajı ya da Kanada’nın Calgary kentine yaklaşırken gördüğümüz kuzey ışıkları gibi.
Birkaç yıl önce de New York’a bağlı Buffalo’ya giderken aşağıda Niagara Şelalasi’ni görmüş, dünyaya böyle bir perspektiften bakabildiğim için, dünyaya açılan böyle bir pencerem olduğu için ne kadar şanslı olduğumu düşünmüştüm yeniden.
Ara sıra başka beklenmedik şeylere de tanık olabiliyoruz. Dominik Cumhuriyeti’nde küçük bir hava pistinde uçağın kalkmasını beklerken bisikleti üzerinde bizimle yarışa kalkan küçük bir çocuk vardı örneğin. Uçağımız onu geçerken bize el sallamıştı. Başka bir zaman ise 11 Eylül’den iki hafta kadar sonra Manhattan üzerinden uçarken şehrin hala için için yandığını, (ikiz kulelerin yokluğu nedeniyle) şehir siluetinin tanınmaz olduğunu fark etmiştim.
Artık hosteslik yapmıyorum; ama o döneme ilişkin unutulmaz anılarım var; çoğu da kabinde yolcularla yaptığım konuşmalara dair.
15F’de oturan bir kadın yolcu, rimelleri dağılmış yorgun gözleriyle “Bu size” demişti, elindeki olgun şeftaliyi önündeki kesekağıdına koyup bana uzatırken. “Oğlumun küçükken kendi elleriyle diktiği ağacın meyvesi.”
Hostesler yolcuların ruh halini iyi bilir. Uçuş sırasında fark ettirmeden belli insanların davranışlarını gözlemledikleri için. Bu yüzden bu kadın kabine ilk girerken onun bu yolculuğu üzücü bir nedenle yaptığını anlamıştım. Düzenli olarak onu gözlemiş, o hiç istemeden mendil götürmüştüm ara ara. Daha sonra yanındaki yolcuya anlatırken duydum oğlunu aniden kaybettiğini.
İnsanların yaşamına etkide bulunma şansınız oluyor her gün yüzlerce yüz gördüğünüzde. Bir yolcuya hiç beklemediği bir anda ‘İyi Ki Doğdun’ şarkısı söylüyor, sıkılmış çocuklarla oyunlar oynuyor, eski günlerden söz eden yalnız yolcuları dinliyor ve yolculuklara neşe katmaya çalışıyorsunuz.
Bir gün diğer hostes arkadaşlarım bana oyun oynayıp bir kadın tutukevinde iyi halden dolayı şartlı tahliye edildiğimi ve Ayın Hostesi olarak aday gösterildiğimi anons etti yolculara. Eğlenceli olsun diye ben de oyunu sürdürdüm. Ama sonra bir evli çift kızlarının cezaevinde olduğunu ve benim onlara umut verdiğimi söylemişti.
Başka zamanlarda da yolcuların temel ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyor, anneleri lavaboya gittiğinde bebeklerine bakıyor, yanlarına yemek almayı unutmuş yolcularla yemeğimi paylaşıyor, ünlü noktaların üzerinden uçarken hatırlatma yapıyordum. Böylece ilginç sohbetler gelişiyordu.
Yaşadığım kent Minnepolis’teki St Paul International Havaalanı’na doğru bir gün yolcu olarak uçarken genç bir çocuğun yanına oturmuştum. Ağzından merhabadan başka kelime çıkmamış, çoğu zaman uyumuştu. İnişe geçtiğimizde uyanıp orada hava nasıl diye sordu.
“Minnesota’ya sık geliyor musun?” diye sordum.
“Hayır, bu ilk gelişim” dedi. “Ailem Mall of America’ya gidiyor.”
Dışarı bakıp gülümsedim. “İşte orda.” Uzanıp baktı camdan, ABD’nin en büyük alışveriş merkezine.
“Bu mu?” diye sordu heyecanla.
“Yaşasın! Çocukluğumdan beri görmek istiyordum. Hayalim gerçek oldu!” diye sevinirken duraklayıp sordu:
“İyi de hiçbir levha yok. Nasıl bildin buranın alışveriş merkezi olduğunu?”
Kaşlarımı kaldırıp fısıldadım: “Kimseye söyleme ama benim süper gücüm var.”