HER KRİZ AYNI ZAMANDA BİR FIRSATTIR. KRİZ YÖNETİMİ ŞİMDİ BAŞLIYOR…

..
Sevgili okurlarım;
1975 senesinden itibaren havacılık sektörünün içindeyim. O tarihten bugüne çok kriz atlattık. İnanıyorum ki, bu krizi de atlatacağız. Bu konuda iyimserim.
Tabii ki krizlerden en çok çalışanlar, emekçi dediğimiz insanlar etkilenir. Eskiden de etkilendi, şimdi de etkileniyor. Aslına bakacak olursanız, her kriz döneminde hem şirketler, hem de çalışanlar birlikte etkilenmiştir diyebilmek mümkün.
Bu Covid-19 krizi benim çalışma dönemlerimden bugüne kadar olan krizlerin en büyüğü diyebilirim.
Ülkemizi ve bilhassa sektörümüzü etkileyen o kadar çok kriz oldu ki…
Hatırladığım kadarıyla, 1991 de Irak savaşı (1. Körfez Savaşı), 1999 da Marmara depremi, 2001 de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e Anayasa kitabını fırlatması, 1994 de Tansu Çiller dönemindeki devasa devalüasyon, 2001 de 11 Eylül ikiz kuleler saldırısı, 2003 Sars hastalığı, 2008 de finans krizi  (Mortgage-ABD’deki taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesi) ve 2020 yılı itibarı ile yaşadığımız koronavirüs krizi…
 UTED başkanı olduğum dönemlere rastlayan senelerde yaşanan bazı krizleri kısaca anlatmak istiyorum.
Her zaman söylediğim gibi, o zamanlar dernekler şimdiki gibi pasif değillerdi. Üyelerinin hakları için, gerek sendikaya, gerekse işverene yönelik sert eleştiriler yapar ve eylemlerde bulunurlardı. Hatta THY içindeki tüm dernekler olarak bir çatı altında toplanmış ve o çatının sözcülüğü gibi zor görevi de UTED’e yani o zamanların en etkili derneğinin başkanı olarak bana vermişlerdi.
1993 Yılında, Tezcan Yaramancı’nın THY genel müdürü olduğu zamanda, THY’de ilk grev oylaması yapılmış ve grev oylamasını Hava-İş’in o dönemki başkanı Atilay Ayçin’e karşı,THY Genel müdürü Tezcan Yaramancı sürpriz bir şekilde kazanmıştı. Bu sendikal tarihte bir ilkti.
Genelde bu tür grev oylamalarında her zaman işçi yani sendikası kazanırken, Tezcan Yaramancı’nın sendika başkanıymış gibi ortalara, meydanlara çıkıp konuşmalar yapması kimsenin hatta benim de beklemediğim bir sonucu doğurdu.
Oylamada greve HAYIR çıkmıştı.
Bu şaşırtıcı netice sonrasında Hava-İş olağanüstü genel kurula götürülmüştü. (Mevcut delegelerce benim Hava-İş başkanı adayı olmamın istendiği ve benim bu teklifi kabul etmemem nedeniyle boşluğa düşen sendika delegelerinin bu sefer eski sendika başkanı İbrahim Öztürk’ün etrafında toplandığı ve olağanüstü genel kurulda İbrahim beyin kaybettiği ve Atilay Ayçin’in görevine devam ettiği genel kurul)
Ben o zamanlar delege bile değilken Atılay Ayçin’li sendikanın olağanüstü seçime götürülmesinden sonra bana yapılan başkanlık teklifinin bir strateji olduğunu o zaman anlamıştım. Seçimi kazanmak için Atilay Ayçin’in delegelerini eksiltmek lazımdı.  Atilay Ayçin teknik kökenli bir başkan olduğundan, tekniğin delegelerini kazanabilmek için, Atilay Ayçin kadar tanınan ve etkili birini bulmak lazımdı.
İşte bu nedenle yani Atilay Ayçin’in delegelerini çalabilmek için beni başkan adayı göstermişlerdi. Tabii ki bu tür bir hesapla kendi üyeme karşı (Ayçin Uted Üyesi idi) aday olmak bana yakışmazdı.
Gn. Md. Tezcan Yaramancı, grev oylamasını kazanınca ilk işi, TALPA Başkanı Kaptan Ertuğrul Bilişli ve TASSA yönetiminin tümünü işten atmak olmuştu.
1994 yılına gelindiğinde ise “THY’de Pilot eylemi” sırasında neler yaşandı neler…
TALPA, başkanını kaybettikten sonra yerine, Kaptan Erkan Potukönen seçildi. Erkan Potukönen sert mizaçlı ve taviz vermeyen bir yapıya sahipti. Bir gün bana eylem yapacağını ve THY’nin hiçbir uçağını sefere vermeyeceklerinden bahsetti. Tabii ki önce gülümsedim. Ancak sonra “Sefa bey senden ricam hiçbir teknisyen arkadaşımızı, o günlerde uçağın başına yollatmamanı istiyorum demez mi? “ İşte o zaman ciddi olarak söylediğini kavrayabilmiştim. Gerçekten inanmak çok zordu. TALPA başkanı THY deki uçuşları nasıl durduracaktı ki…
Şaşırdım kaldım ne hayır ne de evet demeden, Erkan kaptan, sizin pilot arkadaşınız uçağa gelmeyince bizim teknisyen arkadaşımızın uçakta ne işi olur ki… sen o konuda rahat ol, bizden kimse uçağın başında olmayacaktır diye cevap vermem onun için yeterli oldu.
Erkan Potukönen uçakları sefere vermeyeceğim dediği günün sabahı pilotların terminalden aprona çıktığı kapıda durup hiçbir pilotu uçağa yollatmadı. (bir iki uçuş dışında) Pilotlar kapıya geliyor, karsılarında Erkan Potukönen’i gören geri dönüp oturuyordu. Yanılmıyorsam 3 güne yakın THY’ye sefer yaptırmadı.
Bu eylemin perde arkasında neler vardı neler… Tabii ki sonradan öğrendim. O zamanki hükümette Mehmet Ali Yılmaz devlet bakanıydı.
Erkan Potukönen bakanla çok samimi idiler (samimiyet nereden geliyor öğrenemedim). Bu krizde THY, o zamanlar genel müdür yardımcısı olan kaptan Atilla Çelebi’yi kullandı ( Atilla Çelebi sonra genel müdür oldu). Atilla Çelebi, pilot eylemini bitirebilmek için, o zamanın Genelkurmay başkanı İsmail Karadayı’yı aradı (Atilla Çelebi’nin sınıf arkadaşı). Karadayı devreye girdi ve pilot eylemini bitirtti.
İşte tüm bu krizlerden,en çok sektörün lokomotifi THY etkilenmiştir… Krizin ülkemizde veya yurt dışı kaynaklı olması hiç fark etmiyor. Adeta, dünyadaki her kriz, ülkemizde de yaşanıyor ve dünyaya açılan penceremiz olan sektörümüzü şiddetle vuruyor.
İŞTE ŞİMDİ DE AYNI DURUMLA KARŞI KARŞIYAYIZ.
Airlinehaber olarak sizlere sadece ülkemizdeki değil dünyadaki havayolları ve havalimanlarımızda yaşanan krizleri anbean verdiğimizi biliyorsunuz.  Dev şirketlerin mevcut krizden etkilenip te sektörümüzün bu krizden etkilenmemesi mümkün değildi. Böyle de oldu…
Bu tür kriz dönemlerinde ülkemizde en etkilenenler havacılık ve turizm sektörleri olmakta.
Sektörümüz yukarıda yazdığım krizler gibi bu krizi de atlatacaktır. THY’nin varlık fonunda olması nedeniyle destek alabileceğini düşünüyorum. Pegasus ise 2019 un kârlılığı ile bir seneye yakın süre idare edebilecek durumda olduğundan bu krizi kazasız belasız atlatacak gibi görünüyor. (Tabii ki bu arada KORONAVİRÜS Tehlikesinin bitmesi ve aşısının bulunması çok önemli)
Ya diğer havayollarımız? Maalesef borsaya kote olmayan havayollarımızın durumunu bilemiyorum. Umar ve dilerim ki, onlar da kriz dönemi sonrasında faaliyetlerine kaldıkları yerden devam edebilirler.
Havalimanlarımıza gelindiğinde krizin bitmesi ile İstanbul havalimanı ve Sabiha Gökçen’de seferler başlayacak ve hem İstanbul havalimanı hem de Sabiha Gökçen virüs tehlikesi kalkıp aşı bulunduktan sonra yolcu sorunu yaşamayacak, Sabiha Gökçendeki ikinci pist ve terminal binası da biterse, Sabiha Gökçen havalimanımız daha işlek hale gelecektir.
Bu kriz bittiğinde, dev havayolları hariç, irili ufaklı birçok yabancı şirketin havlu atacağını düşünüyorum. Bu kriz sonrası, İstanbul havalimanının önce eski haline dönüp sonra Frankfurt-Dubai-Katar ve Londra gibi büyük hub lar ile rekabet etmesi hız kazanacaktır.  
Sendikalara gelindiğinde ise her zamanki gibi umutsuzum.
Türkiye’de bir sendikanın, işverenle aralarında olan bir uyuşmazlığı mahkemeye taşıdım demesi, ipe un sermek anlamı taşıyor.
Zamanında sendikalar eylem yaparak bazı haklarını almışlardır, bu bir gerçek. Ancak, mevcut Hava-İş yönetiminin, çalışanların yani üyelerinin desteğini alamadan bir iki eylem yapmaya çalışması, akılsızca bir girişim olarak kayda geçmiş ve çalışanları umutsuzluğa itmiştir.
Eyyyyy Hava-İş 20-30 hadi bilemedim 40 çalışanla eylem yapmaya kalkıp gücünüzü (güçsüzlüğünüzü) gösterdiniz. İşte bu güç gösteriniz sizin aleyhinize oldu. İşveren hiç ama hiç etkilenmedi. THY Çalışanlarının arkanızda olmadığını bilmenize rağmen bu nasıl bir cüretti böyle…Yoksa tavşan kaç tazı tut mu oynadınız.
Bakın Çelik İş ne suya ne sabuna dokunuyor. Eylem yapacak durumları olmadığını biliyorlar. Ne zaman ki, Teknik A.Ş çalışanları onların arkasında olur, işte o zaman eylem yapabilir ve ses getirebilirler.
Dernekleri ise hiç saymıyorum bile. Aslına bakacak olursanız TALPA’nın eski başkanı Erkan Potukönen’in tek başına yaptığı eylem, ses getirme adına başarılı sayılabilir. O eyleme Hava-İş’in o dönemki yönetimi de destek olsaydı ne olurdu acaba?
Az kalsın unutuyordum. “Kriz aynı zamanda bir fırsattır” söylemi ticari bir yaklaşım nedeni ile kullanılır. Havayolu yönetimlerinin bu krizde akılcı hamleleri şirketlerini kurtarabilir. Sakın ola ki bu modeli işçi hak ve menfaatlerinin azaltılması ve işçi çıkarılması olarak kullanılması olarak algılanmasın.
NOT/ Malum sitenin sahibinin köşe yazısında İlker Aycı’ya yalvarmasına çok üzüldüm. Allah kimseyi yalvaracak hale düşürmesin. Malum kişi adeta, “Ben ettim sen etme” demek istiyor…  Bir insanın mahremine laf atıp,belden aşağı vurduktan sonra, beni çağır görüşelim demek nasıl bir ahlak anlayışıdır?  Bakalım İlker Aycı Bey bu sahte yalvarışlara ve omurgasızlığa karşı ne gibi tepki verecek sizler gibi bende merak ediyorum.

Exit mobile version